Browsing Tag

hotel

SEYAHAT

TÜRKİYE’DE “BABYMOON” SEYAHATİ YAPILACAK MEKAN ÖNERİLERİ

Yalan yok! Hamile olduğumu ilk öğrendiğim andan itibaren hayal kurmaya başladım. Bu hayallerden biri de “babymoon” seyahati idi 🙂 E konu seyahat olunca buna bahane üretmek benim işim 🙂 Şaka bir yana, hamilelik süreci ilerledikçe, neden çiftlerin (özellikle kadınların) bu seyahate ihtiyacı oluyor daha iyi anladım.

Peki nedir bu Babymoon Seyahati? Babymoon aslında Amerika’da doğan bir seyahat türü. Kısaca “baby” ve “honeymoon” (balayı) kelimelerinin birleşiminden oluşuyor. Tam olarak hamileliğin balayı da diyebiliriz. Kadınların hamilelik sürecinin 2. trimesterı yani 4., 5. ve 6. aylarında gerçekleştirilen, çiftlerin baş başa romantik bir tatil yapması için oluşturulan bir fikir aslında. Bazıları bunun bir pazarlama fikri olduğunu söylese de, hem kendimden bildiğim hem de kızkardeşiminkine şahit olduğum için söyleyebilirim ki, gerçekten çok güzel bir deneyim ve hem anneye hem de çift olarak kadın ve erkeğe çok iyi gelen bir seyahat oluyor.

Zorlu geçen ilk 3 ayın ardından, tam 13. haftamı doldurmuşken, bir sabah uyandım ve sanki bir sihirli değnek değmişçesine bulantılarım bitmişti. O anda hamileliğin balayı dedikleri bu döneme girdiğimi anladım. Artık enerjim yükselecek, vücudum mutluluk hormonu salgılayacak ve hatta saçlarım parıl parıl parlayacaktı! Evet, asıl şimdi bir tatile hazırdım!

Belki oralarda bir yerlerde bu tarz bir tatile ihtiyacı olan ama nereye gideceğini bilmeyen çiftler vardır. O nedenle ben de size deneyimlediğim yerleri tavsiye olarak yazmak istedim.

1.HILLSIDE BEACH CLUB – FETHİYE (MAYIS-EKİM)

Ekim ayının ilk hafta sonu, İstanbul gri ve soğukken, biz Dalaman’da pırıl pırıl güneşli ve 30 derece bir havaya merhaba dedik.Uçaktan indiğimiz anda modumuz değişti. Daha önce Ekim ayında hiç güneye inmemiştim, ne büyük hata olmuş. Normalde kışın yaz tatili yapma fikrini çok severim aslında. Ama hep yurtdışına odaklanmıştım bunca zaman. Halbuki Ekim ayında bizim güney sahillerimiz de muhteşem oluyormuş.

Denizin rengine mi vurulsam, o koyun manzarasına mı… Odalarının hepsinin manzarasının olması gerçekten harika.O kadar güzel inşa edilmiş ki binalar ağaçların arasında gizli adeta. Odaların genişliği ve konforu mükemmeldi. Balkondaki koltukta oturup manzaraya dalmak ise ömürlük!

Hillside Beach Club’ın 3 ayrı plajı var. Biri ana plaj, diğeri Silence beach denilen ve telefonla dahi konuşmanın yasak olduğu (çocukların da giremediği) plaj, bir diğeri ise Serenity ismindeki yine sadece yetişkinlere açık olan plaj. 3 plaj da harika! Hamiş gözüyle hepsini deneyimledim 🙂 Serenity favorim! Düşünsene bir sonraki sene kucağımda Ada olduğu için zaten o plaja giremeyeceğim 🙂 O nedenle hamileliğinizin bu nimetlerini kullanın 🙂

Hillside’ın en güzel yanlarından biri tam pansiyon konaklama sağlıyor olması. Yania slında olayı bu! Size kolaylık sağlamak adına her şey düşünülmüş. Yemekler inanılmaz güzeldi. Açık büfe restoran hayatımda gördüğüm en iyi açık büfelerden biriydi (ki ben hiç sevmem). Hazır iştahınız açılmış, güzel güzel yiyebildiğiniz bir ödnemdesiniz, alın size lezzetli ve sağlıklı yemekler sunan bir yer! Ana restoran dışında 2 ayrı restoran daha var, biri Beach Bar restoran diğeri ise deniz mahsülleri ağırlıklı mönüye sahip olan Pasha Restoran. Bunlar da tam pansiyon konaklama içerisine dahil ancak rezervasyon şart.

Biz bu seneki deneyimimizden sonra hemen bir sonraki sene için Ada ile de gideriz düşüncesiyle ön kayıt yaptırdık. Hillside’da yer bulmak her yıl biraz zor oluyor. Ancak en yoğun dönemlerinin Temmuz-Ağustos yani aslında okulların tam tatil olduğu dönem olduğunu unutmayın. Mayıs-Haziran ve Eylül-Ekim mis gibi olacaktır…

Yaşadığımız 2-3 günlük kaçamak bile bana 1 haftalık tatil hissi vermişti. İyi ki gittik! Kesinlikle tavsiye ederiz!

2. BOZBURUN YAT KULÜBÜ (HAZİRAN – EYLÜL)

Bu yaz kız kardeşim 4,5 aylıkken bizim yanımıza tatile Bozburun Yat Kulübü’ne gelmişti. Onun nasıl bir tatil geçirdiğini gözlemlediğim için gönül rahatlığıyla buraya da yazabilirim diye düşündüm. Her şeyin başında, hiç bir yere koşturma telaşının olmaması, her şeyin elinin altında olması ve denize sıfır olmak ona çok iyi gelmişti. Yemeklerin lezzetinden ve doğallığından, Zaynep Anne’nin sohbetinden, canım Tanem’in ilgisinden yanında eşi olmasa dahi adeta bir babymoon yaşamıştı. Eğer ben de aynı dönemde hamile olsaydım, kesinlikle gideceğim yerlerden biri olurdu Bozburun Yat Kulübü.

3. CASA LAVANDA BUTİK OTEL – ŞİLE (TÜM YIL)

Hem baharını hem kışını gördüğüm bu otele, yılbaşı öncesi hamileliğimin 25. haftasını bitirmek üzereyken gitme şansımız oldu. Casa Lavanda’yı her daim çok sevmişimdir. Yazın giderseniz havuz imkanı da var üstelik. İstanbul’a yakın olması ve yeni yapılan yol sayesinde de artık yolun 45 dakikaya düşmesi ciddi bir avantaj. Üstelik bu kadar yakın olup uzaklaşma hissini de vermesi çok güzel.

Kışın ise çıtır çıtır yanan şöminesinin karşısında huzurla kitabınızı okuyabilirsiniz. Yemekleri zaten muhteşem. Şef Emre Şen’in elinden çıkan mönü gerçekten çok başarılı. Odaları samimi ve konforlu. Üstelik SPA’sında hamile masajı da yapılıyor! Daha ne olsun 🙂

4. IDA BLUE HOTEL – ADATEPE KÖYÜ, ÇANAKKALE (TÜM YIL)

Geçen yıl Mart ayında gittiğimiz Ida Blue Hotel’i ne akdar beğenmiştim hatırlayanlar bilir. O zaman elbette hamile değildim, ama hamile olsaydım da çok güzel geçerdi yine. Bir kere Adatepe Köyü’nün kendisi zaten çok güzel. O sokaklarda yürümek bile size iyi gelecektir. Otelin yemekleri mükemmel! Bir hamiş için en önemli noktalardan biri 🙂 Etrafta görülecek ve gezilecek yerler de var. Olur da yazın giderseniz biraz yazlıkçı kalabalığına denk gelebilirsiniz ancak denize girme imkanı olacağı için güzel bir alternatif olacaktır. Ben yine de bahar aylarını tercih ederdim muhtemelen. Hele ki Nisan – Mayıs aylarında eminim muhteşem olur!

5. KAPADOKYA (EKİM-MAYIS)

Spesifik olarak bir otel belirtmek istemedim çünkü böyle bir deneyimim olmadı. Ancak eğer vakit bulsaydık hamileyken özellikla kar zamanı Kapadokya’ya gidecektik. Bu da seyahat alternatiflerimizden biriydi. Biz gitseydik eğer aklımda daha önce Baransel’in deneyimleyip çok beğendiği Argos‘da kalmak vardı. Belki size bir ilham olur diye onu yazmak istedim.

Neden Kapadokya? Çünkü her zaman çok büyülü… Ulaşımı kolay… Güzel yemek, çıtır çıtır yanan şömine, masalsı doğa yürüyüşleri, belki de sadece kitap okumalık… Her zaman iyi gelmiştir. Ben daha önce bir sonbaharda bir de kışın gitmiştim. Yazın çok sıcak olduğu için hamileyken gitmenizi tavsiye etmem. Ama Ekim-Mayıs ayları arasında ne zaman giderseniz gidin harika bir kaçamak olacağına eminim.

6. DİĞER ALTERNATİFLER

Listede gözünüz Bozcaada‘yı aramış olabilir ama onu bilerek yazmadım. Çünkü ilk trimesterda kanama geçirip adada hastane olmaması nedeniyle çaresiz kaldığım anlar aklıma geldi ve vazgeçtim yazmaktan. Hamilelik bu, ne zaman ne olacağı belli olmaz, o nedenle riske atmaya gerek yok.

Diğer bir alternatif Lüleburgaz’da yer alan Bakucha Vineyard & SPA Hotel olabilir. Ben henüz deneyimlemedim, ama çok güvendiğim ve sevdiğim bir arkadaşım çok sık gider ve bana hep tavsiye etmiştir. SPA’sının olması ve havuzunun olması büyük avantaj! Tüm yıl gidilebilir!

Alaçatı ve Çeşme‘yi sanırım sezon dışında ve özellikle ilkbaharda seviyorum. Eğer hamileliğinizin 2. trimesterı bahar aylarına denk geliyorsa o taraflar da güzel olabilir.

Bodrum‘u da sezon dışı daha çok sevenlerden olabilirim. Yine planlayıp da hamileliğimde vakit bulamadığımız için gidemediğimiz bir yer Bodrum. Özellikle kış güneşi zamanı ve bahar ya da sonbahar döneminde mükemmel bir kaçamak olur. Boşverin bu seferlik rakınızı içmeyiverin; taze balık yer, güneşlenir, deniz havası alır gelirsiniz, fena mı?

Daha önce defalarca denemiş olduğumuz Göcek‘de tekne kiralayıp koy koy gezme opsiyonunu da unutmayalım! Bir hamişin denize bu kadar yakın olması onu çok mutlu edecektir 🙂

Benim listem bu şekilde, eğer sizin de önerileriniz olursa lütfen yorum olarak bırakın ki diğer çiftlere de fikir olsun 🙂

Sevgiler

Özüm

 

 

 

 

 

 

SEYAHAT

BİR BABYMOON HİKAYESİ; SEYŞELLER BÖLÜM 1 – UÇUŞ VE PLANLAMA – MAHE ADASI & CONSTANCE EPHELIA

Son bir kaç yıldır her yılbaşında bir tropik rota belirliyorum kendimce, bir nevi dilek gibi… “Bu yılki büyük hedefim şurası” diye içimden geçirip, bir süre sonra da araştırmalara başlıyorum. 2015’te Bali, 2016’da Maldivler ve 2017’de Phuket & Krabi seyahatinden sonra 2018 için yüreğimden geçirdiğim rota Seyşeller’di. Kış ortasında yaza kaçamak yapmanın tadına bir kere varınca ve döndükten sonra hem ruhumuza hem bedenimize ne kadar iyi geldiğini görünce, bunu her sene farklı bir rota ile tekrarlamak istedik. Tam da Seyşeller tatili hazırlıklarına başlamıştık ki hamile olduğumu öğrendik 🙂 Bu da bize çok güzel bir sürpriz oldu. Meğer 2018 için “babymoon” rotası dilemişim de haberim yokmuş.

NEDEN SEYŞELLER?

Herşeyin başında Seyşeller için Türk vatandaşlarına herhangi bir vize uygulaması bulunmuyor. Bazı ülkelerdeki gibi kapıdan belirli bir ücretle vize alımı da söz konusu değil. O nedenle vize masrafı ve külfetiniz olmuyor.

İkincisi ise, Seyşeller’in nispeten bir çok tropik yere kıyasla yakın olması. Yani uçuş süreleri ve aktarma aralıkları oldukça makul. Üstelik promosyon dönemlerini yakaladığınızda gayet uygun uçak biletleri bulabiliyorsunuz. Bunun için aylar öncesinden takibe başlamanız gerek tabi. 🙂

Üçüncüsü Afrika kıtasına ait bir ada olmasına rağmen, Seyşeller için öngörülen herhangi bir aşı ya da sağlık önlemi belirtilmiyor. Mesela sarıhumma gibi bir aşı olunması gereken bir yer olsaydı gidemeyecektim. O nedenle hamileyken kendinize bir rota belirlerken önce bu alınması gereken sağlık önlemlerini kontrol edip, doktorunuzla mutlaka konuşun.

Esas ana sebebimiz ise kış ortasında yaza gidecek olmak, palmiyelere kavuşacak olmak, hindistan cevizini dalından taze taze içecek olmak ve tabi ki denize girebilecek olmaktı… Seyşeller aslında yılın 12 ayı ziyaret edilebilen bir ada ama bazı dönemlerinde çok daha fazla yağış alıyor. Sıcaklık tüm yıl 28-32 derece arası olurken, Ocak ve Şubat ayları en fazla yağış aldığı aylarmış. Seyşeller’e gitmek için mükemmel zamanlama ise Nisan-Mayıs ve Ekim-Kasım ayları olarak öneriliyor. Aralık ve Mart ayları ise arada bir yağıp geçen yağmurlar ve sonrasında açan güneşle meşhur.

Kısacası zamanlama ve şartlar Seyşeller’de bir babymoon seyahati yapmak için oldukça müsaitti.

SEYŞELLER’E UÇUŞ DENEYİMİ

Hangi havayolu ile uçarsanız uçun, uluslararası sivil havacılık kuralları gereği hamileliğinizin 28. haftasından 35. haftasına kadar (35 dahil) doktorunuzdan alacağınız “Uçmasında engel yoktur” yazılı raporunuzla ancak uçağa kabul ediliyorsunuz. Eğer ki birden fazla bebek bekliyorsanız bu süre sizin için 31. haftaya kadar kısalıyor. Yani örneğin ikiz bebek bekliyorsanız 32. hafta itibariyle doktor raporu dahi olsa uçağa kabul edilmiyorsunuz. Tüm gebelikler için ise 36. haftadan itibaren ise uçuş yasağı başlıyor. Artık evinde otur ve doğumunu bekle, daha fazla gezme diyor yani sana 🙂 Tüm bunların yanında hamileliğin ikinci trimesterı denilen 14.-28. hafta arası olan dönem sizin enerjinizin en yüksek olduğu dönem de olduğu için “babymoon” geleneği tüm dünyada işte bu 2. trimester denilen dönemde gerçekleştiriliyor. Yani 21 haftalık bir hamile olarak benim için mükemmel zamanlamaydı diyebilirim.

Hamileliğimle ilgili herşeyin yolunda gittiğini ve uçmamda herhangi bir sakınca olmadığı bilgisini aldıktan sonra hemen seyahatimizi planlamaya başladık. Daha önce Maldivler’e uçtuğumuz ve çok memnun kaldığımız Qatar Airways ile yine Doha aktarmalı şekilde Seyşeller’e uçtuk. Maldivler’den sonra Hint Okyanusu’nda en kısa uçuş mesafesindeki tropik ada Seyşeller. Dolayısıyla uçuş mesafesi de yormuyor. Üstelik 21 haftalık hamile olduğum için aktarma yapacak olmak benim oldukça işime geldi. Çünkü o aradaki 1,5 – 2 saatlik aktarma süresi yürüyüş yapabildiğim, birşeyler yiyebildiğim, dilersem duş bile alabildiğim kısacası kan dolaşımıma iyi gelen bir süre olacaktı.

İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan 28 Kasım Çarşamba akşamı saat 20:05’te kalkan uçağımız 3,5 saat sonra ilk durağımız olan Doha’ya vardı. Daha önce Doha Hamad Havalimanı’nı yine aktarma sayesinde ziyaret ettiğimiz için, bu aktarmanın bize konfor sağlayacağını biliyorduk. Gerçekten çok güzel ve yolculara çok fazla imkan sunan bir havalimanı.  2 saatlik kısa bir aktarmanın ardından, hayatımda bindiğim en büyük uçaklardan biriyle Seyşeller’e doğru uçmaya başladık. Doha – Seyşeller arası toplamda 5 saat sürüyor. Ama gece yarısından sonra uçtuğunuz için yolculuğunuz muhtemelen uyuyarak geçecektir. Biz oldukça şanslıydık ki, uçağın %70’i boştu. Dolayısıyla orta alandaki dörtlü koltukların her birine ayrı ayrı yayılıp adeta yataktaymışız gibi uyuyarak gittik.

Yolculuk boyunca dikkatimi çeken ve beni çok mutlu eden birşey oldu. Hamile olduğum için, biz hiç bir görevliden yardım ya da ayrıcalık istemememize rağmen ve önceden check-in yapmış olmamıza rağmen, daha İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’nda bagajlarımızı verirken dahi, rahat edeceğimizi düşünerek bizi ekonomi sınıfının en önündeki ikili koltuklara aldılar. Gerçekten çok rahat ettik. Hamileyken uçuyorsanız bu konu aklınızda bulunsun. En öndeki alan biraz daha geniş olduğu için sizin için daha konforlu olacaktır. Normalde bu koltukları çocuklu/bebekli ailelere öncelik olarak veriyorlarmış. Uçakta ihtiyacı olan bebekli bir aile de olmadığı için ikinci öncelik sırası bizdeydi 🙂 Bu durum tüm seyahat boyunca yaptığımız uçuşlarda gerçekleşti buarada. Ama zaten Seyşeller uçuşunda uçak boş olduğu için rahattık.

Seyşeller Mahe Havalimanı

Diğer bir konu ise, uçuş sırasında hamile olduğum için hosteslerin bana ekstra ilgi göstermesiydi. Örneğin Seyşeller’e uçarken ortadaki dörtlü koltuklarda ben yatarken ara ara başucuma meyve tabağı ya da atıştırmalıklar bıraktılar. Bir tane hostes bana gelip “Sık sık su içmelisin, sakın ihmal etme!” diyerek sürekli su taşıdı. Gerçekten prenses gibiydim 🙂 Yolculuk boyunca bu kadar rahat olmamın en büyük nedenlerinden biri de bu ilgiydi sanırım. Oldukça güvende hissediyordum. Buradan tüm Qatar Airways hosteslerine ve yer görevlilerine kucak dolusu sevgilerimi iletiyorum 🙂

Son olarak Seyşeller’e vardığımızda, 50 kişilik bir sırada pasaport kontrolünü beklerken, önümüzdeki yolcuların biz sormadan bizi öne geçirmeleri oldu. Biz “Gerek yok!” dedik, ona rağmen “Lütfen!” deyip ısrar ettiler. Kısacası, medeniyet ve insanlık ölmemiş 🙂 Bu hissiyat çok iyi geldi!

