Browsing Tag

hotels

SEYAHAT

TÜRKİYE’DE “BABYMOON” SEYAHATİ YAPILACAK MEKAN ÖNERİLERİ

Yalan yok! Hamile olduğumu ilk öğrendiğim andan itibaren hayal kurmaya başladım. Bu hayallerden biri de “babymoon” seyahati idi 🙂 E konu seyahat olunca buna bahane üretmek benim işim 🙂 Şaka bir yana, hamilelik süreci ilerledikçe, neden çiftlerin (özellikle kadınların) bu seyahate ihtiyacı oluyor daha iyi anladım.

Peki nedir bu Babymoon Seyahati? Babymoon aslında Amerika’da doğan bir seyahat türü. Kısaca “baby” ve “honeymoon” (balayı) kelimelerinin birleşiminden oluşuyor. Tam olarak hamileliğin balayı da diyebiliriz. Kadınların hamilelik sürecinin 2. trimesterı yani 4., 5. ve 6. aylarında gerçekleştirilen, çiftlerin baş başa romantik bir tatil yapması için oluşturulan bir fikir aslında. Bazıları bunun bir pazarlama fikri olduğunu söylese de, hem kendimden bildiğim hem de kızkardeşiminkine şahit olduğum için söyleyebilirim ki, gerçekten çok güzel bir deneyim ve hem anneye hem de çift olarak kadın ve erkeğe çok iyi gelen bir seyahat oluyor.

Zorlu geçen ilk 3 ayın ardından, tam 13. haftamı doldurmuşken, bir sabah uyandım ve sanki bir sihirli değnek değmişçesine bulantılarım bitmişti. O anda hamileliğin balayı dedikleri bu döneme girdiğimi anladım. Artık enerjim yükselecek, vücudum mutluluk hormonu salgılayacak ve hatta saçlarım parıl parıl parlayacaktı! Evet, asıl şimdi bir tatile hazırdım!

Belki oralarda bir yerlerde bu tarz bir tatile ihtiyacı olan ama nereye gideceğini bilmeyen çiftler vardır. O nedenle ben de size deneyimlediğim yerleri tavsiye olarak yazmak istedim.

1.HILLSIDE BEACH CLUB – FETHİYE (MAYIS-EKİM)

Ekim ayının ilk hafta sonu, İstanbul gri ve soğukken, biz Dalaman’da pırıl pırıl güneşli ve 30 derece bir havaya merhaba dedik.Uçaktan indiğimiz anda modumuz değişti. Daha önce Ekim ayında hiç güneye inmemiştim, ne büyük hata olmuş. Normalde kışın yaz tatili yapma fikrini çok severim aslında. Ama hep yurtdışına odaklanmıştım bunca zaman. Halbuki Ekim ayında bizim güney sahillerimiz de muhteşem oluyormuş.

Denizin rengine mi vurulsam, o koyun manzarasına mı… Odalarının hepsinin manzarasının olması gerçekten harika.O kadar güzel inşa edilmiş ki binalar ağaçların arasında gizli adeta. Odaların genişliği ve konforu mükemmeldi. Balkondaki koltukta oturup manzaraya dalmak ise ömürlük!

Hillside Beach Club’ın 3 ayrı plajı var. Biri ana plaj, diğeri Silence beach denilen ve telefonla dahi konuşmanın yasak olduğu (çocukların da giremediği) plaj, bir diğeri ise Serenity ismindeki yine sadece yetişkinlere açık olan plaj. 3 plaj da harika! Hamiş gözüyle hepsini deneyimledim 🙂 Serenity favorim! Düşünsene bir sonraki sene kucağımda Ada olduğu için zaten o plaja giremeyeceğim 🙂 O nedenle hamileliğinizin bu nimetlerini kullanın 🙂

Hillside’ın en güzel yanlarından biri tam pansiyon konaklama sağlıyor olması. Yania slında olayı bu! Size kolaylık sağlamak adına her şey düşünülmüş. Yemekler inanılmaz güzeldi. Açık büfe restoran hayatımda gördüğüm en iyi açık büfelerden biriydi (ki ben hiç sevmem). Hazır iştahınız açılmış, güzel güzel yiyebildiğiniz bir ödnemdesiniz, alın size lezzetli ve sağlıklı yemekler sunan bir yer! Ana restoran dışında 2 ayrı restoran daha var, biri Beach Bar restoran diğeri ise deniz mahsülleri ağırlıklı mönüye sahip olan Pasha Restoran. Bunlar da tam pansiyon konaklama içerisine dahil ancak rezervasyon şart.

Biz bu seneki deneyimimizden sonra hemen bir sonraki sene için Ada ile de gideriz düşüncesiyle ön kayıt yaptırdık. Hillside’da yer bulmak her yıl biraz zor oluyor. Ancak en yoğun dönemlerinin Temmuz-Ağustos yani aslında okulların tam tatil olduğu dönem olduğunu unutmayın. Mayıs-Haziran ve Eylül-Ekim mis gibi olacaktır…

Yaşadığımız 2-3 günlük kaçamak bile bana 1 haftalık tatil hissi vermişti. İyi ki gittik! Kesinlikle tavsiye ederiz!

2. BOZBURUN YAT KULÜBÜ (HAZİRAN – EYLÜL)

Bu yaz kız kardeşim 4,5 aylıkken bizim yanımıza tatile Bozburun Yat Kulübü’ne gelmişti. Onun nasıl bir tatil geçirdiğini gözlemlediğim için gönül rahatlığıyla buraya da yazabilirim diye düşündüm. Her şeyin başında, hiç bir yere koşturma telaşının olmaması, her şeyin elinin altında olması ve denize sıfır olmak ona çok iyi gelmişti. Yemeklerin lezzetinden ve doğallığından, Zaynep Anne’nin sohbetinden, canım Tanem’in ilgisinden yanında eşi olmasa dahi adeta bir babymoon yaşamıştı. Eğer ben de aynı dönemde hamile olsaydım, kesinlikle gideceğim yerlerden biri olurdu Bozburun Yat Kulübü.