Sabah 09:00 civarı uçağımız muhteşem bir manzaraya doğru inişe geçti. Hava o kadar güneşli ve güzeldi ki… Uçağın camından bakarken gördüğüm denizin ve ağaçların rengi adeta parlıyordu. Daha uçak yere inmeden bile hissettiğim şey “iyi ki geldik” mutluluğuydu.

SEYŞELLER PLANINI NASIL YAPTIK?

Bu seyahatimizde Setur Selectin ellerine emanettik. Otel, otel-havalimanı arası transferler ve iki ada arası yaptığımız uçuşun organizasyonunu Setur Select yaptı. Arkamızda bir acente güvencesiyle gitmek bu defa bana çok iyi geldi. Çünkü en ufak birşeyde arayabileceğim birinin olduğunu bilmek özellikle hamileyken çok mantıklıydı. Biz aynı mantıkla balayında da ilerlemiştik. Bali’ye giderken de acente desteği almıştık, çünkü ne o planlamayla uğraşacak zamanımız vardı ne de halimiz. O nedenle çok iyi bir fikirdi. Bu seyahatimiz de bir nevi balayı kafası olduğu için kendimizi hiç yormak istemedik.

Setur Select bizim için, ilk 2 gece ana ada olan Mahe Adası’nda, ardından 2 gece de Praslin Adası’nda geçireceğimiz şekilde 4 gecelik bir program yaptı. 4 gün Seyşeller için gayet güzeldi, ama biz adaların içerisinde gezmedik. Özellikle ana ada Mahe, oldukça büyük bir ada ve mesafeler birbirinden oldukça uzak. Tek şerit yollar ve virajlar sayesinde en yakın mesafe 30 dk-1 saat civarı oluyor. Normalde baştan başa araba kiralayıp adayı gezmek ya da diğer iki büyük ada olan Praslin ve La Digue’de de keşfe çıkmak üzerine bir seyahat planlasaydık en az 1 hafta kalmamız gerekirdi. Ama amacımız tamamen romantik ve bol dinlenmeli bir tatil olduğu için 4 gün sadece bulunduğumuz yerde kalmayı tercih ettik, bu şekilde de gayet güzel yetti, bir şey kaçırıyormuşuz hissini hiç yaşamadık.

Setur Select’in önerisiyle bu seyahatimizde Constance Hotels grubunun iki farklı otelini deneyimledik. İlk 2 gün Mahe adasında yer alan Constance Ephelia‘da, diğer 2 gün ise Praslin adasında yer alan Constance Lemuria‘da kaldık. Bu iki otel de oldukça büyük ve sağladığı imkanlar açısından da oldukça yeterli. Özellikle plajlar konusunda her iki otel de muhteşem konuma sahipler. O nedenle harika bir seçim oldu diyebilirim.

Konaklamalarımızı yarım pansiyon olarak ayarladık çünkü Seyşeller, “Ben bir otelden çıkayım, restorana gideyim.” diye plan yapabileceğiniz bir yer değil. Restoranlar çoğunlukla otellerin içerisinde. Yine bir otelden çıkıp başka bir otele gitmeniz gerekecek. Öğlen yemeklerimizi ise otelden ekstra olarak alıp pizza, salata gibi şeylerle karnımızı güzelce doyurduk. Bu şekilde ekonomik olarak da mantıklı oldu. Seyşeller’de konaklama tipinizi yarım pansiyon olarak düşünmenizi bu nedenle tavsiye ederiz.

Tüm transferlerin de önceden ayarlanmış olması bizim için yine çok mantıklı oldu. Seyşeller’in neredeyse tek geçim kaynağı turizm olduğu için, adada herşey oldukça pahalı. Buna ulaşım da dahil. Taksi fiyatları genelde Euro üzerinden hesaplanıyor. Örneğin 20KM’lik bir mesafe (ki bu yakın sayılır) için 60Euro gibi bir rakam istiyorlar. Otobüs ise oldukça ucuz ama bizim zamanımız kısıtlı olduğu için o kısma hiç girmedik. Taksi mi transfer mi dersen de transferin paket program içerisine dahil edilmesi çok daha mantıklı olur derim. Diğer bir alternatif ise araba kiralamak. Ama siz de bizim gibi otelden dışarıya pek çıkmayacaksanız arabanızın otelin önünde yatmasına da gerek yok. Ama adayı gezme gibi bir planınız varsa, trafik sağdan (yani İngiliz sistemi) olmasına rağmen, yollar tek şerit olduğu için rahatça kullanabilirsiniz bence.

MAHE ADASI – CONSTANCE EPHELIA

Mahe Adası, Seyşeller’in başkenti Victoria’nın ve uluslararası havalimanının bulunduğu en büyük ada. Ünlü plajları ve bir çok otelin bu adada bulunması nedeniyle de en çok ziyaret edilen ada olarak geçiyor. Yukarıda bahsettiğim gibi biz ilk 2 gece Constance’ın Mahe adasında bulunan Ephelia ismindeki otelinde kaldık. Havalimanından otele varış transfer ile yaklaşık olarak 30-40 dakika kadar sürüyor. Bu süre nispeten kısa bir süre, zaten etrafınızdaki manzaraya bakarken yolun nasıl geçtiğini de anlamıyorsunuz.

Otele vardığımızda bizi mis gibi kokan ıslak havlular ve ferahlatıcı içeceklerle karşıladılar. “Oh!” dedik! Tropiklere şimdi gerçekten vardık! 🙂 Resepsiyondaki kısa check-in işlemimizin ardından, odamızın temizliği henüz bitmediği için (sabah 10:00 civarı varmıştık) bize mini golf arabalarıyla otelde tur attırıp bilgiler verdiler.

Constance Ephelia oldukça büyük bir otel. Toplamda 350 civarı odası var. İki adet büyük plajı, 5000 m2’lik bir SPA alanı, kendi içerisinde bir mangroove ormanı, spor alanları, çocuk kulübü, 5 adet restoranı (Corossol, Helios, Adam & Eve, Cyann ve Seselwa) ve 5 adet barı (Zee bar, Helios bar, Adam & Eve bar, Cyann bar ve Seselwa bar) var. Öyle büyük bir ormanın içerisine o kadar düzgün bir mimari ile yerleşmiş ki, ağaçlardan binaları pek göremiyorsunuz ve o koca alanda asla 350 adet oda dolusu insan varmış gibi hissetmiyorsunuz. Bizi gezdirirlerken özellikle otelin dolu olup olmadığını sorduk ve %90 oranında dolu dediler. Sonraki gün ise buna gerçekten inanmakta güçlük çektik 🙂 O nedenle mimarisine ve yerleşim planına gerçekten hayran kaldım.

İlk gün bizi öğlen yemeği için otelin Helios isimli Akdeniz mutfağından lezzetler sunan restoranına yönlendirdiler. Helios isminden de anlaşılacağı üzere Yunan ezgileri taşıyan bir restoran ve mönüde bazı soğuk mezelerimiz, hatta Türk kebabı bile var 🙂 Ama pizza, hamburger ve salata gibi seçenekler de mevcut.

20 Numaralı Beach Villa

Lezzetli bir yemeğin ardından “Beach Villa” tipindeki odamıza yerleştik. İlk işim saatlerdir üzerime yapışmş olan siyah taytı çıkartıp mayomu giymek oldu 🙂 Sonra da hemen hoop denize!

Beach Villa tipi odaların her birinin ayrıca kendilerine ait havuzları bulunuyor. Biz uzak doğudan bu konsepti epey seviyoruz. O nedenle odamıza resmen bayıldık!

Her şey en ince detayına kadar düşünülmüştü. Odada Nespresso makinesi olmasından tutun da,  aile boyu konaklayanlar için kapıda boy boy bisikletler bile bulunuyordu. Ayrıca plaj havlusu sakın taşımayın yanınızda. Her odada ve odaların haricinde plajlarda bolca havlu bulabilirsiniz.

Kuzey Plajı

Otelin iki adet plajı bulunuyor, bunları Kuzey ve Güney olarak ikiye ayırmışlar. En çok Kuzey plajı tavsiye ediliyor çünkü Güney plajı gel-gitten daha fazla etkileniyor. Beach Villa dediğimiz oda tipleri de bu Kuzey plajının arkasına yerleştirilmiş. Dolayısıyla plaj ve odanız arasında gidip gelmek çok kolay.

Kuma değer değmez herkesin elinde hindistan cevizlerini görünce heyecanla hemen koştum, ben de istiyorum dedim 🙂 Meğer o adam dışarıdan gelen bir satıcıymış 🙂 (henüz plajların kamuya açık olduğunu anlamamıştım) Adam bize iki adet hindistan cevizini 20 Euro’ya vermesin mi?! Ben şok! E daldan topladın? 🙂 Sonra para üstünü de bir güzel lokal para olarak verdi.

Neyse bare fotoğrafımızı çek dedim 🙂 Sonra otelin beach barına gittik ve garson bize pina coladayı yarı fiyatına getirince aşırı pişman oldum 🙂

Seselwa‘nın garsonu elimizdeki hindistan cevizlerini görünce bizi uyardı, bazen para üstü getireceğim deyip getirmeyen oluyormuş, “Dikkat edin, başında bekleyin mutlaka!”dedi. Biz öyle bir sorun yaşamadık ama siz de heyecanlanıp her gördüğünüz satıcıdan hindistan cevizi almaya kalkmayın 🙂 O günden itibaren 4 gün boyunca sadece muhteşem pina coladalardan içtik 🙂

Kuzey plajında gün batımları da muhteşem oluyor. 2 gün boyunca inanılmaz gün batımlarına denk geldik. Ayrıca günbatımı saatinde happy hour da yapılıyor ve Seselwa’da kokteyller yarı fiyatına iniyor.

Güney Plajı

Güney Plajı gel-git olayından çok fazla etkilendiği için çok tercih edilmiyor. Hatta bazen sular öylesine çekiliyormuş ki karşıdaki ada ile arasında bir yol oluşuyormuş. Biz gittiğimizde o karşıdaki adada Rusya Big Brothers çekiliyordu. 🙂

Otelde yarım pansiyon konaklama tipinde kaldığımız için, sadece öğlen yemeklerimizi ve beach barda içtiğimiz içeceklerimizi ekstra olarak ödedik. Bu şekilde çok makul oldu. Zaten daha önce Maldivler yazımda da belirtmiştim ki, bu tarz yerlere seyahat ediyorsanız en mantıklısı ve ekonomik olanı baştan yarım pansiyon konaklama seçeneğini seçmek! İlk akşam yemeğimizi otelin açık büfe olarak hizmet veren ana restoranında yani Corossol‘da yedik. Oldukça güzel bir açık büfeye sahip olan restoranda hemen hemen her damak tadına göre bir lezzet bulabilirsiniz.

İkinci akşam ise rezervasyonumuzu yaptırıp Seselwa‘da yedik. Burada konsept olarak her bir misafire 3 course sunuluyor yani mönüden herkes bir adet başlangıç, bir adet ana yemek ve bir adet tatlı seçiyor. Birer kadeh şarabınız da dahil! Ben burada barbun ve mango salatası yedim ve çok beğendim. Corossol dışındaki tüm restoranlara yarım pansiyon dahi olsanız rezervasyon yaptırmanız gerekiyor.

Sabah kahvaltıları için ise iki adet seçeneğiniz var. Biri Corossol’un açık büfesinden kahvaltı etmek, diğeri ise yine rezervasyonla Seselwa’da kahvaltı etmek. Biz hem odamıza yakın olduğu hem de ortamını beğendiğimiz için iki gün de Seselwa’da kahvaltı ettik. Çok lezzetliydi! Mutlaka bir gün enazından burada kahvaltı etmenizi öneririm.

Özel bir yemek planlamak isteyenler için ise plaja özel masa kuruyorlar ve size özel olarak servis yapıyorlar. Biz bir çiftin masa hazırlığına denk geldik, gerçekten çok romantik görünüyordu. Darısı başınıza 🙂

Otel o kadar büyük ki bazen sıcakta yürümek zor gelebilir, o zaman siz de odanıza buggy (golf arabası) çağırıp gideceğiniz yere kolaylıkla gidebilirsiniz. Ayrıca resepsiyon önünden Kuzey Plajı’na her 15 dakikada bir ring servis de dönüyor.

Kısacası odanızın uzakta olması gibi bir probleminiz yok. Kuzey Plajı ve resepsiyon alanı arasında yürümek isterseniz de (15 dakika gibi sürüyor) muhteşem bir doğa içerisinde yürümüş olacaksınız.

Ayrıca sizi Seyşeller’in simgesi dev kaplumbağaların (Aldabra Giant Totoises) bulunduğu bir alan da karşılayacak. Her gün belirli saatlerde misafirlerin kaplumbağaların yanına girmesine ve onları beslemesine izin veriyorlar. Otelde bulunan en büyük ve en yaşlı kaplumbağa 120 yaşında. 🙂

Otelin diğer bir güzel özelliği ise ormanın içerisine kurdukları Zipline aktivitesi idi. Bizim denemeye fırsatımız olmadı maalesef ama çok güzel bir parkurdu. Yine belirli saatlerde yapıldığı için önceden arayıp rezervasyon yaptırmanız gerekli.

Seyşeller dalış ve şnorkel için de muhteşem bir bölge. Tabi gittiğiniz dönemdeki hava ve denizin durumu bunu etkileyebilir. Biz Kuzey Plajı’nda şnorkel yaptık, ekipmanları ücretsiz olarak otelden alabilirsiniz. Dalış için ise 1 gün önceden mutlaka rezervasyon yaptırmalısınız. Ben zaten hamile olduğum için dalış yapamayacaktım ama Baransel için çok istemiştik. ne yazık ki 2 gün de bir uçağa bineceğimiz için dalış riskli olacaktı (çünkü dalıştan en az 24 saat sonra uçabilirsiniz ki bu aslında 48 saat olarak daha güvenlidir). O nedenle dalış yapamadık ikimiz de. Ama gördüğümüz kadarıyla güzel resifler var. Deneyebilirsiniz!

Diğer bir taraftan plaja her gün dışarıdan sizi çeşitli aktivitelere davet edecek tekneler geliyor. En popüleri balık tutma aktivitesi. Her gün devasa balıkları tutan ekip gelip sahilde şov yapıyor. 🙂

Otelde 5000 m2’lik alanıyla Hint Okyanusu’ndaki en büyük SPA merkezi olan U SPA bulunyor. Biz SPA alanını sadece gezdik, masaja vakit ayıramadık, o hakkımızı Lemuria’da kullandık 🙂 Ama bu güzel SPA’yı da ziyaret etmenizi öneririm.

Otelde konaklayanların %90’ı Avrupalı idi. Çoğunlukla İngiltere, Avusturya, Fransa ve Almanya’dan geliyorlarmış. Fransa, Avusturya ve İngiltere’den Seyşeller’e direkt olarak uçuş varmış ve ortalama 10-11 saat sürüyormuş. O nedenle de tercih ediliyor. Diğer taraftan da Dubai ve Abu Dhabi’ye olan yakınlığı sebebiyle (4 saat uçuş mesafesinde) Araplar için de tercih sebebi. Ama biz gittiğimizde neredeyse hiç Arap yoktu, hep Avrupalı turist vardı. Gelen misafirlerin yarısı çocuklu hatta bebekli ailelerdi.Ama Avrupalı bebeği farklı oluyor biliyorsunuz 🙂 Gördüğümüz en küçük misafir Avusturyalı bir çiftin 2,5 aylık bebeğiydi. Kadın bildiğin yeni doğurmuş ve 10 saat uçup Seyşeller’e gelmiş. O kadar rahattılar ki… İmrenmemek elde değil. Yine söylüyorum ki, otel o kadar güzel yayılmış ki, siz mutlaka kendinize ait bir özel alan buluyorsunuz ve balayı kafasını sonuna dek yaşayabiliyorsunuz.

Son gün kahvaltının ardından, plaja bir grup çocuk ve anneleri geldi. Sanırım tatil günleriydi. Anneler palmiyelerin altında çocuklara yiyecek hazırlarken, çocuklar ise denizin tadını sonuna kadar çıkardılar. O kadar güzel bir görüntüydü ki…

Dayanamadık yanlarına gittik. Bir tane kızın gözüne kum kaçtı ve canı acıyordu, hemen yanına gittim elimdeki temiz suyla gözünü yıkadım ve elbisemle sildim yüzünü. Anlık olarak bana sarıldı ve gitti. Kalbim eridi diyebilirim… Bu da bize güzel bir anı oldu.

Biz Ephelia’nın plajını da, yemeklerini de, doğasını da, kaldığımız odayı da o kadar sevdik ki, otelden dışarı çıkma ihtiyacı hiç hissetmedik. Zaten 2 günümüz olduğu için de tam anlamıyla dinlenmelik bir konaklama oldu. Açıkçası Mahe Adası’nda da görülecek ya da gezilecek çok fazla bir şey yok. Bir kaç ünlü plaj var, ama dediğim gibi bizi otelin plajı tatmin ettiği için dışarı çıkıp koşturmak istemedik. Siz de bizim gibi bir tatil planlıyorsanız, balayı, babymoon ya da çocuklu bir tatil düşünüyorsanız kesinlikle bu oteli tavsiye ederiz.

Not: Otel odanıza bırakılan kartpostalları, resepsiyondaki posta kutusuna atıp istediğiniz adrese gönderebilirsiniz. Üstelik pul almanıza gerek yok, otel sizin için pulu yapıştırıyor 🙂

SEYŞELLER İÇİN ÖNEMLİ NOTLAR

  1. Seyşeller Dünya’nın en pahalı ülkelerinden biri olarak geçiyor. Nedeni ise ülkenin tek geçim kaynağının turizm olması. Ülkede gerçekten yiyecek olarak bile hindistan cevizi dışında neredeyse hiçbirşey yetişmiyor. Hem arazi ve iklim müsait değil hem de yıllarca, önce Fransızlar’ın sonra da İngilizler’in sömürgesi altında kaldıkları için gelişememişler. Eğer gidecekseniz yanınızda Euro götürün. Fiyatları Euro’ya çevirmek daha kolay ve Avrupalı turist fazlalığı nedeniyle Euro’ya daha alışıklar, heryerde kabul ediyorlar ancak para üstünü size Seyşeller Rupisi olarak veriyorlar. Seyşeller Rupisi yazan bir fiyatı Euro’ya çevirmek için ise fiyatı ortalamada 15’e bölmeniz gerekiyor.
  2. Seyşeller’de trafik gibi elektrik sistemi de İngiliz usulü. Otel odalarındaki tüm prizler İngiliz sistemiydi. Ama otelden talep ettiğinizde dönüştürücü veriyorlar. Yine de yedek olsun derseniz evinizde varsa bavulunuza atın derim.
  3. Seyşeller’de ulaşım kısıtlı imkanlarla ve oldukça pahalıya sağlanıyor. Bu nedenle imkanınız varsa araba kiralamak en uygun çözüm. Ama ada içerisinde çok gezmeyecekseniz bizim gibi transfer hizmeti de alabilirsiniz. Örneğin son gün Praslin Adası’ndan Mahe Havalimanı’na uçtuktan sonra, bizim uçağımıza yaklaşık olarak 4 saat kadar bir zaman vardı. Havalimanı çok küçük ve yapacak hiçbirşey de olmadığı için biz de bare en yakın gezilecek yer olan Seyşeller’in başkenti Victoria‘yı görelim dedik. Üstelik her gün kurulan Victoria Market adında bir yerel pazarı da var.Havalimanı – Victoria arası 20 dk kadar sürüyor, bir taksi ile anlaştık, bavullarımızı kendisine teslim ettik, bizi Victoria’ya götürdü, orada bir park alanında bizi bekledi, biz de gezimizi tamamlayıp aynı taksi ile havalimanına döndük. Çünkü havalimanında bagajlarımızı bırakabileceğimiz bir emanet yeri yoktu. Check-in de daha açılmamıştı. O nedenle bu çözüme pazarlıkla tam 60Euro ödedik. Ama başka çaremiz yoktu.Başkent Victoria size gerçekten Afrika’da olduğunuzu hissetiriyor. Pazar daha çok yiyecek pazarı olsa da, hediyelik eşya açısından da bir çok seçenek bulabilirsiniz. Buarada sokakların birinde resmen önünden geçerken kokusuyla bizi cezbeden aşırı lokal bir fırına girdik ve 2 çeşit kurabiye aldık, biri hindistancevizli diğeri ise bademliydi. Hayatımızda yediğimiz en güzel kurabiyeydi sanırım. Sonra dayanamadık dönüp birer tane daha aldık 🙂 Tanesi 5 Rupi idi. Olur da giderseniz lütfen bizim için de o güzel kurabiyelerden yiyin 🙂Fırının ismi PRg Boulangerie.Diğer bir sokakta ise Seyşeller’in tek milli içkisi olan ve orada üretilen bir çeşit rom olan Takamaka‘yı satan bir bakkal bulduk. Havalimanından daha uygun fiyata buradan aldık. O da iyi oldu.  Dilerseniz Mahe Adası’nda yer alan Takamaka Damıtım Evi‘ni ziyaret edip tadım da yapabilirsiniz.
  4. Mahe Havalimanı’nda check-in yapıp içeri girdikten sonra karnınız acıkırsa içeride sadece Burger King var. Ama girmeden dışarıda iç hatlar tarafına yürürseniz bir kafe göreceksiniz, orada da birşeyler atıştırabilirsiniz. Bizim karnımız içeri girdikten sonra tabiki acıkmıştı ve Burger King öyle güzel geldi ki anlatamam. Aylar hatta belki 1 yıl sonra ağzıma fast food hamburger sürdüm ama pişman değilim 🙂 Diğer bir konu ise havalimanından alınabilecek hediyelik eşyalar… Bir kaç dükkan var ve kaliteli ürünler satıyorlar. Özellikle üst kattaki hediyelik eşya dükkanlarına bakın derim, farklı şeyler var. Ucuz değiller! Hatta benim gibi magnet koleksiyonunuz varsa ve Victoria’ya giderseniz oradan alın, havalimanında 2 katı daha pahalı.
  5. Seyşeller’deki 4 günümüzde 2 gün hava muhteşem güneşliyken 2 gün ise yağmurluydu. Ama yağmurlu hali bile sıcak ve keyifli olduğu için aldırmadık. Yani sezon ne olursa olsun böyle sürprizler olabilir. Hazırlıklı olun, üzülmeyin sonra, açın bir prosecco ve keyfinize bakın 🙂
  6. Seyşeller’de çeşmeden ya da açıkta olan herhangi bir suyu içmeyin. Güvenilir yerlerden ağzı tamamen kapalı, ilk defa sizin açacağınız şişelerden su için. Bunun haricinde, mutlaka sivrisinek koruyucu sürün. Özellikle akşam yemeklerinde, onlar da sizi yemeyi pek seviyor 🙂 Bizim kaldığımız tüm otel odalarında özel sivrisinek koruyucu sprey vardı. onları kullandık. Beni hiç ısırmadılar ama ne hikmetse Baransel’i pek sevdiler 🙂 Son olarak, gitmeden önce bir arkadaşım beni bazı plajlarda bazı dönemler kum biti olduğuna dair uyarmıştı. Bize hiç denk gelmedi, sanırım kaldığımız otellerin bulunduğu bölgede böyle bir problem yoktu. Ama yılın belirli dönemlerinde en çok sanırım Mahe’deki Grand Anse Beach‘te oluyormuş. Bu konuyu otelinize danışın mutlaka!
  7. Seyşeller’de tüm kumsallar halka açık. Yani hiçbir otelin özel plajı yok aslında. Dışarıdan teknelerle zaman zaman başkalarının da plaja geldiğini göreceksiniz ama sayı olarak asla bizim dikkatimizi çeken bir yoğunlukta değildi. Dışarıdan gelenler otelin şezlong, havlu gibi imkanlarından elbette yararlanamıyor, sadece plaja havlusunu serip takılabiliyor. Kısacası sizin de ziyaret etmek istediğiniz otel plajları olursa, rahatça gidip takılabilirsiniz.
  8. Hindistan cevizi ana besin kaynakları olduğu için, tahmin edersiniz ki Pina Colada’lar muhteşem yapılıyor. Hamileler ya da alkol kullanmyanlar için için Virgin Colada seçeneği de var 🙂 Lezizdi leziz!
  9. Seyşeller’in %90’ı Katolik. Dolayısıla, tropik adalarda görmeye alışık olduğunuz tapınaklardan ziyade kilise göreceksiniz. bu da tamamen İngiliz etkisi. Tek Hindu tapınağı ise başkent Victoria’da bulunuyor.
  10. Seyşeller’in iki simgesi var; biri Coco De Mer (deniz cevizi) meyvesinin tohumu diğeri ise Aldabra Giant Totoises diye geçen dev kaplumbağaları. Mahe Adası’nda çok büyük bir Coco De Mer ormanı var, dileyenler burayı ziyaret edebilirler. Bu meyvenin kendisinin de tohumumun da Seyşeller dışına çıkartılması kesinlikle yasak. Zaten boyutunu görünce çıkartamayacağınızı da anlarsınız 🙂 Bu kadar kıymetli olmasının nedeni ise tek bir tohumdan bir meyve verme süresinin 7 yıl sürmesi. Tohumunun hem erkek hem dişisi var ve döllenerek meyve veriyorlar. Doğa ananın insanlığa mesajı olacak ki, dişi tohum aynı kadın genital bölgesine benzerken, erkek tohum ise erkek üreme organına benziyor. 🙂 200 yaşına kadar yaşayabilen Aldabra kamplumbağaları ise dünyanın en büyük kaplumbağaları olarak geçiyor. İsmini de Madagaskar ve Seyşeller arasında bulunan Aldabra Resifi’nden alıyor. Eskiden Seyşeller’in granit kaplı adacıklarında yaşayan kaplumbağalar, zamanla bu denizciler tarafından bu adalar keşfedilip işgal edilince ve bir dönem besin kaynağı olarak kullanılınca sayıları oldukça azalmış. O nedenle şuanda koruma altındalar ve bununla ilgili ciddi yasaları mevcut.
  11. Son olarak gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim ki, gördüğümüz en güzel deniz ve en güzel doğadan biriydi ve ben hamileyken Seyşeller’e seyahat yapmış olmaktan dolayı en ufak bir sıkıntı yaşamadım. O nedenle kesinlikle gidilmeli ve görülmeli diye düşünüyorum. Diğer bir yandan, bundan önce hep Asya ya da Hindistan yakınlarındaki adalara gittiğimiz için, Afrika adası hissiyatı nasıl birşey bilmiyorduk. Çok farklıymış… Çok güzel bir deneyimmiş… Gerçekten Afrika’nın bir parçasında olduğunuzu hissediyorsunuz. O nedenle de şimdiye kadar gördüğümüz tropik adalardan oldukça farklıydı. Gerçekten iyi ki ama iyi ki gitmişiz! Çok beğendik ve bize o kadar iyi geldi ki size anlatamam… Umarım isteyen herkes bir gün görür ve keyfini çıkartır!

***

Umarım bu gezi size de ilham olur ve bir gün Seyşeller’i siz de görebilirsiniz. İkinci bölümde size Praslin Adası’na yaptığımız uçuşu, adada kaldığımız Constance Lemuria’daki deneyimlerimizi ve dönüş yolundaki 1 gecelik Doha maceramızı anlatacağız.

Herhangi bir sorunuz olursa bize her zaman kucukmartha@outlook.com dan ulaşabilir, Seyşeller seyahati boyunca paylaştığımız post ve storylere instagram hesaplarımızdan (@kucukmartha ve @baranseldogan ) ulaşabilirsiniz.

Çok Sevgiler

Özüm & Baransel

 

 

 

SEYAHAT

DATÇA REHBERİ 2018

Geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğimiz Datça – Bozburun seyahatinin ilk ayağı olarak 4 gün boyunca Datça’yı keşfettik. Bu bizim hayatımızdaki ilk Datça deneyimimiz olacaktı, o nedenle biraz heyecanlıydık. Datça’ya vardığımızda ise bu heyecan yerini acayip bir dinginliğe bıraktı. Tarifi epey zor… Hem çok tanıdık hem de gördüklerimizle bizi şaşırtan bir yer oldu Datça. Benim için yeni keşfedilen bir yerin ardından beğeni kriteri olarak sorulacak ilk soru “Buraya yeniden gelir misin?” olur. Bu soruyu kendimize sorduğumuzda “Kesinlikle evet!” dedik. O nedenle Datça bizim için sadece haritada üzerine gittim anlamında bir tik atılacak bir yer değil, uzun bir zamana yayıp, keşfedilmeyi her defasında yeniden bekleyen bir yer olacak.

ULAŞIM KONUSU ve SEYAHAT PLANI

Datça oldukça büyük ve dağınık bir yer olduğu için oradayken aracınızın olması bizce şart! Biz önce İstanbul’dan arabayla mı gitsek diye düşünüyorduk, sonrasında 10 saatlik yol gözümüzde büyüdü ve uygun fiyata uçak bileti bulunca uçakla gitmeye karar verdik. İstanbul’dan Dalaman Havalimanı’na 50dk’lık bir uçuşun ardından vardık. Hemen, önceden rezervasyon yaptırdığımız aracımızı teslim almak üzere Budget istasyonuna gittik. Vodafone Red‘lilere özel Budget ile araç kiralamada %50 indirim olduğu için, aracımızı da gayet makul bir fiyata kiralamış olduk.

Dalaman Havalimanı ile Datça arası yaklaşık olarak 2,5 saat sürüyor. Yol manzaraları çok keyifli o nedenle biz hiç sıkılmadık. Karnımız acıktığında ise Hisarönü‘nde bulunan ve tam da yol üstünde olan Mavi Pide‘de mola verip harika köz patlıcanlı pidelerinden yedik. Molamızın ardından 1 saat kadar sonra ise otelimize varmıştık.

Datça içerisindeki ulaşımda aracımız olmasaydı o koylara nasıl giderdik sorusunun cevabını ise Datça merkez garajından kalkan minibüsler olarak aldık.Bu minibüsler önemli mevkilerin hemen hemen hepsine sizi ulaştırıyor. Ama yine de imkanınız varsa bir özel aracınız olsun. Çünkü otelinizden minibüs garajına, minibüs garajından gideceğiniz yere her defasında koşturmak tatilinizin kalitesini biraz düşürebilir.

Biraz da Datça içerisindeki mesafelere değinmek istiyorum. Dediğim gibi Datça nispeten büyük bir yarımada. Hala bakir doğasını koruduğu için de bir yerden bir yere ulaşım sağlarken inanılmaz dar, engebeli, hatta bazen patika ve oldukça virajlı yollardan geçiyorsunuz. Şahsen kaç kere plajlara giderken vertigomun tuttuğunu sayamadım bile. Örneğin Datça merkezden Palamutbükü’ne gitmek istiyorsanız, bu mesafe yaklaşık olarak 30km gibi düşünün. Yani sizin plaja ulaşmanız yolun zorluğuyla beraber yaklaşık olarak 30-40dakika. Palamutbükü nispeten yakın bir plaj diyebilirim, olur da Knidos Antik Kenti’ne gitmek isterseniz, en uç nokta o olduğu için ulaşmak yaklaşık 1 saatinizi alır.

Datça’ya kaç gün ayırmamız gerekir diye sorarsanız, bize 4 gün yetmedi diyebilirim. Gidilecek, görülecek çok fazla yer var. O nedenle biz 4 güne sığdırabildiğimiz kadarını sığdırdık, yeniden gelmek için bahane olur dedik. Bir yandan da çok tadındaydı bence 4 gün, ama 1 günümüz daha olsa şikayet de etmezdim. Kısacası bizce Datça, Cuma-Pazar hafta sonu kaçamağı yapılacak bir yer değil. Onu biraz günlere yayarak, usul usul, yavaş yavaş yaşamak gerekiyor.

KONAKLAMA ÖNERİSİ; FLOW DATÇA SURF & BEACH HOTEL

Datça’da otel bakarken en zorlandığım şey denize sıfır, kendi plajı olan bir otel seçeneği bulmaktı. Çok tatlı, çok güzel butik oteller var ama ben o sıcakta bir denize girip ferahlamak istediğimde her defasında 30 km yol yapmayayım istedim. O nedenle seçeneklerimiz arasından Flow Datça Surf & Beach Hotel’ tercih ettik. Çok da iyi ettik 🙂

Flow, Datça merkeze gelmeden bir kaç km geride, kendine ait otoparkı olan, düz ayak, hem havuz alanı hem de çimenlik alanı hem de plajı olan bir tesis. Biz ana binada yer alan konak odalarından birinde kaldık. Ama dileyenler için taş evlerden oluşan bahçe odaları da mevcut. Çocuklu aileler için özellikle baya güzel bir alternatif.

Biz otelde kalıp tüm gün orada vakit geçirmekten de çok keyif aldık. Plaj alanındaki barı ve koltukları çok güzel. Datça şansımıza hep çok rüzgarlıydı biz oradayken. Ama hava 38 derece olduğu için o rüzgar da bazen iyi geldi diyebilirim. Otelin bulunduğu bölge her zaman bır tık daha fazla rüzgar alıyor, zaten bu nedenle surf kısmı da mevcut. Ama aklınıza devasa dalgalar getirmeyin, denizin çarşaf gibi olduğu da oldu. Kahvaltısı açık büfe şeklinde veriliyor ve çok zengin. Her sabah çeşit çeşit taze ekmek yapıyorlar. Biz oldukça konforluyduk. O nedenle Flow’u kesinlikle tavsiye ederiz!

EN İYİ KOYLAR

  • PALAMUTBÜKÜ

Datça denildiğinde ilk akla gelen yerlerden biri Palamutbükü’dür. O nedenle ilk gün doğrudan buraya denize girmeye gittik. Tavsiye üzerine ise, girişte solda kalan Mavi Beyaz Otel‘in plajında takıldık. Çok rahat ve keyifliydi. Plaja giriş ücreti kişi başı 40TL, bu fiyata şezlong, havlu ve bir adet içki dahil! Olur da giderseniz özellikle demirhindi rom isimli içkisinden deneyin! Kokteyller 37-40TL, alkolsüz içecekler 15-18TL, biralar 20-24TL civarında satılıyor.

Gördüğüm en güzel koylardan biriydi Palamutbükü… Denizin rengi aşık olduğum Symi denizi rengine çok benziyordu.

  • OVABÜK

Ertesi gün Palamutbükü’nün yan tarafındaki Ovabük’e gittik. Burası daha salaş ve daha sakindi. Sıra sıra restoranların önlerinde plaj alanları mevcut. Rüzgarı daha az alıyor. Biz uzun bir süre burada yer alan Poyraz Restoran önündeki plaj kısmında takıldık. Sanırım Datça’da gördüğümüz ikinci en güzel koy da burasıydı.

  • HAYITBÜKÜ

Ovabük’ün hemen yanındaki Hayıtbükü biz gittiğimizde inanılmaz kalabalıktı. O nedenle burada denize giremedik. Ama iki yamaç arasında kaldığı için hiç rüzgar almadığını ve denizin oldukça sığ olduğunu söyleyebilirim.

  • KIZILBÜK & GABAKLAR PLAJI

Ovabük’ten çıkıp yan yana sıralanmış Hayıtbükü ve Kızılbük’ü görelim istedik. Hayıtbükü çok kalabalıktı o nedenle tavsiye üzerine Kızılbük’ün sonunda yer alan Gabaklar Restoran’ın plajına gittik. Burası da çok keyifli plajlardan biriydi. Çocuklu aileler için özellikle bir çok anlamda mantıklı olabilir.

Her şeyden önce kocamaaan bir bahçesi var ve ağaçların altına kurulmuş bir sürü dinlenme alanı var. Şurada bir şekerleme yapsam diyeceğiniz bir çok nokta bulacaksınız 🙂

Biz buraya vardığımızda inanılmaz bir rüzgar başladı, o nedenle denize pek giremedik ama restoran kısmında bira-kalamar yaptık. Datça’da rüzgar biraz şans işi anladığım kadarıyla ve ne yazık ki bizi 4 gün boyunca epey bir tokatladı 🙂 Ama hava sıcaklığı da 35 civarlarında olunca, esmese ne olurduk diye de düşündük hep. Uzun lafın kısası, Datça’da rahatlıkla önerebileceğim plajlardan biri de burası oldu.

NEREDE NE YİYELİM?