3. CASA LAVANDA BUTİK OTEL – ŞİLE (TÜM YIL)

Hem baharını hem kışını gördüğüm bu otele, yılbaşı öncesi hamileliğimin 25. haftasını bitirmek üzereyken gitme şansımız oldu. Casa Lavanda’yı her daim çok sevmişimdir. Yazın giderseniz havuz imkanı da var üstelik. İstanbul’a yakın olması ve yeni yapılan yol sayesinde de artık yolun 45 dakikaya düşmesi ciddi bir avantaj. Üstelik bu kadar yakın olup uzaklaşma hissini de vermesi çok güzel.

Kışın ise çıtır çıtır yanan şöminesinin karşısında huzurla kitabınızı okuyabilirsiniz. Yemekleri zaten muhteşem. Şef Emre Şen’in elinden çıkan mönü gerçekten çok başarılı. Odaları samimi ve konforlu. Üstelik SPA’sında hamile masajı da yapılıyor! Daha ne olsun 🙂

4. IDA BLUE HOTEL – ADATEPE KÖYÜ, ÇANAKKALE (TÜM YIL)

Geçen yıl Mart ayında gittiğimiz Ida Blue Hotel’i ne akdar beğenmiştim hatırlayanlar bilir. O zaman elbette hamile değildim, ama hamile olsaydım da çok güzel geçerdi yine. Bir kere Adatepe Köyü’nün kendisi zaten çok güzel. O sokaklarda yürümek bile size iyi gelecektir. Otelin yemekleri mükemmel! Bir hamiş için en önemli noktalardan biri 🙂 Etrafta görülecek ve gezilecek yerler de var. Olur da yazın giderseniz biraz yazlıkçı kalabalığına denk gelebilirsiniz ancak denize girme imkanı olacağı için güzel bir alternatif olacaktır. Ben yine de bahar aylarını tercih ederdim muhtemelen. Hele ki Nisan – Mayıs aylarında eminim muhteşem olur!

5. KAPADOKYA (EKİM-MAYIS)

Spesifik olarak bir otel belirtmek istemedim çünkü böyle bir deneyimim olmadı. Ancak eğer vakit bulsaydık hamileyken özellikla kar zamanı Kapadokya’ya gidecektik. Bu da seyahat alternatiflerimizden biriydi. Biz gitseydik eğer aklımda daha önce Baransel’in deneyimleyip çok beğendiği Argos‘da kalmak vardı. Belki size bir ilham olur diye onu yazmak istedim.

Neden Kapadokya? Çünkü her zaman çok büyülü… Ulaşımı kolay… Güzel yemek, çıtır çıtır yanan şömine, masalsı doğa yürüyüşleri, belki de sadece kitap okumalık… Her zaman iyi gelmiştir. Ben daha önce bir sonbaharda bir de kışın gitmiştim. Yazın çok sıcak olduğu için hamileyken gitmenizi tavsiye etmem. Ama Ekim-Mayıs ayları arasında ne zaman giderseniz gidin harika bir kaçamak olacağına eminim.

6. DİĞER ALTERNATİFLER

Listede gözünüz Bozcaada‘yı aramış olabilir ama onu bilerek yazmadım. Çünkü ilk trimesterda kanama geçirip adada hastane olmaması nedeniyle çaresiz kaldığım anlar aklıma geldi ve vazgeçtim yazmaktan. Hamilelik bu, ne zaman ne olacağı belli olmaz, o nedenle riske atmaya gerek yok.

Diğer bir alternatif Lüleburgaz’da yer alan Bakucha Vineyard & SPA Hotel olabilir. Ben henüz deneyimlemedim, ama çok güvendiğim ve sevdiğim bir arkadaşım çok sık gider ve bana hep tavsiye etmiştir. SPA’sının olması ve havuzunun olması büyük avantaj! Tüm yıl gidilebilir!

Alaçatı ve Çeşme‘yi sanırım sezon dışında ve özellikle ilkbaharda seviyorum. Eğer hamileliğinizin 2. trimesterı bahar aylarına denk geliyorsa o taraflar da güzel olabilir.

Bodrum‘u da sezon dışı daha çok sevenlerden olabilirim. Yine planlayıp da hamileliğimde vakit bulamadığımız için gidemediğimiz bir yer Bodrum. Özellikle kış güneşi zamanı ve bahar ya da sonbahar döneminde mükemmel bir kaçamak olur. Boşverin bu seferlik rakınızı içmeyiverin; taze balık yer, güneşlenir, deniz havası alır gelirsiniz, fena mı?

Daha önce defalarca denemiş olduğumuz Göcek‘de tekne kiralayıp koy koy gezme opsiyonunu da unutmayalım! Bir hamişin denize bu kadar yakın olması onu çok mutlu edecektir 🙂

Benim listem bu şekilde, eğer sizin de önerileriniz olursa lütfen yorum olarak bırakın ki diğer çiftlere de fikir olsun 🙂

Sevgiler

Özüm

 

 

 

 

 

 

SEYAHAT

BİR BABYMOON HİKAYESİ; SEYŞELLER BÖLÜM 2 – ADALAR ARASI UÇUŞ – PRASLIN ADASI & CONSTANCE LEMURIA – DOHA’DA 1 GECE

İKİ ADA ARASI UÇUŞ DENEYİMİ

Seyşeller’de üç ana ada bulunuyor; Mahe, Praslin (pralin diye okunuyor) ve La Digue (la dig diye okunuyor) adası. Bunlar haricinde de ziyaret edilebilecek bir sürü küçük ada var. Genellikle turistler ya bu üç adayı geziyor ya da tekne turuna çıkıp günübirlik diğer küçük adalarda şnorkel, dalış ya da sadece yüzme gibi aktiviteler yapıyorlar. İlk yazıda da bahsettiğim gibi, mesafeler uzun ve adalar arası ulaşım da çok kolay olmadığı için 4 günlük bir programa, tüm adalar birden mümkün değil sığmaz.