  • FEVZİ’NİN YERİ

Sevgili arkadaşımız Ayşe Köroğlu sayesinde bir akşam yemeğimizi Datça merkezde yer alan Fevzi’nin Yeri’nde yedik. İyi ki de yedik! Ayşe’nin dediği gibi kendimizi İzzet Bey’e (baş garson) bıraktık ve biz dur diyene kadar o getirdi. Burada klasik bir meyhanede bulabileceğiniz hiç bir meze yok! Konsepti bilmediğim için de gidip “Yoğurtlu mezeniz yok mu ?” diye sordum! Sormaz olaydım 🙂 İzzet Bey bana meyhane kültürünü, günümüz meyhanelerinde nelerin yanlış yapıldığını, kendi tarzlarını bir güzel anlattı 🙂 Fevzi Bey’in kendine has uslubuyla hazırlanmış çok acayip bir mönüleri var. Hatta İzzet Bey “Çiğ balık gibi şeyler sever misiniz?” diye sorduğunda ben “Ay ben yiyemem!” dedim 🙂 İzzet Bey de “Sen bir tat bakalım sonra konuşuruz.” dedi. Başlangıç mezeleri arasında orkinos getirdi. Böyle bol limonlu, tuzlu ve sarımsaklı bir sosu olan minik minik doğranmış bir orkinos. Mırın kırın ettim önce, sonra bir tadayım dedim. Sonra ben bir utan! Bir utan! Öyle ön yargılı olup da ben yemem dememek lazımmış onu anladım 🙂 Sanırım bütün tatil boyunca aklımızda en çok kalan lezzetler burada yediklerimiz oldu. Başta gelen cevizli zeytin, mürdümik (fava), güveç sübye, kremalı midye ve fener kavurma muhteşemdi. Kesinlikle tavsiye ederiz. İzzet Bey ve Fevzi Bey’e de selamlarımızı iletiniz 🙂 / Fiyat performans kalitesi müthiş! Rezervasyon şart!

  • CULINARIUM

Datçalı sayılabilecek yakın bir arkadaşımın favori mekanı olan Culinarium, ilk akşam yemeğimizi yediğimiz yerdi. Açıkçası normal bir restorana gittiğimizi zannederken kendimi Datça Limanı’na bakan bir apartmanın terasında, bir evin terasında buluverdim 🙂 Mekanın küçücük bir terası, arkada minik bir avlusu ve alt katta kapalı bir restoran alanı bulunuyor. Rezervasyon yaptırırsanız muhakkak teras diye belirtmeyi unutmayın.  Culinarium bir aile işletmesi, beyefendi mutfağın başında, hanımefendi ise serviste! Hanımefendi Alman ama 20 yılı aşkın süredir Datça’da yaşıyor, şakır şakır da Türkçe konuşuyor. Mönüye kattıkları da açık şekilde görülüyor. Burası ağırlıklı olarak şarap eşliğinde bir şeyler yemek isteyenler için uygun bir mönüye sahip! Başlangıçlardan beyaz peynirli risotto ve balıklı&karidesli kabak çiçeği dolması çok lezzetliydi. Ana yemek için balık ve et seçenekleriniz mevcut. Biz tavsiye üzerine beyaz lagos balığı yedik. Sanırım bu yemekteki en büyük hatamız bu oldu 🙂 Çok lezzetliydi ancak tavada yağda pişirildiği için çok ağır geldi ve bütün gece midemizi mahvetti.

Değişik bir deneyim isterseniz kesinlikle tavsiye ederiz, ancak pahalı bir yer olduğunu söylemem gerek. 1 şişe beyaz şarap, iki başlangıç ve 2 adet balık toplamda 400TL civarında tuttu. Ben bir daha gidecek olsam, şöyle bir plan yapardım; terasta yerimi ayırır, gün batımı saatinde orada olur, 2-3 başlangıç söyler ve şarabımı içer kalkardım. Başlangıçların porsiyonları büyük. O nedenle gözünüz korkmasın. / Fiyat performans kalitesi orta! Rezervasyon şart!

  • VİLLA AŞİNA

Datça’da yediğimiz en güzel yemeklerden biri de buradaydı! Villa Aşina aslında bir otel. Saklı koy denilen bir koyda, denize nazır bir manzarası olan terasında dileyen misafirlerini dışarıdan da restoran için ağırlıyor. Tek yapmanız gereken, önceden rezervasyon yapmak ve gideceğiniz gün öğlene kadar arayıp balık mı et mi yemek istediğinizi söylemek. Çünkü ona göre günlük alış veriş yapılıyor ve size özel bir sofra kuruluyor. Villa Aşina’nın Tarsuslu sahibi Bülent Bey’in elinin lezzetini daha gitmeden duymuştuk. Ne yazık ki biz gittiğimizde kendisi Datça dışındaydı ancak mutfak ekibi de en az onun kadar başarılı. Arkada tatlı tatlı çalan Tanju Okanlar, samimi bir ortam, lezzetli yemekler! Zaten daha ne ararsınız ki? Bir de tabi Villa Aşina’nın müthiş dostu Gamsız var! Gamsız öyle sıcak kanlı ki, hemen yanınıza sokuluveriyor. Bütün gece aşk yaşadık biz kendisiyle!

Bizim masamıza gelen mezeler, havuç tarator , çağlalı caciki, ege otları mücver, somon pate ve tarçınlı barbunya idi. Ben özellikle tarçınlı barbunyaya bayıldım! Baransel de somon pateyi çok sevdi.

Ara sıcak olarak ise kocaman bir güveçte karides mantısı geldi. İnanılmaz lezzetliydi! Biz zaten o noktadan sonra doymuştuk ama üzerine kocaman bir deniz levreği geldi. Neyse ki kalanları Gamsız yiyormuş 🙂 Gözüm arkada kalmadı! / Fiyat performans kalitesi yüksek! Rezervasyon şart!

  • LEYLA DATÇA 

Datça’nın içerisinde 1001 gece masallarını aratmayan bir atmosfere düştük! Datça’nın Reşadiye köyünde yer alan ve yerli halk tarafından Koca Ev diye de bilinen meşhur Mehmet Ali Ağa Konağı, günümüzde bir butik otel olarak kullanılıyor. Otelin avlusunda ise daha 1 ay önce açılmış Leyla Restoran yer alıyor. Otel ve restoran farklı işletmeler. Ancak restorana gitmek için zaten konağın bahçesine girmeniz gerektiğinden, zaten ilk adımda büyüleniyorsunuz. Biraz Fas, biraz Endülüs ve biraz Osmanlı mimarisi var konakta. Bahçenin peysajına hele inanamazsınız. Bin bir çeşit bitki…

 

 

Restoranın bir ana avluda bir de arka bahçede alanı var. Arka bahçe alanı biraz daha küçük ve genelde kalabalık gruplara ve özel etkinlik düzenlemek isteyenlere veriyorlar. Bence bahçe kısmı daha keyifli bu arada!

Arka bahçedeki bu dev kaktüslere bayıldık 🙂

Leyla Restoran’ın mönüsünde hem deniz mahsulü hem de et var. Bize göre rakıdan ziyade şaraplık bir mekan. Başlangıç olarak soğuk badem çorbası ve soğuk ayran aşı çorbası güzel ve ferahlatıcı seçenekler. Ana yemek olarak Baransel dana kaburga aldı, bense bonfile! Açıkçası bonfile beni biraz hayal kırıklığına uğrattı ama dana kaburga baya güzeldi. Restoran daha 1 ay önce açıldığı için eksiklikleri çok! Servisi yavaş, örneğin biz ana yemeğe geçtiğimizde şarabımız yeni gelmişti gibi… Ama düzeleceğini düşünüyorum, yeni başlayan bir işletmenin oturması zaman alacaktır.

Restoranın ucuz ya da makul fiyatlı olduğunu asla söyleyemem. Hatta tüm tatil boyunca ödediğimiz en yüksek hesabı burada ödedik. O nedenle bir daha gidersem sadece bir iki başlangıç ve şarapla takılabilirim sırf o atmosferi yaşamak için.

Bu arada kişi başı 38TL’ye bu ortamda güzel bir kahvaltı da edebilirsiniz. Aklınızda olsun! /Fiyat performans kalitesi orta! Rezervasyon şart!

  • POYRAZ RESTORAN

Ovabük’te yer alan Poyraz Restoran, bizim Bozcaada’da yer alan Vahit’in Yeri’nin bildiğin Datça versiyonu! O nedenle çok çok sevdik! Ağırlıklı olarak öğlen ya da akşamüstü bir şeyler atıştırmak için ideal! Zaten aslında hem pansiyon tarafı var hem restoran tarafı! O nedenle kendi önünde plajı olduğu için tüm gün burada takılabilirsiniz. Biz de aynen öyle yaptık! Vardığımızda karnım çok açtı o nedenle hemen bir kaç şey söyledik. Yediğimiz tüm mezeler çok iyiydi! O nedenle aslında daha bir sürü şey söylemek istedim ama midem izin vermedi 🙂 Etrafımdaki herkes ise mutlaka yoğurtlu patates ve biber kızartması yiyordu. Sanırım onu da denemek lazım aklınızda olsun 🙂 Biz çok sevdik burayı! Kesinlikle tavsiye ederiz! / Şezlong için ekstra para ödemedik. Fiyat performans çok iyi! – Öğle saatinde rezervasyonsuz gittik, bir sıkıntı yaşamadık. Bence rezervasyona gerek yok!

  • PAYAM PALAMUTBÜKÜ

Palamutbükü’nden ayrılmadan önce, çok tavsiye edilen Payam‘a gittik. Aslında toktuk ama sırf denemek için bir mantı ve o meşhur portakallı, bademli ve çikolatalı kurabiyelerinden aldık. Mantı konusunda hassas biriyimdir. Çok şanslıyım ki ailede inanılmaz mantı açan hanımlarla büyüdüm. O nedenle o hamur incecik olmadan, kıyması bol tutulmadan benim için mantı geçer not alamıyor. Buradaki mantının hamuru nispeten ince sayılırdı ama içinde neredeyse hiç kıyma yoktu, sadece yoğurtlu haşlanmış hamur yiyormuşsunuz gibi bir hissiyat verdi bana. O nedenle mantısını tavsiye etmem. Ama o kurabiyeler! Ah o kurabiyeler! Payam bence akşam üzeri çay saati yapılabilecek ve fırın kısmından muhteşem kurabiyeler kekler denenebilecek bir mekan. Bu anlamda kesinlikle tavsiye ederiz!

  • DATÇA SAHİLİNDE YER ALAN DİĞER MEKANLAR

Datça’nın aynı Bodrum-Gümüşlük sahili gibi bir sahili var. Dekorasyon ve konsept birebir aynı! Bu sahilde de bir sürü yan yana restoran var. Bunlardan birine de gitmek isteyebilirsiniz. Ama bizim hem programımızda yoktu hem de biraz fazla kalabalıktı, o nedenle burada bir deneyim yaşamadık. Onu da belirteyim istedim… Ama tavsiyeler arasında gelenler, Maradona, Hüsnü’nün Yeri, Kumluk Restoran ve Dutdibi idi. Aklınızda olsun! Bir de yemek öncesi ya da sonrası bir şeyler içmek isteyenlere Cafe Inn önerilir!

ESKİ DATÇA

Datça’ya gelip de şöyle bir Eski Datça sokaklarında yürümeden olmaz! Datça merkezden yaklaşık 2 km uzaklıkta bulunan eski adı Dadya olan Eski Datça’ya dolmuşlarla ulaşabiliyorsunuz. Tam gün batımı saatiydi biz gittiğimizde… Tüm sokakların arasından turuncu bir ışık beliriveriyordu. Atmosfer çok güzeldi gerçekten.

Biz buradan yemeğe gideceğimiz için bir yerde oturup bir şeyler içmeye fırsatımız olmadı. Ancak Can Yücel’i Kahvesi olarak da bilinen Orhan’ın Kahvesi’nde oturup bir şeyler içmek keyifli olabilir.

Hafif Alaçatı atmosferine sahip sokaklar, Alaçatı’dan çok çok daha küçük elbette. Tüm sokakları gezmeniz en fazla yarım saat sürer.

Eski Datça denince akla ilk gelen isim ünlü Türk şairi Can Yücel oluyor elbette. Ailesiyle uzun yıllar boyunca Eski Datça’daki evinde yaşayan Yücel’in vefatının ardında da bugün hala evinin önü onu ziyarete gelenlerle dolu.Öyle ki kapıya artık “Burası bir Müze değildir.” yazmak zorunda kalmışlar. Ziyaret edenlerin de kendince hakkı var tabi, ona bir nebze de olsa yakınlaşmış gibi hissediyorlar belki de kendilerini. Mesela benim tüm o sokakları gezerken aklımda hep şu satırlar vardı;

Başka türlü bir şey benim istediğim…
Ne ağaca benzer, ne de buluta…
Burası gibi değil gideceğim memleket…
Denizi ayrı deniz…
Havası ayrı hava…
Can Yücel

DATÇA’DA GECE HAYATI

Datça’da inanılmaz bir gece hayatı yok, zaten olmasın da! O anlamda da Bozcaada’ya çok benziyor. Çünkü zaten Datça’nın mizacına ters bu durum. Sahilde sevdiceğinle el ele yürürken hala dalga sesi duyabileceğin bir yer Datça!

Belirli dönemlerde belediyenin düzenlediği festivaller olabiliyor, o festival dönemlerinde halk konserleri veriliyor. Bizim gittiğimiz dönemde Tiyatro Festivali vardı ve şansımıza ilk akşam çok sevdiğimiz Güvenç Dağüstün çıkmıştı. Böyle dönemlere denk gelirseniz gece yarısına kadar müzik dinleyebilirsiniz.

Tabi ki bir de yaz boyunca devam eden Datça Amfitiyatro Yaz Konserleri var! Bunlara da mutlaka göz atın, orada olacağınız tarihe denk gelecek güzel bir konser bulabilirsiniz belki !

Diğer bir alternatif ise, liman tarafında yer alan ve Datça’nın sanırım daimi tek konser mekanı Coop Live! Buradaki programı haftalık olarak takip edebilirsiniz! Bizim şansımıza bir akşam  çok sevdiğimiz Cümbüş Cemaat grubu çıkıyordu. Biz de yemekten sonra dinlemeye gittik ve çok eğlendik! Sabahlara kadar sürmüyor o konser hali  tabi, en fazla 01:00 itibariyle müzik kesiliyor. Bu güzel bir şey, ben yadırgamıyorum. Bizim döndüğümüz gün de Yeni Türkü çıkacaktı mesela… O nedenle bence mutlaka takvimine internet sitesinden bakın 🙂

Eğer güzel caz dinlemek isterim derseniz Palamutbükü’nde yer alan Whatsapp Chef Beach Pub bazı akşamlar caz sanatçılarını ağırlıyor.

Tüm sergi, konser ve bilumum etkinlikler için My Datça sitesine bakabilirsiniz!

DATÇA’DAN ALMADAN DÖNMEMENİZ GEREKEN ÜÇ ŞEY

  1. İncir – Hayatımda yediğim en güzel incirlerdi.
  2. Badem – Gerçekten çok iyi!
  3. Bademli Zeytin – İnanılmaz bir lezzet! Çekirdeği çıkartılmış yeşil zeytinlerin içerisine çiğ badem içi doldurulmuş.

Açıkçası bölgenin şarap konusunda biraz daha gelişmesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece yarı tatlı beyaz şarabını, üzümünden dolayı baya sevdik. Zeytinyağı da güzeldi ama Çanakkale’den daha iyiydi diyemem. Bir de bence bir tutam kaktüs getirin 🙂 O kaktüslerin yere düşmüş bir tutamını evde toprağa gömüp yetiştirebiliyorsunuz. Ben yapamadım içimde kaldı, ama bir daha gitsem kesin yaparım!

DATÇA’DA ZAMAN BULUP DA YAPAMADIKLARIMIZ

  • Knidos Antik Kenti’ne gitmek ve orada gün batımını izlemek
  • Datça Vineyard’da gün batımı eşliğinde tadım yapmak
  • Kargı Koyu, İnbükü, Domuz Çukuru, Karaincir ve Palamutbükü’nün hemen yanındaki Akvaryum Koyu’nda denize girmek
  • Günübirlik teknelerle koy koy gezmek
  • Kite ve Wind surf deneyimi yaşamak
  • Kızlan’da bulunan eski yel değirmenlerini görmek
  • Bodrum feribotlarının kalktığı Kairos Marinası’nda gün batımı izlemek

DATÇA HAKKINDA NAÇİZANE GÖZLEMLERİM

  • Datça bize Bozcaada’yı çok fazla anımsattı. Ama bir yandan da hem daha büyük hem de nispeten daha hareketli olduğu için ve belki de tüm evlerin bembeyaz olmasından kaynaklı azıcık Bodrum’u da anımsattı. İkisinin karışımı ama Yunan etkilerinin de fazlaca görüldüğü bir yer diyebilirim.
  • Datça’nın bitki örtüsü coğrafya derslerinde begonvil olarak okutulmalı 🙂 Bu kadar yer gördüm, begonvilin bu kadar yakıştığı başka bir yer görmedim! Tabi ki bir de kaktüsler! Çok nadir görülen bu kaktüsler ve begonviller o turkuaz denizle nasıl bir ahenk içinde anlatamam! Datça bende hep bu üçlü ile kalacak…
  • Datça Muğla ilimize bağlı bir kasaba olmasına rağmen sokaklarda göreceğiniz 06 plaka yoğunluğu sizi şaşırtmasın 🙂 Bizi şaşırttı ve sormak durumunda kaldık 🙂 Çünkü resmen İzmirliler için Alaçatı neyse, Ankaralılar için de Datça o gibi davranılıyor 🙂 Sonradan öğrendim ki 70’li yıllarda Ankaralı bürokratlar ve memurlar Datça’da çok fala sayıda kooperatif işine girmişler, emekli olduktan sonra da çoğu Datça’ya yerleşmiş. Şimdi onların alt jenerasyonları da yazlık niyetiyle Datça’ya geliyormuş. Öyle ki bir çok restoran ve otelin işletmecisi de Ankaralı 🙂
  • Symi’ye ülkemizden en yakın iki noktadan biri de Datça, ancak bu kadar yakın olmasına rağmen arada bir feribot ya da tekne seferinin olmaması çok üzücü. Yetkililere sesleniyorum 🙂
  • Datça ve Bodrum arasında arabalı feribot seferlerinin olması çok güzel! Toplamda 1,5 saat sürüyormuş.
  • Datça’da gördüğüm en büyük eksiklik bir 3. dalga kahvecinin olmaması! Varsa ve ben bilmiyorsam lütfen aşağıya yorum olarak bırakın 🙂 Ama şöyle bohem, tatlı bir 3. dalga kahveci çok yakışırdı!
  • Datça özelinde değil ama Datça seyahati sonrasında çok düşündüğümüz bir konu var. Sanırım artık Türkiye’de ucuz bir yer kalmadı… Ekonomi o kadar batık durumdaki, işletmeciler haliyle fiyatları her yerde çok arttırmış durumda. Ülkede bir çok yazlık yerde kalamar yedik, en salaşından en lüks restoranına kadar, minimum fiyatın en salaş mekanda bile 40TL’ye sabitlendiğini söyleyebilirim. Datça tatilini planlarken Datça’yı aslında, her yaz ritüel haline gelen Yunan Adaları seyahatinin yerine koymuştuk. Çünkü Euro ile başa çıkamayacaktık. Çok açılmayalım, gitmediğimiz bir yeri görmüş olalım mantığıyla yola çıktık. Ama Datça bizi çok şaşırttı. Gittiğimiz çoğu restoran ya da meraktan haberdar olduğumuz çoğu konaklama seçeneği çok pahalıydı. Alkol zaten aşırı pahalı. Gelen vergiler nedeniyle işletmeci ne yapsın? Ona da kızamıyorum! Ama Migros’ta 35TL’ye satılan bir yerel şarabı sen bana 230TL’ye satıyorsan bu işte bir yanlışlık var diye düşünürüm. Bu bana çok ayıp geliyor. Para ülkemizde öyle bir el değiştirdi ki, son yıllarda gittiğimiz her yerde bunu çok net görebiliyoruz. Dolayısıyla kaliteli yerel turist çok azaldı. E şimdi bu azınlık turist yurt dışına da çıkarken bir düşünüyor. Peki ne olacak bu işin sonu? Ben size söyleyeyim, bu işin sonu kayın valide yazlığı ya da biraz şanslıysanız kendi yazlığınıza dönecek. 🙂

Datça fotoğraflarımıza instagram üzerinden #kucukmarthadatca dan ulaşabilirsiniz.