Üç ana ada arası ulaşım için ise temelde iki alternatifiniz var; ya hepsinin arasını feribotla (ya Cat Cocos ya da Seyferry ‘den bakabilirsiniz) geçeceksiniz ya da Mahe’den Praslin’e bizim de yaptığımız gibi 15 dakikalık bir uçuşla (tek bir havayolu var o da yerel havayolu olan Air Seychelles) varacak, sonra siz dilerseniz La Digue’e Praslin’den feribotla geçeceksiniz. Şimdiden uyarayım feribot biletleri de uçak bileti de hiç ucuz değil. Neredeyse aynılar, dolayısıyla çok önceden planlayıp online olarak mutlaka biletlerinizi alın derim.

Setur Select ekibinin yönlendirmesiyle biz Air Seychelles‘in adalar arası ulaşımında kullandığı 20 kişilik minik pırpır uçakla 15 dakikalık bir uçuş deneyimi yaşadık. Gerçekten hayatımda edindiğim en güzel seyahat deneyimlerinden biriydi. 🙂 İyi ki yapmışız! Seyahatimize başka bir boyut kazandırdı. Zaman açısından size kazandıracağının yanı sıra camdan gördüğünüz manzara o kadar güzel ki… Hafızanıza bir kazınıyor, bir daha çıkması zor.

Tepeden gördüğünüz mavi ve yeşilin tonları mükemmel! Ayrıca çok yüksekten uçmadığı için hiç sallanmıyor da… Bir ara gerçekten kendimizi Geyikli-Bozcaada feribotunda gibi hissettik 🙂 O nedenle kesinlikle ama kesinlikle bu iki ada arası uçuşu tavsiye ederiz!

Not: Oradayken öğrendik ki, hava kötü olduğunda feribotlar iptal olabiliyormuş ama uçaklar çok nadiren iptal oluyormuş.

PRASLIN ADASI – CONSTANCE LEMURIA

Praslin Adası, Seyşeller’in 2. büyük adası olarak geçiyor. Üstelik Dünya’nın en ünlü ilk 5 plajından 2’si bu adada yer alıyor, Anse Georgette ve Anse Lazio. O nedenle bence görülmesi gereken bir ada. Tatilimizin geriye kalan 2 gecesini de bu adadaki Constance Lemuria’da geçirdik.

Otel, havalimanına sadece 10 dakika mesafede. Otele vardığınızda sizi resepsiyon önünde bir seramoni ile karşılıyorlar. Kocaman ahşap kapıların önünde duran gongu çalıyorsunuz ve ardından resepsiyon kapıları açılıyor ve check-in işlemleriniz için resepsiyonistler size hemen birer içecek ikram edip, mis kokulu ıslak havlulardan veriyorlar. Çok tatlı bir karşılama olmuş. Bir de resepsiyonun konumu doğrudan okyanusa baktığı için kapılar açılınca sanki cenneti görüyor gibi oluyorsunuz. Güzel mimari ve güzel bir karşılama seramonisi olmuş. (Özüm bunu beğendi 🙂 )

Check-in işlemlerimiz esnasında bize bir adet Constance Lemuria pasaportu verdiler. Gerçekten pasaport görünümünde olan minik bir kitapçık aslında bu verdikleri. İçerisinde, odanıza ve konaklamanıza ait bilgilerden tutun da, otelin haritasına, otelde konaklarken görebileceğiniz hayvan ve bitki türlerinin anlatımınından tutun da, akşam yemeklerinde uyulması gereken kıyafet kurallarına kadar her türlü bilgi yer alıyor. Biz bu fikre bayıldık!

Resepsiyon alanından girince ise sizi bir çift Tavus Kuşu göreceksiniz. O kadar güzeller ki… Otelin her yerinden özel bir türde hayvan çıkabilir 🙂 Doğa ile iç içe olmak dedikleri tam olarak da bu 🙂

Konakladığımız oda tipi Junior Suit‘ti. Gayet yeterli büyüklükte ve konforluydu. Banyo kısmı ile oda çok tatlı bir pencere ile ayrılıyordu.

Önünde bahçesi vardı ve o bahçe Grand Anse Kerlan isimli plaja açılıyordu. Ancak plajı doğrudan göremiyorsunuz.Yine gizemli bir yolla bağlanıyorsunuz. Palmiyelerin arasından geçerek kumsala ulaşıyorsunuz. Bu plaj kocaman olmasına rağmen ana plaj olarak geçmiyor.

Petite Anse Kerlan

Grand Anse Kerlan biraz daha açık denize baktığı için yüzmek özellikle rüzgarlı havada biraz tehlikeli oluyormuş. O nedenle genellikle ana plaj sayılan ve tesisi de olan Petite Anse Kerlan tarafı tercih ediliyor.

Anse Georgette

Plajlar konusunda otelin en güzel özelliği ise, Dünya’nın en gözde plajlarından biri olan Anse Georgette plajına otelin içerisinden erişim sağlanıyor olması idi. Tabi ki burası da kamuya açık bir plaj ama otelin içerisinden bağlanıyorsunuz.

Resepsiyondan sizi buggy ile götürüyorlar. Her saat başı da ring seferle resepsiyona geri dönebiliyorsunuz.

Bu plajda tesis yok. Giderken havlunuzu, suyunuzu ve diğer tüm ihtiyaçlarınızı yanınızda taşımalısınız.

Gerçekten hayatımda gördüğüm en güzel plajdı. Gittiğimizde güneş kavursa da deniz biraz dalgalıydı. Baransel çocuklar gibi bodysurf yaparak eğlenirken ben sadece ıslanmakla yetindim. Mutlaka ama mutlaka görülmesi gereken bir plaj olduğunu söylemeliyim!

Otelin diğer bir özelliği ise 18 delikli golf oteli olması. Hatta önemli şampiyonalara da ev sahipliği yapıyor. Buraya gerçekten dünyanın dört bir yanından insanlar golf oynamak için de geliyorlar.