Sevgiler

Özüm & Baransel

 

 

 

GEZİ NOTLARI SEYAHAT

AVRUPA’NIN EN GÜZEL ŞEHİRLERİNDEN BİRİ – ONE OF THE MOST BEAUTIFUL CITIES OF EUROPE; PORTO

Avrupa’da hatırı sayılır adette şehir gezmişliğim, hatta bazılarında 1 aydan fazla süre ile yaşamışlığım var. Portekiz zaten ülke olarak da daha önce gitmediğim ve mutlaka gitmek istediğim bir ülkeydi. Ama bir çok insanın aksine hiç bir zaman Lizbon’u merak etmedim. Sanırım çok fazla fotoğraf gördüğümden, çok fazla dinlediğimden olacak ki içimde merak uyandırmadı. Ama Porto… Porto bir başkaydı… Bir kere daha önce giden çok fazla insana rastlamamıştım… İsminin romantikliğinin dışında da pek bir fikrim yoktu… Sanırım bilinmeyene gitmek beni hep daha fazla heyecanlandırıyor. O nedenle THY’nin Haziran ayında yapmış olduğu bilet kampanyasında 500TL’ye Porto biletini bulunca Baransel’e bile sormadan aldım gitti. Akşam eve gittiğimizde “Ekim’de Porto’ya gidiyoruz sürpriiiiiiiz” dedim 🙂 O kadar net ve emindim yani bu işten 🙂 Ancak araya uzun soluklu Phuket & Krabi tatili ve onun araştırması girince, Porto hazırlıkları son dakikaya kaldı. Mesela otellerde Ekim ayında inanılmaz bir doluluk vardı. Keza Airbnb’de de sabah gördüğüm evi akşama bir daha bulamıyordum çünkü tutulmuş oluyordu. Hal böyleyken sınırlı seçeneklerimiz arasından nispeten ucuz, merkezi ve temiz bir ev seçtik.

English: I have traveled a considerable amount of cities in Europe, and even have lived for over a month in some of them. Portugal is a country that I have never gone to , but  that I want to see it. But unlike many people, I have never wondered about Lisbon. I guess I did not wonder about it because I saw too many pictures and I listened too much things about it. But Porto … Porto was a different … I have never met too many people who have gone before … I had not any idea about it, i just knew that it has romantic name… I guess it always makes me more excited to go unknown. That’s why I bought a flight ticket in June without even asking Baransel. Because Turkish Airlines had a ticket campaign and I got tickets to Porto for 500TL.  When we went home in the evening, I said, “We will go to Porto in October, surpriseeee,” … I was very determined and confident. 🙂 However, because we went to a long vacation in Phuket & Krabi before Porto, we were able to made preparations to go to Porto last minute. Likewise at the Airbnb I could not find any house. Some houses which I find in the morning  , they were being full when i check them in the evening.  Because the reservation was being made. So we chose a relatively cheap, central and clean house among our limited options.

Porto’da kaldığımız ev bu mahallede yani Ribeira‘da idi. Burası Porto’nun Old Town’u olarak da biliniyor. / The house we stayed in Porto was in Ribeira in this neighborhood. This is also known as Porto’s Old Town.

PORTO’DA ULAŞIM – TRANSPORT FOR PORTO

Küçücük, bayır dolu sokaklarının her birinde mutlaka sizi büyüleyecek bir şey çıkıyor karşınıza. O nedenle yürümekten asla vazgeçmeyin. Tüm o bayırlara rağmen 4 günde 50KM yol yürümüşüz ve bize çok iyi geldi. Gelişmiş bir metro ve tren hattı olmasına rağmen inanın pek ihtiyaç duymuyorsunuz. Örneğin biz havalimanından şehre gelirken metroya bindik. Bunun için havalimanı içerisindeki okları takip edip mor renkte olan E hattına biniyorsunuz ve muhtemelen sizin de ulaşmak isteyeceğiniz istasyon merkez istasyon olan, o harika çinilerle kaplı Sao Bento tren istasyonu olacak. Bu istasyona ulaşabilmeniz için ise sarı hatta geçmeniz gerekli, o nedenle önce Trindade istasyonunda inip, D yani sarı hatta geçip 2 durak sonra inmeniz gerekiyor. Bunların hepsi ortalamada 45dk kadar sürüyor. Bir de Sao Bento’da inip tüm o bayırlı sokakları varacağınız yere kadar yürümeniz gerekli. Peki biz ne yaptık? Havalimanından metroya bindik ve Trindade’de indik.

English: There is a tiny things that will surely fascinate you in each of the sloping roads. Do not give up walking for that reason. We walked 50KM in 4 days despite all the sloping roads and it was very good for us.Though there is a very good subway and train line, you do not need to get on the subway or trains, believe me. For example, we went to the city center from the airport by the metro. Follow the directions of the arrows in the airport and get to the purple E line , you will arrive at the Sao Bento train station, which is covered with those wonderful wall tiles. Probably, the station you want to reach will be this central station, Sao Bento.You need to change to yellow line to reach this station, so you will get off in Trindade station. You should change to D yellow line and get off after 2 stops. They all last for about 45 minutes. You need to get off in Sao Bento and also have to walk all the sloping roads which is to reach to where you go. So what did we do? We got on the metro from the airport and got off in Trindade.

Elimizde bavullar ve bu güzel havada daha fazla oyalanmayalım diye önce istasyonun yanında o çok görmek istediğim harika muralı görüp fotoğrafını çektik, sonra da taksiye binip evimize gittik. Kısa bir matematik yapalım beraber 🙂 Metro bileti kişi başı 2,25 Euro idi. Trindade’den Riberia bölgesindeki evimiz ise taksi ile 7 Euro tuttu. Meğer zaten havalimanından taksiye binip direkt gelsek 15 Euro verecekmişiz! 🙂 O nedenle dönüşte hiç metro falan uğraşmadan doğrudan taksiye bindik. 🙂 Size de tavsiyem eğer zaman sizin için de kıymetliyse ve bavullarınızla uğraşmak istemiyorsanız bence direkt taksiye binin. Hop 15 dakikada ulaşacağınız yerdesiniz!

English: We firstly saw the wonderful mural that I wanted to see, its next to the station. In this beautiful air with our suitcases, we took its photo and then we went to our house by taxi. Let’s study a little mathematics together ? The metro ticket was € 2.25 per person. We paid 7 Euro , to go to our house in Riberia from Trindade by taxi. If we had come directly from the airport to the house, we would had paid 15 Euro! ? For that reason, we directly went back to the airport by taxi instead of metro. 🙂  I also recommend you if the time is precious for you and you do not want to carry your suitcases, I think you should take a direct taxi. You will arrive in 15 minutes!

PORTO’DA GÖRÜLMESİ GEREKEN YERLER / MUST SEE PLACES IN PORTO

Porto beni “ilk görüşte aşk gibi” etkiledi. Havasına, sokaklarına, insanına, yemeğine, şarabına gerçekten bayıldım. Hepsinin yanında genel olarak ucuz olması da cabasıydı. O nedenle ilk dakikadan son ana kadar “dönmek istemediğim” bir yer haline büründü. Bu duygularımı anlamanız için mutlaka görmeniz gereken bazı yerleri sizinle paylaşmak istiyorum.

English: Porto impressed me as “love at first sight”. I really loved the air, the streets, the people, the food, the wine. Besides all of them, it is a cheap country. Therefore, from the first minute until the last moment, it become a place “I do not want to return to”. I want to share with you some of the places you absolutely must see to understand these emotions.

Ribeira ve Dom Louis I Köprüsü / Riberia and Dom Louis I Bridges

Porto, Douro nehrinin iki yakaya ayırdığı, bir tarafının Ribeira diğer tarafının ise Gaia adı verildiği, eski binalarıyla, yokuşlu sokaklarıyla hafif bir Galata ve Karaköy havası olan nispeten küçük bir şehir. Ribeira, adeta eski merkez diye geçiyor. Tüm tarihi ve turistik yerler neredeyse bu tarafta.

English: Porto is a city where the river Douro is divided into two parts, one called Ribeira and the other called Gaia. It is a small city with old buildings, sloping streets, Galata and Karaköy atmosphere. Ribeira is almost like the old center. All the historical and touristic places are almost on this side.

İki yakayı birbirine bağlayan köprülerden en meşhuru ise bu Dom Louis I Köprüsü. İki katlı olan köprünün alta katından arabalar ve yayalar, üst katından ise tramvay ve yayalar geçiyor. Mutlaka bir akşamüzeri gün batımı saatinde köprünün istediğiniz katından birinden yürüyün ve tam ortasından nehri  ve şehri izleyin!

English: The most famous of the bridges connecting the two parts is the Dom Louis I Bridge. The two-storeyed bridge passes cars and arcades from the lower floor, and trams and arcades pass from the upper floor. Walk on any floor of the bridge on an sunset and watch the river and the city in the middle of it!

Gün batımı Porto’ya gerçekten çok yakışıyor. Dilerseniz yol boyunca uzanan kafelerden birinde oturabilir, nehir kenarında marketten aldığınız şarabınızı yudumlayıp piknik yapabilir ya da köprünün tam altında yer alan Bar Ponte Pensil‘de bir akşamüstü kokteyli içebilirsiniz.

English: The sunset is really beautiful in Porto. You can sit in one of the cafés along the way, you can drink your wine which bought from the market on the riverside, have a picnic or have an afternoon cocktail at Bar Ponte Pensil, just below the bridge.

Gaia Bölgesi ve Port Wine Üreticileri / Gaia Region and Port Wine Producers

Gaia bölgesinde ise, nehir kenarında Porto’nun meşhur Port Wine (Liman Şarapları) üreticileri ve restoranlar, arka taraflarda ise daha çok yeni yerleşim alanları yer alıyor. Bu tarafta binalar, arabalar ve hatta insanlar bile daha bakımlı 🙂 Bir anda Karaköy’den Bebek’e geçmiş gibi oluyorsunuz.

Portekiz şarabı olarak bilinen Port Wine aslında tam olarak bir şarap değil. Daha çok likör denebilir. Özelliği ise, Portekizli denizcilerin İskoçya’dan getirdikleri eski ve kullanılmış viski fıçılarında bekletiliyor olması. Yani aromasını biraz da bundan alıyor. Daha çok yemek öncesi ya da sonrası shot şeklinde içilen likörümsü şarabı denemek isterseniz, bu bölgedeki tüm üreticilerde tadım yapabilirsiniz. En meşhurları Sandeman. Biz tadım yapmadık ama eve hatıra olarak bir şişe Sandeman almayı ihmal etmedik.

Diğer yandan eğer Dom Louis I Köprüsü’nün en üst katından yürüyerek bu bölgeye geçerseniz, teleferikle aşağıya inip aynı zamanda manzaranın başka bir açıdan da tadını çıkartabilirsiniz.

Bu bölgeye akşam yemeği için geçerseniz mutlaka ama mutlaka Taberninha do Manel‘de yemek yiyin.

English: In Gaia, Porto’s famous Port Wine producers and restaurants are located by the river. In the back of the river also there are the new settlements. On this side, buildings, cars and even people are more well-maintained. You seem to have gone to Bebek from  Karaköy.

Port Wine, known as the Portuguese wine, is actually not exactly a wine. We can say like liquors. Its specialty is that kept in old whiskey barrels that bring from Scotland by Portuguese seamen. So its flavor is good. If you want to taste liquorice wine which is mostly shot before or after the meal, you can taste it in all the producer companies  in this region. The most famous is Sandeman. We have not tasted it but we have not forgotten to buy a bottle of Sandeman to our house.

On the other hand, if you walk on the top floor of the Dom Louis I bridge, you can go down on the cable car and enjoy the view from another angle at the same time.

If you go to this region for dinner, surely you should definitely have a dinner at Taberninha do Manel.

Sao Bento Tren İstasyonu / Sao Bento Train Station

Hayran kalmamak imkansız… Porto’nun hemen her yerinde kullanılan çiniler, sanırım en çok bu tren istasyonuna yakışmış. Daha yolculuğa çıkmadan sizi kendi içerisinde bir yolculuğa çıkarıyor. Bu istasyon duvarlarında çinilerle Portekiz’in tüm tarihi anlatılıyor. 19. yüz yıl sonunda inşa edilen istasyonun çinilerinin tamamı, sanatçı Jorge Colaço tarafından 11 yıllık (1905-1916) bir süre boyunca yerleştirilmiş ve bugünkü halini almış. Ama ben size başka bir şey anlatmak istiyorum 🙂 Bir efsaneye göre bu istasyonda bir rahibenin ruhu yaşıyor… Nasıl mı?

İstasyon inşa edilmeden önce aslında bu yapının yerinde Ave Maria Manastırı varmış. Onlarca rahip ve rahibe bu manastırda yaşarmış. Ancak 1834’te Portekiz’deki bütün dini emirler, “rahip katili” olarak da bilinen Joaquim António de Aguiar adında bir politikacının kararı ile feshedilmiş. Yani artık rahip ve rahibelerin kararları ve emirleri bir hiç olarak sayılacakmış. Bununla beraber din insanlarına ait olan mülklere, o mülkte yaşayan son din insanı öldükten sonra el konulmasına karar verilmiş. İşte bu karara bu manastır da dahilmiş. Bu manastırdaki son rahibe bu kararın alınmasından tam 58 yıl sonra yani 1892’de ölmüş. Ardından binaya el konulup bugünkü halini alacak tren istasyonu inşaatına başlanmış. Efsaneye göre bu rahibenin ruhu hala Sao Bento içerisinde yaşarmış. Çok sessiz bir ana denk gelirseniz rahibenin dualarının istasyon duvarlarından yankılanarak kulağınıza geldiğini söyleyen insanlar var 🙂 Biz duymadık 🙂 Açıkçası o istasyonu boş ve sessiz bulabilir misiniz bundan da emin değilim 🙂

English: You will admire it is really fascinating… I think, tiles used almost everywhere in Porto look much more beatiful on the walls of this train station. It takes you on a journey. The tiles which on the walls of these stations tell you the whole history of Portugal. All of the tiles of the station which is built at the end of the 19th century were placed by artist Jorge Colaco over a period of 11 years (1905-1916) .. But I want to tell you something else ? According to a myth, a Nun’s soul lives in this station … How?

Before the station was built, Actually there was the Ave Maria Monastery in stead of this building. Tens of priests and nuns had lived in this monastery. However, in 1834, all regular religious orders in Portugal were abolished by the decision of a politician named Joaquim António de Aguiar, also known as the “priest-killer”.  So, the decisions and orders of priests and nuns had lost its significance. However, it was decided to confiscate to properties belonging of religious people after the last religious person who live in the property die. Including this monastery. The last nun in this monastery had died in 1892, exactly 58 years after this decision was taken. Then the building had taken, and the construction of the train station which will taken place today’s, had started. According to legend, the soul of this nun still have lived in Sao Bento.  If you are in the station at a very quiet time, there are people who say that the nun’s prayers echoed from the station walls and came to your ear ? We did not hear it ? Obviously, can you find that station empty and quiet ? I’m not sure  🙂 

Tüm bu bilgiler bir yana, tren istasyonundan bir çok yere ulaşmanız mümkün. Eğer başka şehirlere de geçmek istiyorsanız başlangıç noktanız burası olacaktır. Biz Aveiro’ya giderken de bu istasyonu kullanmıştık. Gitmeden önce ben internet sitesinden güncel olarak tüm saatlere ve bilet fiyatlarına bakmıştım. Plan yapmadan önce bu siteye mutlaka bakmanızı öneririm.

English: On the other hand, it is possible to go almost anywhere from the train station. If you want to go to other cities, this will be the starting point. When we wanted to go to Aveiro, we went from this station. Before we left, I looked up all the hours and ticket prices on the website. I suggest you take a look at this site before you plan.

 Carmo ve Carmelitas Kiliseleri / Carmo and Carmelitas Churches

Hayatımda gördüğüm en güzel kiliselerden biri oldu sanırım bu yapı. Dikkatli bakmazsanız aslında bu yapıyı tek bir kilise zannedersiniz. Ancak bu yapı iki ayrı kiliseden oluşuyor. Aralarında sadece dünyanın en dar evi olduğu için birleşik gibi gözüküyorlar. Sol taraf Carmelitas Kilisesi (Igrajo do Carmelitas), sağ taraf ise Carmo Kilisesi (Igrajo do Carmo). Bu fotoğrafta görmüş olduğunuz muhteşem duvar Carmo Kilisesi’ne ait olduğu için favorim o oldu 🙂

English: I think this is one of the most beautiful churches I’ve ever seen. If you do not look carefully, you actually think this is a single church. However, this building consists of two separate churches. They seem to be united because they are just the narrowest house in the world. Carmelitas Church on the left (Igrajo do Carmelitas) and Carmo Church on the right (Igrajo do Carmo). It was my favorite to be that the wonderful wall you saw in this photo belongs to Carmo Church.