Muhteşem bir manzaraya karşı, muhteşem bir doğa içerisinde golf oynamak, ilgim olmamasına rağmen bana bile cazip geldi 🙂 Eğer siz de merak ederseniz ve denemek isterseniz otelden ekipman ve eğitmen talep edebilirsiniz.

Petite Anse Kerlan’da bulunan Takamaka Beach Bar

Diğer bir konu ise gastronomi konusu. Sanırım Seyşeller’de yediğimiz en iyi yemekleri bu otelin restoranlarında yedik. Bir öğlen pool barda hamburger yiyerek geçirdik, akşamına ise Diva Restaurant’ta gastronomi ziyafeti çektik. Sabah kahvaltıları resepsiyonun oradaki açık büfe hizmeti veren Legend isimli restorandaydı ve gerçekten çok güzeldi. Diğer öğlen yemeğimizi Takamaka isimli beach barda yedik ve orada yediğim tavuklu mango salatasının tadı hala damağımda.

Son akşam yemeğimizi ise The Nest isimli, lokal mutfağı Afrika mutfağı ile harmanlayan bir restoranda yedik. bu restoran gün batımı manzarası ile meşhur. Öncesinde kayaların üzerinde günbatımını izledik, ardından yemeğe geçtik. Çok keyfiliydi. Hava bozuk olmasına rağmen azıcık ucundan bir portakallık bile yakaladık.

Eğer  özel bir yemek ya da günbatımı tasarlamak isterseniz, On the Rocks denilen yerde, kayaların üzerinde romantik bir akşam yemeği ya da golf sahasının manzarası en güzel alanında size müthiş bir günbatımı anı tasarlıyorlar. Bunun için önden rezervasyon yaptırmanız lazım.

Diva Restoran’da yemek yediğimiz akşam bizi odamıza götürmek için gelen buggy’i kullanan görevli genç inanılmaz sempatikti. Bizim de keyfimiz yerindeydi ve odaya dönmek istemiyorduk 🙂 “Biz odaya dönmek istemiyoruz ne yapabiliriz?” diye sorduk, o da “Sizi özel bir gezintiye çıkartabilirim.” dedi ve biz de kabul ettik. Buggy ile zifiri karanlık içerisinde golf sahası alanının yüksekte bir bölümüne çıktık. Kafamızı kaldırdığımızda gördüğümüz manzara inanılmazdı! Sanki elimle uzansam alacakmışım gibi yakında ve kocaman elmas parlaklığında yıldızlar bize şov yapıyordu. Orada biraz romantik romantik takıldıktan sonra, en uzun yoldan giderek bizi odamıza bıraktı. Bizim için çok özel ve güzel bir anıydı. Adını hatırlamıyorum ama o genç görevliye tüm kalbimle teşekkür ediyorum 🙂

Bu otelde konaklarken ilk gün hava bozuktu. O nedenle denize giremediğimiz için zamanı SPA’da değerlendirmek istedik. U SPA‘yı deneyimleme şansımız oldu. Çok şanslıydım ki hamile masajı vardı. Ben 60 dakikalık hamile masajı yaptırdım. İki ayağımın arasına hamile yastığı koyup beni bir sağa bir sola döndürerek sırtıma ve arka bacaklarıma masaj yaptılar. Sonrasında da sırtüstü yatırıp karın bölgem hariç ön tarafıma masaj yaptılar. O kadar iyi geldi ki size anlatamam. Tavsiye ederim!

Constance Lemuria da Ephelia gibi çocuklu aileleri kabul ediyor. Ancak gözlemlediğim kadarıyla otele gelen misafirler genelde çiftlerden oluşuyordu. Yine Avrupalı misafir çoğunluktaydı. İki otelin de atmosferini  kıyasladığımda Ephelia’nın bir tık daha çocuklu ailelere, Lemuria’nın ise çiftlere hitap ettiğini söyleyebilirim.

Biz bu otelde kalmaktan da çok büyük keyif aldık. Plajları, yemekleri, SPA’sı ve içeride yarattıkları atmosfer çok güzeldi. O nedenle gönül rahatlığı ile tavsiye ederiz.

DÖNÜŞ YOLUNDA DOHA’DA 1 GECE KONAKLAMA KEYFİ

Qatar Airways’in misafirlerine ekonomi ya da business yolcusu olarak ayırmadan verdiği diğer bir güzel hizmet ise, 8 saat ve üzeri aktarmalarında Doha’da anlaşmalı olduğu onlarca otelden birinde sizi ücretsiz olarak konaklatıyor olması. Dilediğiniz oteli size snulan listeden kendiniz seçiyorsunuz. Bizim de dönüşte aktarmamız neredeyse 20 saat kadar olduğu için, uçak biletini aldıktan sonra Qatar Airways’in internet sitesinden belirttiğim tarihte müsaitliği olan oteller arasından seçtiğim Marriott Marquis City Center‘da kaldık. Hemen belirteyim, bavullarınızı bu aktarma sırasında almıyorsunuz. O nedenle böyle bir aktarma yapacaksanız yanınıza kabin boy bir bavul alıp içine pijamalarınız, ertesi gün giyecekleriniz, diş fırçanız, şarj aletleriniz gibi lazım olabilecek eşyalarınızı koymayı unutmayın.

Qatar, Türk vatandaşlarından vize istemiyor. Dolayısıyla bu imkanı kullanmak bizler için daha kolay. Pasaport işlemlerinden sorunsuzca geçebiliyorsunuz. Biz 1 gün için para bozdurup Qatar Riyali almadık yanımıza. Dilerseniz havalimanında bu işlemi yapabilirsiniz. Ama heryerde kredi kartı geçtiği için ve en kötü yanımızdaki Euro’dan bozdururuz düşüncesiyle gerek duymadık ve hiç de ihtiyacımız olmadı. Havalimanından çıktıktan sonra Orta Doğu’da oldukça yaygın olan Careem ya da Uber ile gideceğiniz otele kolayca ulaşabilirsiniz. Biz hep Careem kullandık ve çok memnun kaldık. Tabi ki ulaşım fiyatları benzinin litresi pul olduğu için oldukça uyguna geldi. O yüzden korkmadan bindik 🙂 Careem kullandığımız için yanımızda ulaşım için nakit taşımamıza da gerek olmadı.

Otele vardığımızda bizi bir sürpriz karşıladı. Nedenini hala bilmiyoruz ama sanırım otel tamamen doluydu, o nedenle bizi en üst katta bulanan kral dairesine verdiler 🙂 Gerçekten bizim evden daha büyük bir odaydı 🙂 En üst katta olunca da manzara şahane gözüküyordu. Otelin diğer bir özelliği de kendi içinden asansörle bir alışveriş merkezine bağlanıyor olmasıydı. Kısa bir alışveriş turu yapayım derseniz güzel olabilir.

O gece melekler gibi uyuduk. Sabah kalkıp duşumuzu alıp güne yepyeni bir şekilde başladık. Uçağımız 14:30’daydı, o nedenle yarım günlük bir zamanımız vardı. Azıcık Doha havası alalım diye kendimizi attık erkenden sokağa. Hava çok güzeldi. Ne kavuruyor ne de üşütüyor. Hala yaz ama yakmıyor da. Dubai’de 50 dereceyi gördüğümüz için zamanında, o yanma ne demek iyi biliyoruz 🙂

Sabah kahvaltısı olarak en yüksek puanlardan birini alan ve sizlerden de gelen mesajlar doğrultusunda Eggspectation‘ın yolunu tuttuk. Burası Doha’nın incisi Pearl denilen yapay bir adada yer alıyor. Kahvaltı gayet güzeldi, ortam çok Amerikan’dı 🙂 Fiyatlara gelecek olursak, arkadaşlar Qatar Riyali ne yazık ki Türk Lirası’ndan değerli. Yaklaşık olarak herşeyi 1,5’la çarpıyorsunuz. Ne hallere düştük… Adamlar müthiş zengin tabi koymuyor onlara… Sokaklardaki arabaları görseniz zaten anlarsınız durumu. Kısacası Qatar bize kıyasla ucuz bir memleket değil. Ettiğimiz kahvaltıya günün sonunda 300TL ödemiş bulunuyoruz 🙂 Eğer otelde kahvaltı alacak olsaydık da 60Euro ödeyecektik. O nedenle iki mekan görelim dedik, pişman değiliz 🙂

Kahvaltıdan sonra Pearl Adası’nda biraz gezindik. Saatler öğlene yaklaştıkça güneş kızgınlığını arttırdı, ben de yorulmaya başladım. O nedenle otelin altındaki alışveriş merkezinde gidip bir tur atıp çıkalım dedik. Ada’ya göre çok tatlı şeyler satan bir dükkan bulduk. Günün kısmetlisi yine Ada kız oldu 🙂 Ona bir kaç parça şey aldıktan sonra, otelden ayrıldık. Havalimanında yine hamile olduğum için beni pasaport sırasında VIP kısmında geçirdiler 🙂 Sonra İstanbul’a rahat bir uçuşla vardık.

Eğer sizin Doha’da daha fazla zamanınız olursa, mimarisiyle oldukça beğeni toplayan İslami Eserler Müzesi‘ni ve Souq Waqif denilen pazar alanını da görebilirsiniz.

***

Umarım bu gezi size de ilham olur ve bir gün Seyşeller’i siz de görebilirsiniz. İlk bölümde anlattığımız Seyşeller’e uçuş, Mahe Adası ve Constance Ephelia’da konaklama deneyimlerimize ve Seyşeller’e gitmeden önce bilmeniz gereken önemli noktalara buradan ulaşabilirsiniz.

Herhangi bir sorunuz olursa bize her zaman kucukmartha@outlook.com dan ulaşabilir, Seyşeller seyahati boyunca paylaştığımız post ve storylere instagram hesaplarımızdan (@kucukmartha ve @baranseldogan ) ulaşabilirsiniz.

Çok Sevgiler

Özüm & Baransel

 

SEYAHAT

BİR BABYMOON HİKAYESİ; SEYŞELLER BÖLÜM 1 – UÇUŞ VE PLANLAMA – MAHE ADASI & CONSTANCE EPHELIA

Son bir kaç yıldır her yılbaşında bir tropik rota belirliyorum kendimce, bir nevi dilek gibi… “Bu yılki büyük hedefim şurası” diye içimden geçirip, bir süre sonra da araştırmalara başlıyorum. 2015’te Bali, 2016’da Maldivler ve 2017’de Phuket & Krabi seyahatinden sonra 2018 için yüreğimden geçirdiğim rota Seyşeller’di. Kış ortasında yaza kaçamak yapmanın tadına bir kere varınca ve döndükten sonra hem ruhumuza hem bedenimize ne kadar iyi geldiğini görünce, bunu her sene farklı bir rota ile tekrarlamak istedik. Tam da Seyşeller tatili hazırlıklarına başlamıştık ki hamile olduğumu öğrendik 🙂 Bu da bize çok güzel bir sürpriz oldu. Meğer 2018 için “babymoon” rotası dilemişim de haberim yokmuş.

NEDEN SEYŞELLER?

Herşeyin başında Seyşeller için Türk vatandaşlarına herhangi bir vize uygulaması bulunmuyor. Bazı ülkelerdeki gibi kapıdan belirli bir ücretle vize alımı da söz konusu değil. O nedenle vize masrafı ve külfetiniz olmuyor.