Chapel of Souls

İsminin yanında bence yine o çiniler sayesinde harika bir kilise! Porto’nun alışveriş caddesi olarak bilinen Rua de Santa Catarina‘nın sonunda, Bolhao Market‘e 5 dakika uzaklıkta yer alan bu kilise, mutlaka görmeniz gereken yapılardan biri. İçinde çok bir numara yok ve aslında oldukça küçük bir kilise. Ama hiç beklemediğiniz bir sokakta karşınıza öyle güzel çıkıyor ki, büyülenmemek elde değil!

English: A wonderful church next to its name, I think because of those same wall tiles ! At the end of Rua de Santa Catarina, known as Porto’s shopping street, this church is 5 minutes away from Bolhao Market, one of the must-see buildings. There is not much in it  that will attract your interest, and it’s actually a pretty small church. But in a street you have never expected, it seems so beautiful and you are being fascinated!

Bolhao Market ve civarı / Bolhao Market and around

Barselona’ya gidenler La Rambla caddesi üzerindeki o meşhur Mercat de la Boqueria’yı bilirler. İşte onun bir benzeri olan Bolhao Market, hem hediyelik eşya alabileceğiniz hem yemek yiyebileceğiniz ya da yemeklik alış veriş yapabileceğiniz çok güzel bir pasaj market. Burada Portekiz yerel tatlarına dair her şeyi bulabilirsiniz. Hediyelik eşyalar şehrin diğer kısımlarına göre burada bir tık daha ucuzdu. Benden söylemesi 🙂

English: Those who go to Barcelona know the famous Mercat de la Boqueria on the La Rambla street. Here is Bolhao Market which is similar to it, a very nice shopping arcade where you can buy souvenirs, eat or shop for food. Here you can find everything about Portuguese local tastes.  The souvenirs were cheaper here than in other parts of the city. I’m telling you ?

Marketin tam karşısında yer alan bu meşhur dükkanda ise bir kahve ve sandviç molası vermiştik. Biz beğendik, aklınızda olsun! / In this famous shop right opposite the grocery store we had a break, to had a coffee and ate sandwich. We like it, be keep in mind!

Bolhao Market civarındaki sokaklar çok güzel. Hem alış veriş yapmak için hem de görsel şölen için sokaklarda kaybolmayı unutmayın! / The streets around Bolhao Market are very nice. Do not forget to get lost in the streets both for shopping and for seeing beatiful places/streets !

Jardim da Cordoaria

Porto’da yaşadığımız hava sıcaklığı değişimi nedeniyle bir gün inanılmaz sis bastırdı. O gün eve dönüş yolunda sisin arasından bize göz kırpan kocaman gövdeli ağaçlar gördük. Merdivenleri çıktığımız anda ise bu fotoğraftaki anla karşılaştık. İnanılmaz güzel bir görüntüydü. Daha sonra bu parkı araştırdım ve gerçekten her mevsim bu ağaçların görüntüsü bir başka oluyormuş onu gördüm. Mutlaka uğrayın derim!

English: One day we had an incredible fog because of the change in temperature we experienced in Porto. On that day we saw a huge body of trees through the mist on the way home. When we went up the stairs and then we met that view of this photo. It was an incredibly beautiful. Later, I searched this park and I saw they had really diffrent a view of these trees all the seasons. I think you also should go!

Clerigos Kulesi ve Kilisesi / Clerigos Tower and Church

Yine vakit nakittir diyerek sadece önünden geçtik ve kuleye tırmanmadık. Muhtemelen çok güzel bir manzarası vardır ama biz Dom Louis I Köprüsü’nün en üst katından oldukça tatmin edici bir manzara gördüğümüz için buna gerek duymadık.

English: We just passed through the front of it saying that “time is of the essence” and, we did not climbed the tower. There is probably a very beautiful view, but we did not need it because we saw a very satisfying view from the top floor of the Dom Louis I Bridge.

Clerigos Kilisesi’nin hemen önünde ise uzun yokuşlu bir cadde iniyor. Dümdüz aşağı doğru indiğinizde ise tüm heybetiyle Sao Bento istasyonu karşınıza çıkıyor. / In front of the church of Clerigos is a long sloping street. When you go down straight, you are all encounter to the Sao Bento station.

PORTO SOKAKLARI ve DENEMENİZ GEREKEN LEZZETLER / STREETS AND TASTES OF PORTO

Porto’nun bizce en güzel mekanlarının bulunduğu ve Karaköy’e çok benzettiğimiz Praça da Carlos Alberto, devamı olan Rua das Oliveiras ve paralelinde yer alan Rua de Sa de Noronha ve Rua Actor Joao Guedes‘i tavsiye ederiz. Burada mutlaka Zenith Brunch & Cocktails Bar‘da bir kahvaltı edin, Moustache‘de bir kahve molası verin, Steak N Shake‘de et burger yiyin, hemen karşısındaki Cafe Progresso‘da kahve için ya da fesleğen soslu domates çorbasını deneyin.

English: We recommend Praça da Carlos Alberto, which is the most beautiful places of Porto and which is similar to Karaköy, in continuation of it that is Rua das Oliveiras, also Rua de Sa de Noronha and Rua Actor Joao Guedes situated in parallel. Definitely, you should do, have a breakfast at the Zenith Brunch & Cocktails Bar, a coffee break at Mustache, eat a meat burger at Steak N Shake, drink a coffee at the Cafe Progresso which is opposite of it, or a tomato soup with basil sauce.

Biraz yukarıda kalan ama hem güzel dükkanların hem de yine keyifli kafelerin yer aldığı başka bir cadde ise Rua da Conceiçao. Burada mutlaka favori dükkanlarımdan olan Mercado 48‘e uğrayın. Sokağın hemen köşesinde ise şarap için şarküteri tabağı ile atıştırmalık alabileceğiniz harika bir mekan olan Candelabro yer alıyor. Onun hemen yanında ise şampanya severler için şampanya kafesi olan Champanheria da Baixa yer alıyor. Her ay çılgın gibi bir ikinci el pazarı düzenleyen, Porto’nun en meşhur vintage dükkanı olan Mon Pere Vintage da bu bölgede yer alıyor.

Biraz aşağı indiğinizde ise Rua das Carmelitas‘a ulaşıyorsunuz. Burada o çok ünlü kitapçı Livraria Lello‘yu bulabilirsiniz. Biz bilet almamıza rağmen girmedik çünkü giremedik 🙂 Adeta kilometrelerce kuyruk vardı ve bu kuyruk günün hiç bir saati azalmadı. O nedenle zaman kaybetmek yerine biletimizi yaktık. Bilet, kişi başı 4 Euro idi. Önce sol tarafında yer alan dükkandan bileti satın alıyorsunuz, sonra sağda yer alan kapının önünden başlayan kuyruğa giriyorsunuz. Peki neden insanlar çıldırmış gibi bu kuyruğa giriyorlar? Evet gidenlerin koyduğu fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla çok güzel bir kitapçı. Bir çok yazara da ilham kaynağı olmuş. En meşhuru ise Harry Potter’ın yazarı ve yaratıcısı J.K. Rowlings’in Porto’da yaşadığı dönemde sürekli bu kitapçıya gelip buradan ilham aldığı ve Harry Potter’ı burada yazmaya başladığı söyleniyor. O nedenle inanılmaz bir populeritesi oluşmuş. Sizi bilmem ama bizim için zaman çok kıymetli. Ne kadar güzel olursa olsun o kuyruğu beklemeye değmezdi.

English: Rua da Conceição is another street which both the beautiful shops and the beautiful cafés are located. Go to Mercado 48 that is one of my favorite shops here. There is Candelabro, a great place to buy snacks and appetizer for wine on the corner of the street. Also Champanheria da Baixa which is located next to it , is a champagne café for champagne lovers. Mon Pere Vintage, Porto’s most famous vintage shop, which organizes second-hand bazaar every month, is also located in this area.

When you go down, you reach Rua das Carmelitas. Here you can find the very famous bookstore Livraria Lello. We did not get in, although we had tickets, because we could not get into it. It was like there were kilometers of queues and this queue did not decrease any time of day. Instead of losing time for that reason, our tickets gone for nothing. Ticket was 4 Euros per person. First you buy a ticket in the shop on the left side, then you join the queue which is starting from the front of the door on the right. So why do people go into this queue like crazy? Yes, as far as I can see from the photos that the goers put on, it’s a very nice bookshop. It is also a source of inspiration for many writers. The most memorable is Harry Potter’s writer and creator J.K. When Rowlings lived in Porto, he had constantly come to this bookstore, inspired by it, and said he started writing Harry Potter here. That’s why it’s an incredible popular place. Time is of the essence for us. No matter how beautiful it was, we thought it was not worth waiting for its long queue.

 Livraria Lello yanında yer alan A Vida Portuguese isimli mağazaya mutlaka girin. Biz bayıldık! / You should definitely go to the A Vida Portuguese-named shop next to Livraria Lello. We loved it! 

Diğer bir taraftan sırf görmek için bile yine bu bölgede yer alan Mc Donalds Imperial‘e bir uğrayın derim. Sıradan bir Mc Donalds’dan epey farklı 🙂 / On the other hand, I would advise you to go to the Mc Donalds Imperial, which is also in this area, even just to see it. It’s quite different from an ordinary Mc Donalds.

Livraria Lello ile aynı şeyi alış veriş caddesi olan Rua de Santa Catarina üzerinde yer alan meşhur Majestic Cafe‘de de yaşadık. Önündeki kuyruğa inanamazsınız. O nedenle girmedik tabi ki 🙂 Ama aklınızda olsun, Prag’daki Cafe Imperial‘i bana çok andırdı. / We also felt  that the same thing we felt with Livraria Lello , at the famous Majestic Cafe on Rua de Santa Catarina, a shopping street. You can not believe the queue in front. We did not get into it for that reason. ? But keep in mind, it reminded me a lot the Cafe Imperial in Prague.

Sao Bento Tren İstasyonunun hemen karşısında yer alan trafiğe kapalı Rua das Flores adlı cadde, hem tatlı kafeleri hem de hediyelik eşya dükkanlarıyla yine meşhur caddelerden. / Located right across from the Sao Bento Train Station and the pedestrianized is Rua das Flores street is also one of the famous streets for both with its sweet cafés and souvenir shops.

Özellikle Portekiz’in geleneksel tatlısı Nata’yı denemek isterseniz, en iyi nata dükkanı olan Nata Lisboa (The World Needs Nata) ‘yı tavsiye ederiz.  Biz yanında talihsiz bir isme sahip olan Portekiz birası Super Bock’u denedik. Açıkçası genel olarak Portekiz biralarının bir özelliği yok. Yine de denemek isterseniz marketlerde de çok rahat bulabileceğiniz Imperial markasını daha çok tavsiye ederiz.

English: Especially if you want to taste Portugal’s traditional dessert Nata, we recommend  Nata Lisboa (The World Needs Nata) that the best nata shop. We tried the Portuguese Super Bock, which has an unfortunate name beside it. Obviously there is not a characteristic of Portuguese beers in general. Still, if you want to try it, we recommend the Imperial brand, which you can find very easy in the markets.

Akşam yemeği için güzel mekanlar arayanlara, tavsiyemiz Rua das Flores üzerindeki mekanlar olabilir. Burada en çok, bizim de tavsiye alarak gittiğimiz Cantina 32‘yi öneriyoruz. Mutlaka rezervasyon yaptırın. Burada denemeniz gereken yegane şeyler, muzlu tereyağ, kalamar ve ahtapot! Üzerine de cheesecake istemeyi unutmayın!

Akşam yemeğinden sonra bir şeyler içeyim,dans edeyim, müzik dinleyeyim derseniz Rua de Candido dos Reis ve Galeria de Paris isimli trafiğe kapalı iki paralel caddeye gitmeniz gerek. Bu iki cadde Livraria Lello’nun olduğu caddeye bağlanıyor. Gayet merkezi diyebiliriz. Bu caddelerde sıra sıra gece kulüpleri ve barlar var. Ancak Portekiz’de akşam yemeği bizden daha geç yendiği için, kültür olarak gece hayatının da 12’den sonra başlayacağını unutmayın. Yani siz yemeği bitirip 11’de giderseniz nispeten tenha bir sokakta kokteyl içersiniz. Hareket görmek istiyorsanız daha geç bir saatte gitmeniz lazım.

Bir diğer önerim ise, açık havada, çimlerin üzerinde daha salaş bir mekan isterseniz Base isimli mekanı, hem gün batımı hem de akşam için tavsiye ederim.

English: If you are looking for a nice place to have dinner,  we recommend those places which are on Rua das Flores. Here we recommend Cantina 32, which is we also went and recommended to us. Definitely, make a reservation. The only things you need to taste here are the banana butter, squid and octopus! Do not forget to eat cheesecake afterwards!

After dinner, if you want to drink something, dance, listen to music, you have to go to two parallel streets which are pedestrianized, name of them are Rua de Candido dos Reis and Galeria de Paris. These two streets connect to the street where Livraria Lello is. It is very central. There are night clubs and bars side by side on these streets. But remember that nightlife in Portugal will start after 12am. Because, they have dinner at a late night according to our country. So if you finish eating and go at 11pm, you have a cocktail on a relatively desolate street. If you want to see the crowd, you have to go at a later hour.

Another suggestion is that if you want a more hovel place on the lawn outdoors, I would recommend the place which named Base for both sunset and evening.

Bunların dışında, Porto’ya plansız da gitseniz zaten şehir size elinde ne varsa kolayca sunuyor. Sakın endişe etmeyin 🙂 / Apart from these, if you go to Porto without even planning, the city offers you what it already has. Do not worry ?

Bir sonraki yazımızda Aveiro ve Costa Nova Beach günümüzü anlatacağız. Porto gezimizin fotoğraflarına @kucukmartha ve @baranseldogan instagram hesaplarından ve #kucukmarthaporto hashtaginden ulaşabilirsiniz!

Bu gezimizde görüşemesek de, bize çok destek olan sevgili Nazlıhan Ağaç‘a (@probisnaz) çok teşekkür ederiz. Bu taraflara gitmeden önce mutlaka onun da bloguna göz atın.

English: In our next post we will tell you about Aveiro and Costa Nova Beach. You can find photos of our Porto tour from @kucukmartha and @baranseldogan instagram accounts and #kucukmarthaporto hashtag!

Even though we could not meet on this tour, we would like to thank our dear Nazlıhan Ağaç (@probisnaz) who supported us very much. Take a look at his blog before going to those sides.

Sevgiler / Best

Özüm & Baransel

 

GEZİ NOTLARI SEYAHAT

PHUKET’TE NEREDE KALALIM? / WHERE TO STAY IN PHUKET? – THE NAI HARN PHUKET

 Phuket’teki son durağımız, yıl dönümümüzü de gerçek anlamda kutlayacağımız The Nai Harn Phuket‘ti. Bu otel, sabırsızlıkla beklediğim duraklardan biriydi. Çünkü denize karşı konumu ve manzarası beni fotoğraflarından çok etkilemişti. Bir de açıkçası balkon sefası yapmayı da sevdiğimizden, iyi gelir diye düşünmüştüm. Onun haricinde yine bütçe dostu ama lüks bir otel olması da avantajlarından biriydi. Konumu yine Phuket’in en ucunda yer alan Nai Harn plajındaydı.

English:“Our last stop in Phuket, The Nai Harn Phuket, which we were also going to celebrate our anniversary. This hotel was one of the stops which i could look forward to. Because the position and the view towards the sea had affected me very much from the photographs. I thought that it would be good, so as i like balcony. Apart from that, one of the advantages is also of being a budget-friendly but luxurious hotel. Its location was on Nai Harn beach, at the farthest tip of Phuket.”

Oteli araştırırken, 1980’li yıllarda Phuket’te yapılmış ilk gerçek plaj oteli olduğunu ve aslında yat kulübü (the Royal Phuket Yacht Club) olarak inşa edildiğini öğrendim. Daha sonra mimarisi büyük ölçüde korunarak bu halini alıyor ve 2016 Ocak’ta The Nai Harn olarak yeniden hayata geçiyor. Bu plajdaki tek yapı olduğu için, palmiye ormanının içerisinde inci gibi parlıyor. Üstelik henüz çok yeni renovasyon geçirdiği için de her yer pırıl pırıl.

English:“While I was reading the information about the hotel, I learned that it was the first real beach hotel built in Phuket in the 1980’s and actually it was built as the yacht club (the Royal Phuket Yacht Club). Later, the architecture is being preserved to a great extent, and in January 2016, as the Nai Harn was again active. Because it is the only building on the beach, it shines like a pearl in the palm forest. Moreover, everywhere shines because it has been renovated yet.”

Otele vardığımız andan itibaren hem çok mutlu hem de hafifi buruktum. Nedense o 5 Eylül’de Bozcaada’da olmamız ve yıl dönümümüzü orada rüzgar gülleriyle beraber kutlamamız gerekiyormuş gibi geliyordu.

English:“From the moment that we arrived at the hotel, we were both very happy and a bit sad. I was feeling as we had to be in Bozcaada on the 5th of September and we had to celebrate our anniversary there with windmilles.”

Sonra evren bana bir işaret gönderdi… Otelin tam karşı kıyısında tek başına bulunan bu rüzgar gülünü gördüğümde gözlerime inanamadım. Odamızın terasına çıktığımda karşımda durmuş bana göz kırpıyordu adeta. O zaman nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Bu bir işaret değil de ne diye düşündüm kendi kendime. Dünyanın bir ucunda rüzgar gülü bulmuş bir Don Quijote’tum adeta… O nedenle sanırım The Nai Harn ile gönül bağımız ayrı olacak!

English:“Then the universe sent me a sign … I could not believe when I saw this windmill on the opposite side of the hotel. When I went out to the terrace of our room, it was almost blinking to me. Then I can not tell you how happy I am. This is not a sign, but what? I thought I was a Don Quijote who found a windmill on the edge of the world … For this reason I think ties of affection with The Nai Harn!”

Otelin en sevdiğim özelliklerinden bir diğeri ise, her yerinden muhteşem bir manzaraya sahip oluşu idi… Asansör beklerken bile mavinin bin bir tonu sizi karşılıyor.

English:“One of the most favorite features of the hotel was that it had a magnificent view from everywhere … Even when waiting for the elevator, a thousand tons of blue are welcoming you.”

ODAMIZ / OUR ROOM; GRAND OCEAN VIEW ROOM

Odamızı seçerken, şu manzarayı görmekti niyetim. O nedenle 3 gün boyunca Grand Ocean View tipindeki odada kaldık. Bu tip odaların her birinin okyanusa bakan bir terası var.