İkincisi ise, Seyşeller’in nispeten bir çok tropik yere kıyasla yakın olması. Yani uçuş süreleri ve aktarma aralıkları oldukça makul. Üstelik promosyon dönemlerini yakaladığınızda gayet uygun uçak biletleri bulabiliyorsunuz. Bunun için aylar öncesinden takibe başlamanız gerek tabi. 🙂

Üçüncüsü Afrika kıtasına ait bir ada olmasına rağmen, Seyşeller için öngörülen herhangi bir aşı ya da sağlık önlemi belirtilmiyor. Mesela sarıhumma gibi bir aşı olunması gereken bir yer olsaydı gidemeyecektim. O nedenle hamileyken kendinize bir rota belirlerken önce bu alınması gereken sağlık önlemlerini kontrol edip, doktorunuzla mutlaka konuşun.

Esas ana sebebimiz ise kış ortasında yaza gidecek olmak, palmiyelere kavuşacak olmak, hindistan cevizini dalından taze taze içecek olmak ve tabi ki denize girebilecek olmaktı… Seyşeller aslında yılın 12 ayı ziyaret edilebilen bir ada ama bazı dönemlerinde çok daha fazla yağış alıyor. Sıcaklık tüm yıl 28-32 derece arası olurken, Ocak ve Şubat ayları en fazla yağış aldığı aylarmış. Seyşeller’e gitmek için mükemmel zamanlama ise Nisan-Mayıs ve Ekim-Kasım ayları olarak öneriliyor. Aralık ve Mart ayları ise arada bir yağıp geçen yağmurlar ve sonrasında açan güneşle meşhur.

Kısacası zamanlama ve şartlar Seyşeller’de bir babymoon seyahati yapmak için oldukça müsaitti.

SEYŞELLER’E UÇUŞ DENEYİMİ

Hangi havayolu ile uçarsanız uçun, uluslararası sivil havacılık kuralları gereği hamileliğinizin 28. haftasından 35. haftasına kadar (35 dahil) doktorunuzdan alacağınız “Uçmasında engel yoktur” yazılı raporunuzla ancak uçağa kabul ediliyorsunuz. Eğer ki birden fazla bebek bekliyorsanız bu süre sizin için 31. haftaya kadar kısalıyor. Yani örneğin ikiz bebek bekliyorsanız 32. hafta itibariyle doktor raporu dahi olsa uçağa kabul edilmiyorsunuz. Tüm gebelikler için ise 36. haftadan itibaren ise uçuş yasağı başlıyor. Artık evinde otur ve doğumunu bekle, daha fazla gezme diyor yani sana 🙂 Tüm bunların yanında hamileliğin ikinci trimesterı denilen 14.-28. hafta arası olan dönem sizin enerjinizin en yüksek olduğu dönem de olduğu için “babymoon” geleneği tüm dünyada işte bu 2. trimester denilen dönemde gerçekleştiriliyor. Yani 21 haftalık bir hamile olarak benim için mükemmel zamanlamaydı diyebilirim.

Hamileliğimle ilgili herşeyin yolunda gittiğini ve uçmamda herhangi bir sakınca olmadığı bilgisini aldıktan sonra hemen seyahatimizi planlamaya başladık. Daha önce Maldivler’e uçtuğumuz ve çok memnun kaldığımız Qatar Airways ile yine Doha aktarmalı şekilde Seyşeller’e uçtuk. Maldivler’den sonra Hint Okyanusu’nda en kısa uçuş mesafesindeki tropik ada Seyşeller. Dolayısıyla uçuş mesafesi de yormuyor. Üstelik 21 haftalık hamile olduğum için aktarma yapacak olmak benim oldukça işime geldi. Çünkü o aradaki 1,5 – 2 saatlik aktarma süresi yürüyüş yapabildiğim, birşeyler yiyebildiğim, dilersem duş bile alabildiğim kısacası kan dolaşımıma iyi gelen bir süre olacaktı.

İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan 28 Kasım Çarşamba akşamı saat 20:05’te kalkan uçağımız 3,5 saat sonra ilk durağımız olan Doha’ya vardı. Daha önce Doha Hamad Havalimanı’nı yine aktarma sayesinde ziyaret ettiğimiz için, bu aktarmanın bize konfor sağlayacağını biliyorduk. Gerçekten çok güzel ve yolculara çok fazla imkan sunan bir havalimanı.  2 saatlik kısa bir aktarmanın ardından, hayatımda bindiğim en büyük uçaklardan biriyle Seyşeller’e doğru uçmaya başladık. Doha – Seyşeller arası toplamda 5 saat sürüyor. Ama gece yarısından sonra uçtuğunuz için yolculuğunuz muhtemelen uyuyarak geçecektir. Biz oldukça şanslıydık ki, uçağın %70’i boştu. Dolayısıyla orta alandaki dörtlü koltukların her birine ayrı ayrı yayılıp adeta yataktaymışız gibi uyuyarak gittik.

Yolculuk boyunca dikkatimi çeken ve beni çok mutlu eden birşey oldu. Hamile olduğum için, biz hiç bir görevliden yardım ya da ayrıcalık istemememize rağmen ve önceden check-in yapmış olmamıza rağmen, daha İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’nda bagajlarımızı verirken dahi, rahat edeceğimizi düşünerek bizi ekonomi sınıfının en önündeki ikili koltuklara aldılar. Gerçekten çok rahat ettik. Hamileyken uçuyorsanız bu konu aklınızda bulunsun. En öndeki alan biraz daha geniş olduğu için sizin için daha konforlu olacaktır. Normalde bu koltukları çocuklu/bebekli ailelere öncelik olarak veriyorlarmış. Uçakta ihtiyacı olan bebekli bir aile de olmadığı için ikinci öncelik sırası bizdeydi 🙂 Bu durum tüm seyahat boyunca yaptığımız uçuşlarda gerçekleşti buarada. Ama zaten Seyşeller uçuşunda uçak boş olduğu için rahattık.

Seyşeller Mahe Havalimanı

Diğer bir konu ise, uçuş sırasında hamile olduğum için hosteslerin bana ekstra ilgi göstermesiydi. Örneğin Seyşeller’e uçarken ortadaki dörtlü koltuklarda ben yatarken ara ara başucuma meyve tabağı ya da atıştırmalıklar bıraktılar. Bir tane hostes bana gelip “Sık sık su içmelisin, sakın ihmal etme!” diyerek sürekli su taşıdı. Gerçekten prenses gibiydim 🙂 Yolculuk boyunca bu kadar rahat olmamın en büyük nedenlerinden biri de bu ilgiydi sanırım. Oldukça güvende hissediyordum. Buradan tüm Qatar Airways hosteslerine ve yer görevlilerine kucak dolusu sevgilerimi iletiyorum 🙂

Son olarak Seyşeller’e vardığımızda, 50 kişilik bir sırada pasaport kontrolünü beklerken, önümüzdeki yolcuların biz sormadan bizi öne geçirmeleri oldu. Biz “Gerek yok!” dedik, ona rağmen “Lütfen!” deyip ısrar ettiler. Kısacası, medeniyet ve insanlık ölmemiş 🙂 Bu hissiyat çok iyi geldi!

Sabah 09:00 civarı uçağımız muhteşem bir manzaraya doğru inişe geçti. Hava o kadar güneşli ve güzeldi ki… Uçağın camından bakarken gördüğüm denizin ve ağaçların rengi adeta parlıyordu. Daha uçak yere inmeden bile hissettiğim şey “iyi ki geldik” mutluluğuydu.

SEYŞELLER PLANINI NASIL YAPTIK?

Bu seyahatimizde Setur Selectin ellerine emanettik. Otel, otel-havalimanı arası transferler ve iki ada arası yaptığımız uçuşun organizasyonunu Setur Select yaptı. Arkamızda bir acente güvencesiyle gitmek bu defa bana çok iyi geldi. Çünkü en ufak birşeyde arayabileceğim birinin olduğunu bilmek özellikle hamileyken çok mantıklıydı. Biz aynı mantıkla balayında da ilerlemiştik. Bali’ye giderken de acente desteği almıştık, çünkü ne o planlamayla uğraşacak zamanımız vardı ne de halimiz. O nedenle çok iyi bir fikirdi. Bu seyahatimiz de bir nevi balayı kafası olduğu için kendimizi hiç yormak istemedik.

Setur Select bizim için, ilk 2 gece ana ada olan Mahe Adası’nda, ardından 2 gece de Praslin Adası’nda geçireceğimiz şekilde 4 gecelik bir program yaptı. 4 gün Seyşeller için gayet güzeldi, ama biz adaların içerisinde gezmedik. Özellikle ana ada Mahe, oldukça büyük bir ada ve mesafeler birbirinden oldukça uzak. Tek şerit yollar ve virajlar sayesinde en yakın mesafe 30 dk-1 saat civarı oluyor. Normalde baştan başa araba kiralayıp adayı gezmek ya da diğer iki büyük ada olan Praslin ve La Digue’de de keşfe çıkmak üzerine bir seyahat planlasaydık en az 1 hafta kalmamız gerekirdi. Ama amacımız tamamen romantik ve bol dinlenmeli bir tatil olduğu için 4 gün sadece bulunduğumuz yerde kalmayı tercih ettik, bu şekilde de gayet güzel yetti, bir şey kaçırıyormuşuz hissini hiç yaşamadık.

Setur Select’in önerisiyle bu seyahatimizde Constance Hotels grubunun iki farklı otelini deneyimledik. İlk 2 gün Mahe adasında yer alan Constance Ephelia‘da, diğer 2 gün ise Praslin adasında yer alan Constance Lemuria‘da kaldık. Bu iki otel de oldukça büyük ve sağladığı imkanlar açısından da oldukça yeterli. Özellikle plajlar konusunda her iki otel de muhteşem konuma sahipler. O nedenle harika bir seçim oldu diyebilirim.

Konaklamalarımızı yarım pansiyon olarak ayarladık çünkü Seyşeller, “Ben bir otelden çıkayım, restorana gideyim.” diye plan yapabileceğiniz bir yer değil. Restoranlar çoğunlukla otellerin içerisinde. Yine bir otelden çıkıp başka bir otele gitmeniz gerekecek. Öğlen yemeklerimizi ise otelden ekstra olarak alıp pizza, salata gibi şeylerle karnımızı güzelce doyurduk. Bu şekilde ekonomik olarak da mantıklı oldu. Seyşeller’de konaklama tipinizi yarım pansiyon olarak düşünmenizi bu nedenle tavsiye ederiz.

Tüm transferlerin de önceden ayarlanmış olması bizim için yine çok mantıklı oldu. Seyşeller’in neredeyse tek geçim kaynağı turizm olduğu için, adada herşey oldukça pahalı. Buna ulaşım da dahil. Taksi fiyatları genelde Euro üzerinden hesaplanıyor. Örneğin 20KM’lik bir mesafe (ki bu yakın sayılır) için 60Euro gibi bir rakam istiyorlar. Otobüs ise oldukça ucuz ama bizim zamanımız kısıtlı olduğu için o kısma hiç girmedik. Taksi mi transfer mi dersen de transferin paket program içerisine dahil edilmesi çok daha mantıklı olur derim. Diğer bir alternatif ise araba kiralamak. Ama siz de bizim gibi otelden dışarıya pek çıkmayacaksanız arabanızın otelin önünde yatmasına da gerek yok. Ama adayı gezme gibi bir planınız varsa, trafik sağdan (yani İngiliz sistemi) olmasına rağmen, yollar tek şerit olduğu için rahatça kullanabilirsiniz bence.

MAHE ADASI – CONSTANCE EPHELIA

Mahe Adası, Seyşeller’in başkenti Victoria’nın ve uluslararası havalimanının bulunduğu en büyük ada. Ünlü plajları ve bir çok otelin bu adada bulunması nedeniyle de en çok ziyaret edilen ada olarak geçiyor. Yukarıda bahsettiğim gibi biz ilk 2 gece Constance’ın Mahe adasında bulunan Ephelia ismindeki otelinde kaldık. Havalimanından otele varış transfer ile yaklaşık olarak 30-40 dakika kadar sürüyor. Bu süre nispeten kısa bir süre, zaten etrafınızdaki manzaraya bakarken yolun nasıl geçtiğini de anlamıyorsunuz.