English:“When I chose our room, I wanted to see this view. That’s why we stayed in the Grand Ocean View room for 3 days. Each of these rooms has a terrace overlooking the ocean.”

Şurada yatıp güneşi batırmak ya da gece yıldızları izlemek gerçekten çok keyifli…

English:“It’s really good to lie down here and watch the sunset, or watch the night stars …”

Odamızda bizi karşılayan sürprizlerden biri de yatağın üzerine yapılan bu sanat çalışmasıydı 🙂 Yıl dönümümüz olduğu için bu şekilde bir karşılama yapmışlar. Çok tatlıydı bence 🙂

English:“One of the surprises that greeted us in our room was this art work on the bed. I think it was very sweet, for our anniversary :)”

Ve tabi ki bir şişe prosecco yine bizi bekliyordu… Yanında da tropikal meyve tabağı 🙂 Buna çok alıştım, evde de aynı düzeni aradım ama bulamadım 🙂

English:“And of course there was a bottle of prosecco for us … Tropical fruit plate beside it I’m used to it too, I wanted the same arrangement at home but I could not find it :)”

Terasa açılan geniş camlar sayesinde manzaradan içerideyken bile yoksun kalmıyorsunuz.Bu fotoğrafı tam olarak odanın içerisinde yer alan küvetin önünde çekmiştim. Yani teknik olarak küvetteyken de manzara sizinle 🙂

English:“Thanks to the large windows that open out to the terraces, you are not even deprived of being in the view. I took this photo in front of the bathtub in the room. So technically when you are in the bathtub, the view will be with you :)”

Odanın şekli çok kullanışlıydı. Banyo hem yatak odasının içerisinde hem de gizli kapılar sayesinde kapatıp ayrı bir alan haline gelebiliyor. Banyonun içerisinde küvetten ayrıca bir de yağmur duşu vardı.

English:“The room was very handy. The bathroom was inside of the bedroom, but when you can close by the hidden door, it would be a separate area. There was also a rain shower in the bathroom.”

Odanın her yerinde bulunan bu küçük sanat eseri detaylarını pek sevmiştim. Bunun yanı sıra sizin için odaya bırakılmış şemsiye, plaj çantası, parmak arası terlik, yoga matı gibi sizi bekleyen sürprizler olacak. Plaj havlularını plaja inerken hemen köşede yer alan Rock Salt restoranın girişinden alıyorsunuz. Dilerseniz size gök kuşağı renklerinde plaj şemsiyesi bile veriyorlar. Plajda birden fazla gördüğümüz bu tatlı şemsiyeler otel müşterilerine ait 🙂

English:“I loved the details of this little art piece everywhere in the room. However, there will be surprises awaiting you like umbrellas, beach bags, slippers, yoga mats for you in the room. You get beach towels from the entrance to the Rock Salt restaurant, which is just around the corner when you go to the beach. They even give you a beach umbrella iridescent . These sweet umbrellas that we have seen more than once on the beach belong to hotel customers :)”

PLAJ VE HAVUZ / THE BEACH and THE POOL

Krabi’de yer alan adaları hariç tutuyorum, Phuket tatilimiz boyunca gördüğümüz en güzel plajdı Nai Harn plajı… Hem denizin güzelliği, hem kumsalın büyüklüğü, hem de kalabalık olmaması gibi nedenlerden dolayı biz çok sevdik.

English:“I exclude the islands in Krabi, Nai Harn beach which was the most beautiful beach we saw during our vacation in Phuket … We loved it because of the reasons such as the beauty of the sea, the size of the beach and not being crowded.”

Burada da gel git epey oluyor. O nedenle yüzmek için en doğru saatler sabah saatleri. Öğleden sonra gel git etkisiyle dalga başlıyor.

English:“There’s a lot tidal current here too. That’s why the best times to swim are morning hours. Afternoon, You see wave in the sea by the tidal current.” 

Gel git sonucu suyun altındaki kayalar ortaya çıkıyor…

English:“The rocks emerge which are beneath the sea by the tidal current…”

Dalgalar sörf yapacaklar için gayet iyi. Ama yüzme konusunda da biz çok sıkıntı çekmedik. Zaten hava o kadar sıcaktı ki denize girmeden serinlemek mümkün değildi. O nedenle bol bol denize girmeyi tercih ettik.

English:“Waves are good for surfing. But we did not have much trouble swimming. It was already so hot that it was not possible to cool off. That’s why we preferred to swim in the sea.”

Otelin misafirlerine ücretsiz olarak sunduğu bir çok imkan var. Bunlardan biri de Tuk-Tuk servisi. Otele çok yakın bulunan iki küçük koya sizi ücretsiz olarak istediğiniz saatte götürüp istediğiniz saatte alıyor. Biz her ikisine bir den gidemedik ama şnorkel için çok iyi olduğu söylendiği için Ao Sane Beach‘e gittik.

English:“There are many facilities available free of charge to hotel guests. One of these is the Tuk-Tuk service. It takes you for free at any time to two small gulfs, which are very close to the hotel.  But we went to Ao Sane Beach because we heard that it was so good for snorkeling. We could not go both.”

Burada böyle salaş bir mekan var. Dilerseniz bir şeyler yiyip içebilirsiniz. Biz birer bira aldık mesela. Fiyatlar gayet uygundu.Sonra diğer insanların yaptığı gibi sahile kurulduk ve şnorkel yapmak için denize girdik.

English:“There’s a place like this in here. You can eat and drink something. We got a beer. The prices were not expensive. We went to the beach as other people did, then we got our snorkels and swam.”

Biraz kayalık olduğu için girişte zorlandık. Ama gerçekten çok güzel balıklar vardı. Sabah erken saatlerde gitseymişiz su daha durgun olacakmış. Size tavsiyem eğer böyle bir plan yaparsanız sabah erken saatlerde şnorkel yapmaya gidin.

English:“It was a little hard because it was rocky. But there were really beautiful fishes. The water was going to be stagnant if we went in the early hours of the morning. I recommend you to go snorkel early in the morning if you make such a plan.”

Tabi ki tropik adaların olmazsa olmazı palmiye ağacından sarkan bir salıncak 🙂 Bu kumsalda da bunlardan bir iki adet bulabilirsiniz.

English:“Of course there is a swing hanging from the palm tree in tropical islands. ? You can find a couple of these on the beach.”

Otelin havuzuna hiç girmedik ama havuz kenarındaki şezlonglarda takıldık. Şezlongların manzarası çok güzeldi. Bir de havuz başında bar olduğu için istediğiniz her şeyi ayağınıza kadar getiriyorlar.

English:“We never used the hotel pool, but we had a good time on the sun loungers by the pool. The view of the sun loungers was very beautiful. There is a poolside bar, they bring what you want.”

Havuz alanı / Pool Area

YEME & İÇME / DINE AND DRINKING

Otelin Rock Salt adında, plaja yakın bir restoran-barı mevcut. Biz en çok vakti burada geçirdik. Hem yemekleri çok güzeldi hem de manzarası çok iyiydi. Bir de denizden çıkıp bir kokteyl içeyim diyebileceğin yegane yerdi.

English:“The hotel has a restaurant-bar which called Rock Salt near the beach. We spent the most time here. Both the meals were very nice and the view was very good. And it was the only place where you could come out of the sea and have a cocktail.”

Kaldığımız süre boyunca öğlen yemeklerimizi hep burada yedik. Salatasından makarnasına, pizzasından hamburgerine kadar bir çok yemeği denedik. Hepsi gayet başarılıydı. Bir de menüde meze tabağı vardı. Meze tabağında humus, cacık, patlıcan salatası gibi mezeler vardı. Görünce insan bir mutlu oluyor tabi 🙂 Her gün cacık yedim ! 🙂

English:“We had lunch here all the time , we stayed. We tasted a lot of food such as salad, pasta, pizza, hamburger. They were all delicious. There were also appetizers on the menu. There were appetizers such as humus, cucumber, aubergine salad. ? I ate tsatsiki every day! ?”

Rock Salt’ta içtiğimiz tüm kokteyller gerçekten çok iyiydi. Bazen klasiklerden Pina Colada bazen ise barın kendi imza kokteyllerinden deneyimledik. Hepsi bizden geçer not aldı. Özellikle içerisinde passion fruit olan tüm kokteylleri tavsiye ediyorum 🙂

English:“All the cocktails we had in Rock Salt were really good. Sometimes we tasted classical Pina Colada and sometimes the bar’s own cocktails. We all like it. I especially recommend all cocktails which have passion fruit. “

Sabah kahvaltıları otelin Cosmo Restaurant adındaki restoranında veriliyordu. Sanırım bu gezimizdeki en iyi kahvaltıyı burada deneyimledik. Hem çeşit inanılmaz fazlaydı hem de her şey çok tazeydi. Gluten free’sinden, hamur işine, vejetaryeninden sporcu kahvaltısına kadar her çeşidi bulmak mümkün.

English:“Breakfast in the morning was served at the restaurant of the hotel called Cosmo Restaurant. I guess we ate here the best breakfast on this trip. There were lots of breakfast types and everything was very fresh. You can find gluten free, pastry, vegetarian and breakfast for athletes here.”

Her sabah şu manzaraya karşı önce zencefil çayımı içtim, sonra çok sıkı bir kahvaltı ettim. Ardından da denize… Ah hayat 🙂

English:“Every morning I was drinking a ginger tea opposite the view, then I had a very good breakfast. Then i was going to swim in the sea … life ?”

Otelin bir de Reflections adında harika bir roof-top barı, bir de bu barın içerisinde Phuket’in ilk Sushi&Sashimi barı Hansha  yer alıyor.

English:“The hotel also has a wonderful roof-top bar called Reflections and also Hansha which the first Sushi & Sashimi bar in Phuket.”

Burada özellikle kalabalık gruplar için ideal olan localar çok keyifli… Otururken hem havuzun içerisindesin hem de denize sıfır bir mesafede görünüyorsun. Akşamları hava müsaitse, bu alanda ateş de yakıyorlar. Bizim burada takılmaya hiç vaktimiz olmadı ama terastan gördüğüm kadarıyla özellikle ateş yakıldığında herkes çok eğleniyordu.

Biz The Nai Harn’ı gerçekten çok sevdik. Herkese tavsiye ederiz!

Phuket & Krabi gezimizin fotoğraflarına @kucukmartha ve @baranseldogan instagram hesaplarından ve #kucukmarthathailand hashtaginden ulaşabilirsiniz!

English:“There are beautiful loges especially for big groups … If the weather is good in the evening, they also make a fire on this area. We could not spend time here, but as far as i saw from the terrace, everyone was so enjoying especially when it was the made a fire.

We really liked The Nai Harn. We recommend everyone!

You can find the photos of our Phuket & Krabi vacation from @kucukmartha and @baranseldogan instagram accounts and #kucukmarthathailand hashtag!”

Sevgiler/Best

Özüm&Baransel

GEZİ NOTLARI SEYAHAT

PHUKET’TE NEREDE KALALIM / WHERE TO STAY IN PHUKET? – THE VIJITT RESORT

Phuket gezimizin ikinci durağı Rawai bölgesinde yer alan The Vijitt Hotel‘di. Rawai bölgesi Phuket’in en ucunda yer alan bölgeye verilen isim. Planımız, bu otelde kalırken Old Town, Panwa ve Kata bölgelerini gezip bitirmekti. Bu oteli tercih etme nedenlerimizin başlıcaları ise, bütçe dostu bir otel olması, mimarisinin Tayland mimarisine sahip olması ve otelin sağladığı ulaşım gibi bazı olanaklardı. Nitekim otele giriş yaptığımız andan itibaren beklentimizin epey üzerinde bir konforla karşılaştık.

English: “The second stop of our Phuket sightseeing tour was The Vijitt Hotel that situated in Rawai. Rawai region is the name given to the region where situated in most tip of Phuket. Our plan was to visit the Old Town, Panwa and Kata areas, while staying in this hotel. The main reasons for choosing this hotel are that it was a budget-friendly hotel, has Thai architecture and  were some possibilities like transportation provided by the hotel. As a matter of fact, from the moment we entered the hotel, we met with much comfort over our expectation.”

 

Odaların her biri birbirinden ayrı villalar şeklinde tasarlanmış. Otelin peysajı ise gerçekten muhteşem. Hayatımda gördüğüm en uzun palmiye ağaçlarını sanırım burada gördüm.Onun dışında çoğu bitkinin altında ne olduğu ve nereden geldiği yazıyor. Adeta bir botanik bahçede gezer gibisiniz.

English:“Each room is designed as separate villas. The hotel’s landscaping is truly spectacular. I think I saw here the longest palm trees I’ve ever seen in my life. Also, under many plants, writing as a information what it is and where it comes from. It’s like you’re walking in a botanical garden.”

Otelin içerisinde ulaşımı yine minik golf arabaları ile sağlayabiliyorsunuz. Aslında mesafeler yürüme mesafesinde ama sıcak bastırdığında yürümek bazen zorlaşabiliyor. O nedenle biz epey kullandık bu arabaları.

English:“Within the hotel you can also get transportation with tiny golf carts. In fact, it is sometimes difficult to walk because of hot weather even though the distance is within walking distance. That’s why we used these golf carts.”

ODAMIZ – OUR ROOM; DELUXE POOL VILLA

Bali gezimizde kaldığımız odaların her birinin havuzlu villa şeklinde olması bize çok büyük bir keyif vermişti. Daha fazla mahremiyet ve kolaylık sağlıyor. O nedenle buradaki odamızı da bu şekilde seçmiştik. Odamız çok ferah ve kullanışlıydı. Yatağımızın hemen önünde açılan teras havuza çıkıyordu. Cibinlikli yatak ise her zaman bana sempatik gelen bir şey olmuştur 🙂

Bu otelde de size her gün bir meyve tabağı ikram ediliyor, aynı zamanda su ve çay da ücretsiz. Ancak minibar ücretli!

English:“It was a great pleasure for us that each of the rooms we stayed in Bali was in the form of a pool villa. It provides more privacy and convenience. That’s why we chose our room in this way here. Our room was very spacious and useful. Canopy bed has always been a sympathetic for me.

This hotel also offers you a plate of fruit every day, as well as free water and tea. But the minibar is toll!”

Odamızın en güzel kısımlarından biri de terasa açılan bu küveti idi. Hemen yanında ise bambularla çevrili bir alanda bulunan açık alan duşu yer alıyordu. Havuzdan çıkıp bu duşu rahatlıkla dışarıdan da kullanabiliyorsunuz.

Otel odalarının birbiriyle bağlantısı olmamasının en güzel kısımlarından biri de sessizlik ve sakinliği idi. Kimse kimseyi görmüyor ve duymuyor. Terasta bir öğlen uykusu çekeyim derseniz etrafta çıt yok. Bu gerçekten güzel bir hissiyat! Sanırım o nedenle biz en çok bu otelde vakit geçirip bu otelde dinlendiğimizi hissettik.

English:“One of the most beautiful parts of our room was this bathtub that opened to terrace. Right next to it there was an shower in the open-air an area surrounded by bamboo.  You can also use this shower from the outside when you get out of the pool.

One of the best parts of the hotel rooms not being connected was silence and calmness. Nobody sees or hears anybody. If you want to take a nap on terrace, there’s no sound around. It’s a really nice feeling! I think, that’s why we spent the most time in this hotel and we felt that rested at this hotel.”

HAVUZ ALANI – POOL AREA

Planladığımızın aksine burada kalırken çok fazla dışarı çıkma isteğimiz olmadı. Çünkü hem hava çok sıcaktı hem de otelin havuz alanı çok davetkardı. Upuzun palmiyelerle çevrili kocaman bir havuz alanı vardı. Serinlemek için ideal! Hemen yanında bulunan restorandan da istediğin gibi yemeğini söyleyebiliyorsun. Ben durmadan soğuk hindistan cevizi suyu içtim 🙂 Tependeki ağaçtan kesiyor, soğutucu da soğutuyor sonra kafasını kesip içine pipet takıp sana veriyor. Gerçekten çok organik 🙂 🙂

English:“Contrary to what we planned, we did not want to go out too much while we were here. Because the weather was very hot and we preferred the hotel’s pool area. There was a huge pool area surrounded by palm trees. Ideal for cooling! You can also order your meal at the restaurant right next door. I always drunk cold coconut water . 🙂 They cut from the tree, cool it, then cut the head and put the pipette into and serve it you. Really very organic :)”

Şezlong alanı oldukça fazla, ama biz en arkadaki loca kısımlarında yatmayı tercih ettik. Burası için ayrıca bir ücret falan ödemiyorsun, boş bulduğunda kapıyorsun 🙂

English:“The sunbed area is pretty big, but we prefer to sleep in the back part, of the loge. You do not pay a fee for this, you get it when you find it empty.”

YEME & İÇME – DINING AREAS

Otelde en çok The Beach Bar‘ı deneyimledik. Happy Hour zamanı canlı müzik de yapılan barın kokteyllerini çok beğendik.

English:“We tried mostly drinks at The Beach Bar in the hotel… We liked the cocktails of the bar, which is also happy hour live music.”

Otelde havuzun yanında hem kahvaltı servisinin verildiği hem de gün boyu yemek yiyebileceğiniz The Savoury adında bir restoran yer alıyor. Biz genellikle burada atıştırmalıklar deneyimledik. Her damak zevkine hitap edebilecek çeşitte yemek bulabilirsiniz.

Bunun yanı sıra çok güzel bir bahçe içerisinde konumlanmış ve Thai mutfağından seçme lezzetlerin sunulduğu Baan Vijitt‘te romantik bir akşam yemeği yiyebilirsiniz. Ortamı gerçekten çok güzel. Önünde küçük bir gölet, etrafında palmiyeler ve deniz manzarası yer alıyor.

English:“The hotel has a restaurant called The Savory, where you can have breakfast and dinner or lunch all day. We usually ate snacks here. You can find food for every palate taste.

 In addition, you can have a romantic dinner at Baan Vijitt, which is located in a very beautiful garden and serves of Thai cuisine. The atmosphere is really beautiful. There is a small pond in front, palm trees and a sea view.”

DENİZ VE KUMSAL – SEA AND BEACH

Otelin konumu denize sıfır ve tam olarak Coral Island‘ın karşısında yer alıyor. Ancak bizim gittiğimiz dönemde gel-git gerçekten çok yoğun yaşanıyordu. Denize girmek için en uygun saat aralığı sabah saatlerinden öğlen 12:00 ye kadardı. Sonrasında sular yavaş yavaş çekiliyor.

English:“The location of the hotel is seaside and is exactly opposite Coral Island. However, during the time we went, the tide was really intense. The best time to get into the sea was from morning untill at noon. After that, the water is slowly withdrawn.”

Öğleden sonra sular metrelerce çekildiğinde görüntü bu şekilde oluyor. İleride yüzen teknelerin ucuna kadar yürüyebiliyorsunuz. Ancak kum balçık gibi olduğundan ve binlerce deniz böceği etrafta koşturduğundan deniz ayakkabısı ile yürümekte fayda var.

English:“This is how it looks when the water is pulled up by meters after lunch. You can walk to till the tip of the floating boats which is on distant. However, because thousands of sea beetles are running around, it is useful to walk with sea shoes.”

Tüm gün Coral Island’a giden tekneler otelin önünden bu şekilde geçiyor 🙂 Sanki yürüseniz adaya varacakmışsınız gibi bir his oluyor. Otelin havuz alanının büyüklüğü ve güzelliği de bu gel-git olayı yüzünden çok kıymetli. Burada kaldığımız süre boyunca hiç denize girmedik. Açıkçası çok büyük bir ihtiyaç da duymadık.

English:“The boat that goes to Coral Island all day passes this way in front of the hotel ? It makes feel like you are going to arrive to the island. The size and beauty of the hotel’s pool area is very valuable because of this tide. We’ve never been get in the sea for the time we’ve been here. Obviously we did not need it.”

AKTİVİTELER – ACTIVITIES

Otelin en sevdiğim özelliklerinden biri de, bir çok aktiviteyi ücretsiz sağlıyor olmasıydı. Yemek kursundan, yogaya kadar, Patong ve Old Town gibi iki önemli merkezer ücretsiz servisinin olmasından, her gün havuz kenarında sunduğu canlı müziğe kadar her şey çok mantıklı ve güzeldi. Dilerseniz ücretli olarak da katılabileceğiniz bir çok aktivite mevcut. Örneğin Coral Island turu gibi.Biz Coral Island’a gitmeye çok niyetlendik ve çok güzel olduğunu da duyduk, ancak koşturmaktansa dinlenmeyi tercih ettik. Özellikle şnorkel ve dalış için güzel olduğuna dair çok yazı okumuştum. Aklınızda olsun!

English:“One of the hotel’s favorite features was that it provided many activities free of charge. Everything was very beautiful, such as with free service to Patong and Old Town which are two important centers , cooking course, yoga and live music by the pool every day. There are many activities that you also can attend by paid. For example, like Coral Island tour. We really wanted to go to Coral Island. We also heard that it was very beautiful, but we preferred to rest. I have read a lot of articles especially about snorkeling and diving. Keep in mind!”

Phuket & Krabi gezimizin fotoğraflarına @kucukmartha ve @baranseldogan instagram hesaplarından ve #kucukmarthathailand hashtaginden ulaşabilirsiniz!

English:“You can find photos of our Phuket & Krabi journey on our @kucukmartha and @baranseldogan instagram accounts and #kucukmarthathailand hashtag!”

Sevgiler / Best

Özüm & Baransel

 

GEZİ NOTLARI SEYAHAT

PHUKET’TE NEREDE KALALIM? / WHERE TO STAY IN PHUKET? – THE SURIN PHUKET HOTEL

Seyahatimiz boyunca en çok aldığımız sorulardan biri de kaldığımız otellerle ilgiliydi. Memnun kaldık mı? Otelin konumu iyi miydi? Denize yakın mıydı? gibi gelen onlarca soruya yanıt olması açısından  Phuket gezisi boyunca hangi otellerde konakladığımızı ayrı bir yazıda size anlatmak istedim.

English: “One of the questions we received the most during our travels was about the hotels we stayed at. Pleased? Was the hotel location good? Was it near the sea? I would like to tell you which hotels we stayed in during our Phuket trip in terms of having answers to a number of questions.”

Uzak doğu tatillerimizden edindiğimiz tecrübeye dayanarak şunu söyleyebilirim ki, oteliniz çok önemli. Avrupa tatillerindeki gibi 2 yıldızlı bir otelde kalayım, nasıl olsa odaya yatmadan yatmaya giderim  kafası bu taraflarda biraz daha zor. Her şeyin başında hem doğa ile fazlasıyla iç içesiniz hem de alışkın olmadığınız hijyen koşullarına maruz kalabilirsiniz. Bir de şu detay var ki, Uzak Doğu’daki otelcilik kültürü Avrupa’dakinden çok farklı. Gerek hizmet kalitesinin yüksekliği, gerekse mimarisinin farklılığı bence zaten sizi etkileyecek! Tüm bunların yanında bütçe dostu olup yine de çok güzel bir otel bulma şansınız bir çok yere göre daha yüksek. Biz otelleri seçerken öncelikli olarak konumlarına baktık. Phuket oldukça büyük bir ada ve mesafeler birbirinden uzak. O nedenle her yeri yorulmadan gezebilmek için 3 farklı bölgede kalıp, o bölgelerden diğer yakın bölgeleri gezerek tüm Phuket’i tamamlamış olduk. Bunun için ilk durağımız Surin bölgesi, ikinci durağımız Rawai bölgesi, üçüncü durağımız ise Nai Harn bölgesi oldu.

English:“Based on experience from our Far East holidays, I can say that your hotel is very important. I would stay at  2 star hotel like in European accomodations, I go to the hotel to sleep in Europe, but it is more difficult here.  You may be exposed to hygiene conditions that you are not familiar with in Phuket. And the details are that the hotel culture in the Far East is very different from Europe. The height of the quality  of service and the difference in architecture are will already impress you! In addition to all these, you still have a better chance of finding a very nice hotel. When we chose the hotels, we looked first at their location. Phuket is a pretty big island and the distances are far from each other. For that reason, we had to stay in 3 different regions to travel all around without getting tired, and seen all of Phuket by visiting other nearby areas. So, our first stop was Surin region, our second stop was Rawai, and our third stop was Nai Harn.”

THE SURIN PHUKET HOTEL

Gezimizin ilk 3 gününü geçirdiğimiz The Surin Phuket‘i tercih etmemdeki en büyük nedenlerden biri kendine ait harika bir plajı olması, lokasyonu ve odalarının tasarımı idi. Havalimanından yarım saatte vardığımız otelimizde, sabah henüz saat 05:00 olduğu ve odamız henüz hazır olmadığı için geçici bir odaya alındık ve burada dinlenme imkanı bulduk.

English:“One of the biggest reasons, I chose The Surin Phuket Hotel which we spent the first 3 days of our trip, was its location, the wonderful beach of its own  and the design of its rooms. We arrived in the hotel half an hour from the airport, it was 05:00 in the morning and our room was not ready yet, so we were taken in a temporary room and we had a chance to relax here.”

Şansımıza Phuket bizi yağmurla karşılamıştı ama inanın umurumuzda olmadı… Otelin lobisinde yer alan bu zambaklara her yağmur tanesi düştüğünde yüzümde ayrı bir tebessüm belirdi. Hatta bir ara bir daha nereden bulacağız muson yağmurunu deyip biz de ıslanmak için attık kendimizi dışarı. Zaten ıslandığınız gibi kurumaya başlıyorsunuz. Hava da aynı oranda sıcak 🙂

English:“Phuket greeted us with rain but it did not matter … It was a smile on my face when it rained on the lilies in the hotel lobby. we even leaped out to get wet. Cause we said how to find monsoon again. You’re already drying as you are already wet. The weather is also hot :)”

 

Tayland’daki oteller bu mevsim yağışlarına çok alışkın ve otel sistemlerini buna göre kurmuşlar. O nedenle mutlaka otelin her yerinde ve odalarda şemsiye bulabiliyorsunuz. Aynı zamanda otel içerisindeki ulaşımın sağlanabildiği golf arabaları sayesinde de dilerseniz yağmurdan korunarak odanıza gidebilirsiniz.

English:“The hotels in Thailand are very accustomed to the rains of these seasons and accordingly set up hotel systems. That’s why you can always find umbrellas all over the hotel and in the rooms. At the same time you can go to your room in the hotel by the golf carts , if you want protecting the rain from.”

The Surin Phuket, Phuket’in en büyük ve en güzel plajlarından biri olan Surin Beach’e, Phuket’în yeni gözde bölgelerinden biri olan Kemaala bölgesine ve Phuket’in kalbi olarak bilinen Patong bölgesine oldukça yakındı. Bu nedenle hem kendi ayrı plajı olan, hem de bir çok bölgeyi kısa zaman içerisinde gezebileceğimiz bir lokasyona sahip olması gerçekten çok iyiydi.

English:“The Surin Phuket is very close to Surin Beach, one of the largest and most beautiful beaches in Phuket, the Kemaala region, one of the new favorite areas of Phuket, and Patong, the heart of Phuket. For this reason, it was really good to have a location that has its own seaside beach and as well as a lot of places to visit in a short time.”

Otele girer girmez mimarisine bayılmıştım! Her biri birbirinden bağımsız, bir ormanın içerisinde yer alan küçük villalardan oluşuyor. Odaların mimarisi uzak doğu ile Amerikan tarzının karışımı gibiydi. Sanki Malibu sahilinde bir yazlık eviniz varmış gibi hissediyorsunuz. Etrafınızda onlarca çeşit, belki de hayatınızda ilk defa göreceğiniz türden bitki ve tabi ki upuzun palmiye ağaçları…

English:” When I entered the hotel, I loved the architecture! Each of them consists of small villas that are independent of each other and located in a forest. The architecture of the rooms was like a mixture of Far East and American style. You feel like you have a cottage on the shore of Malibu. There are dozens of species around you, perhaps the kind of plant you’ll see for the first time in your life, and of course very long palm trees …”

Otelin,  sabahları deniz manzarasına karşılık kahvaltı edebileceğiniz Lomtalay adında bir restoranı bulunuyor. Akşam yemeği için ise havuz kenarına kurulan masalarda yemek yiyebileceğiniz Sunset Restaurant bulunuyor ve mönüsü ağırlıklı olarak Thai yemekleri içeriyor. Burada yediğimiz kalamar gerçekten çok güzeldi! Aynı zamanda tüm gün odanıza yemek siparişi verebilirsiniz. Pizza, hamburger, salata ve makarna gibi batı mutfağından da yiyecekler bu restoranın mönüsünde bulabilirsiniz. Diğer bir opsiyonunuz ise, Beach Restaurant! Havalar güzel olduğunda sahile kurulan masalarda, hava bozukken de deniz kenarındaki terasa kurulan masalarında günlük taze deniz mahsullerini barbekü olarak deneyimleyebilirsiniz.

English:“The hotel has a restaurant called Lomtalay, where you can have breakfast with the sea view. For the dinner there is Sunset Restaurant which you can enjoy your meal on the tables by the pool and its menu mainly includes Thai dishes. The calamari we ate here was really beautiful! At the same time you can order food all day dining. You can find food from the western cuisine such as pizza, hamburger, salad and pasta in the menu of this restaurant. Another option is the Beach Restaurant! When the weather is beautiful, you can eat fresh seafood every day in the beach, while in bad weather you can eat in terraced by the sea.”

Gelelim en sevdiğimiz kısma! Otelin harika bir sahil barı vardı! Gerçekten film karesi gibi duruyordu uzaktan baktığınızda… Burada her akşam happy hour saatlerinde kokteyller ve belirli içecekler %50 indirimli oluyor. Favori kokteyllerimiz Pina Colada ve Passion Fruit martini idi… Gerçekten hayatımızda içtiğimiz en güzel kokteyller listesine girebilir! Kesinlikle tavsiye ediyoruz…

English:“Our favorite part, the hotel had a great beach bar! It really looked like a movie square when you look at it from a distance … Cocktails and some beverages are 50% off at happy hour hours here every evening. Our favorite cocktails were Pina Colada and Passion Fruit martini … One of the best cocktails we’ve ever had in our lives! We definitely recommend … 

ODAMIZ – OUR ROOM; BEACH SUITE

Odamız sahil kenarında yer alan ve “Beach Suite” diye geçen odalardan biriydi. Bence tek kelime ile mükemmeldi. O kadar ince detaylar vardı ki… Kendinizi gerçekten özel hissediyorsunuz.

English:“Our room was one of the rooms at the beach side called “Beach Suite”. I think it was absolutely perfect. It had such beautiful details … You really feel special.”

Odamıza bırakılan bu hasır çanta,  şapkalar, şemsiyeler, ipek sabahlıklar ve orkide dolu küvet yetmiyormuş gibi bir de mini barda yer alan yiyecek ve içeceklerin, şarap hariç, oda fiyatına dahil olduğunu öğrendik. Gerçekten çok takdir ettik. Minibar olayı her zaman sorguladığımız bir şey olmuştur. Dünyanın parasını verip bir odada kalıyorsan minibardaki belirli şeyleri, en azından kolayı ve birayı ücretsiz vermelisin. Zaten adetli koyuyorsun ve gün sayısı belli. Ne gibi bir kaybın olabilir ki? Ama The Surin Phuket gibi vizyon sahibi otellerde sana bu küçük detayları sağlayarak gerçek anlamda kazanç sağlandığını düşünüyorum.

Her gün odaya ayrıca tropik meyvelerden oluşan bir tabak ve yanına da bu tropik meyveleri tanıtan bir kart bırakıyorlardı. Böylece her gün ne yediğimizi görüp öğreniyorduk.

English:“These wicker bags, hats, umbrellas, silk gowns had left our room and orchid filled tub … We also learned that the food and drinks in the mini-bar are included in the price of the room, excluding wine. We really appreciated it. If you are making a payment and staying in a room, you should give some things in the minibar, at least easy and free of charge. What do you lose? But in hotels like The Surin Phuket, they have benefits by providing these little details.

Each day they also left a card introducing the tropical fruits and the tropical fruits next to it. So we saw and learnt what we ate every day.”

Bu yetmezmiş gibi, bir de Phuket’in meşhur rum imalathanesi Chalong Bay‘a ait bir set bırakıp bize kendi kokteylimizi yaratma imkanı sundular. Üzerinde “Party starts here” yazan bir plaka ve yanına da passion fruit koymuşlardı. (Phuket’te öğrendiğimiz ve Chalong Bay ile yapılan kokteyl videomuzu ise yakında yayınlayacağız.)

English:“They also left a set of Chalong Bay, the famous rum production in Phuket. They gave us the opportunity to create our own cocktail. They put a plate with “Party starts here” on it and a passion fruit next to it. (We will be publishing a cocktail video with Chalong Bay in Phuket soon.)”

Chalong Bay, alkol oranı gerçekten yüksek bir rom. Bize tarif edilen şekilde kokteylimize eklediğimiz halde ilk içişte oldukça sert geldi, ancak sonra buzlar erimeye başlayınca ve passion fruit tadıyla karışınca gerçekten inanılmaz lezzetli bir kokteyl oldu. O kadar sevdik ki evimize de aldık!

English:“Chalong Bay is a really high-alcohol rum. When we added to our cocktail as described to us, it was very tough at first, but then it was an incredibly delicious cocktail when the ice started to melt and passion fruit mingled. We loved it so much we took it home!”

Her şey bir yana, odamızın sağladığı bu teras ve deniz manzarası bir yana… Şansımıza ilk iki günümüzde muson fırtınasına yakalandık. Ama öyle bir şey ki, tüm gün yağıyor, ama gün batımı saatinde adeta güneş bulutların üzerinden parçalanarak gök yüzünde bir sanat yapıyordu. Ben hayatımda bu kadar garip bir hava görmedim 🙂 “Güzel günler göreceğiz, güneşli günler” sözünün hayata geçmiş hali gibi! Hava zaten sıcak olduğu için biz de sahil evimizin ve terasımızın sonuna kadar tadını çıkarttık! Gerçekten çok büyük bir lüks ve konfor sağlıyor size! Yataktan kafanızı kaldırmanıza gerek kalmadan okyanusu görüyorsunuz… ve bir de şu iki palmiyeyi 🙂 Kaldığımız süre boyunca “ikimiz bir palmiyenin, coconut veren dallarıyız” diye diye aşk yaşadım kendisiyle 🙂

İkinci gün kopan fırtınanın ardından tüm günü otelde geçirip hem dinlendik hem güzel vakit geçirdik. Ortam o kadar güzeldi ki zaten Surin’den dışarı çıkmak istemedik.

English:“All in all, our terrace and sea view are wonderful … Monsoon storm broke out in our first days. But something like that, it’s raining all day, but at sunset time it’s almost sun-shattering over the clouds, doing art in the sky. I have never seen such a strange weather in my life.  As in the our traditional song “we will see beautiful days and beautiful sunny days!”. Because the weather was hot, we also enjoyed our seaside house and our terrace! It really gives you a great deal of luxury and comfort! You see the ocean before you need to get out of bed … and also these two palms…

On the second day, we spent the whole day at the hotel after the storm that broke out. We had a nice time and relaxed. The atmosphere was so beautiful that we did not want to go out of Surin anyway.”

Sahildeki palmiye ağaçlarından sarkan salıncakta, rüzgara karşı çocuklar gibi eğlendik…

English:“On the swing hanging from the palm trees on the beach, we had fun like the children …”

 

Buralarda fırtına çıkınca karaya hindistan cevizleri vuruyor…

English:“You can see coconuts on the land when the storm broke out around here …”

Benim gözümden…

English:“From his eye …”

Onun gözünden…

English:“From my eye …”

Buradan bakınca bile doğa ana karşısında ne kadar küçüğüz değil mi?

English:“How small we are in front of nature, are not we?”

Sonra o fırtına yerini yavaş yavaş bu renklere bıraktı… İnanılmaz bir gökyüzü şovuna şahitlik ettik…

English:“Then the storm slowly left its to these colors … We witnessed an incredible sky show …”

Biz de bu anın tadını otelin sahil barında,  happy hour olduğu için %50 indirimle aldığımız o harika kokteylleriyle eşlik ettik 🙂

English:“We enjoyed  and got those wonderful cocktails with a 50% discount for the happy hour at the beach bar in the hotel.”

Gördüğümüz tüm güzelliklere ve The Surin Phuket otel yönetimine en zor hava koşullarında bile tatilimizi harika geçirmemiz için ellerinden geleni yaptıkları için sonsuz teşekkürler!

Phuket & Krabi gezimizin fotoğraflarına @kucukmartha ve @baranseldogan instagram hesaplarından veya #kucukmarthathailand hashtaginden ulaşabilirsiniz!

English:Thanks to all the beauty that we have seen and The Surin Phuket Hotel for their hospitality so that we had a wonderful holiday even in the most difficult weather conditions!

You can find photos of Phuket & Krabi on our @kucukmartha and @baranseldogan instagram accounts or #kucukmarthathailand hashtag!"

Sevgiler / Best

Özüm & Baransel