Otele vardığımızda bizi mis gibi kokan ıslak havlular ve ferahlatıcı içeceklerle karşıladılar. “Oh!” dedik! Tropiklere şimdi gerçekten vardık! 🙂 Resepsiyondaki kısa check-in işlemimizin ardından, odamızın temizliği henüz bitmediği için (sabah 10:00 civarı varmıştık) bize mini golf arabalarıyla otelde tur attırıp bilgiler verdiler.

Constance Ephelia oldukça büyük bir otel. Toplamda 350 civarı odası var. İki adet büyük plajı, 5000 m2’lik bir SPA alanı, kendi içerisinde bir mangroove ormanı, spor alanları, çocuk kulübü, 5 adet restoranı (Corossol, Helios, Adam & Eve, Cyann ve Seselwa) ve 5 adet barı (Zee bar, Helios bar, Adam & Eve bar, Cyann bar ve Seselwa bar) var. Öyle büyük bir ormanın içerisine o kadar düzgün bir mimari ile yerleşmiş ki, ağaçlardan binaları pek göremiyorsunuz ve o koca alanda asla 350 adet oda dolusu insan varmış gibi hissetmiyorsunuz. Bizi gezdirirlerken özellikle otelin dolu olup olmadığını sorduk ve %90 oranında dolu dediler. Sonraki gün ise buna gerçekten inanmakta güçlük çektik 🙂 O nedenle mimarisine ve yerleşim planına gerçekten hayran kaldım.

İlk gün bizi öğlen yemeği için otelin Helios isimli Akdeniz mutfağından lezzetler sunan restoranına yönlendirdiler. Helios isminden de anlaşılacağı üzere Yunan ezgileri taşıyan bir restoran ve mönüde bazı soğuk mezelerimiz, hatta Türk kebabı bile var 🙂 Ama pizza, hamburger ve salata gibi seçenekler de mevcut.

20 Numaralı Beach Villa

Lezzetli bir yemeğin ardından “Beach Villa” tipindeki odamıza yerleştik. İlk işim saatlerdir üzerime yapışmş olan siyah taytı çıkartıp mayomu giymek oldu 🙂 Sonra da hemen hoop denize!

Beach Villa tipi odaların her birinin ayrıca kendilerine ait havuzları bulunuyor. Biz uzak doğudan bu konsepti epey seviyoruz. O nedenle odamıza resmen bayıldık!

Her şey en ince detayına kadar düşünülmüştü. Odada Nespresso makinesi olmasından tutun da,  aile boyu konaklayanlar için kapıda boy boy bisikletler bile bulunuyordu. Ayrıca plaj havlusu sakın taşımayın yanınızda. Her odada ve odaların haricinde plajlarda bolca havlu bulabilirsiniz.

Kuzey Plajı

Otelin iki adet plajı bulunuyor, bunları Kuzey ve Güney olarak ikiye ayırmışlar. En çok Kuzey plajı tavsiye ediliyor çünkü Güney plajı gel-gitten daha fazla etkileniyor. Beach Villa dediğimiz oda tipleri de bu Kuzey plajının arkasına yerleştirilmiş. Dolayısıyla plaj ve odanız arasında gidip gelmek çok kolay.

Kuma değer değmez herkesin elinde hindistan cevizlerini görünce heyecanla hemen koştum, ben de istiyorum dedim 🙂 Meğer o adam dışarıdan gelen bir satıcıymış 🙂 (henüz plajların kamuya açık olduğunu anlamamıştım) Adam bize iki adet hindistan cevizini 20 Euro’ya vermesin mi?! Ben şok! E daldan topladın? 🙂 Sonra para üstünü de bir güzel lokal para olarak verdi.

Neyse bare fotoğrafımızı çek dedim 🙂 Sonra otelin beach barına gittik ve garson bize pina coladayı yarı fiyatına getirince aşırı pişman oldum 🙂

Seselwa‘nın garsonu elimizdeki hindistan cevizlerini görünce bizi uyardı, bazen para üstü getireceğim deyip getirmeyen oluyormuş, “Dikkat edin, başında bekleyin mutlaka!”dedi. Biz öyle bir sorun yaşamadık ama siz de heyecanlanıp her gördüğünüz satıcıdan hindistan cevizi almaya kalkmayın 🙂 O günden itibaren 4 gün boyunca sadece muhteşem pina coladalardan içtik 🙂

Kuzey plajında gün batımları da muhteşem oluyor. 2 gün boyunca inanılmaz gün batımlarına denk geldik. Ayrıca günbatımı saatinde happy hour da yapılıyor ve Seselwa’da kokteyller yarı fiyatına iniyor.

Güney Plajı

Güney Plajı gel-git olayından çok fazla etkilendiği için çok tercih edilmiyor. Hatta bazen sular öylesine çekiliyormuş ki karşıdaki ada ile arasında bir yol oluşuyormuş. Biz gittiğimizde o karşıdaki adada Rusya Big Brothers çekiliyordu. 🙂

Otelde yarım pansiyon konaklama tipinde kaldığımız için, sadece öğlen yemeklerimizi ve beach barda içtiğimiz içeceklerimizi ekstra olarak ödedik. Bu şekilde çok makul oldu. Zaten daha önce Maldivler yazımda da belirtmiştim ki, bu tarz yerlere seyahat ediyorsanız en mantıklısı ve ekonomik olanı baştan yarım pansiyon konaklama seçeneğini seçmek! İlk akşam yemeğimizi otelin açık büfe olarak hizmet veren ana restoranında yani Corossol‘da yedik. Oldukça güzel bir açık büfeye sahip olan restoranda hemen hemen her damak tadına göre bir lezzet bulabilirsiniz.

İkinci akşam ise rezervasyonumuzu yaptırıp Seselwa‘da yedik. Burada konsept olarak her bir misafire 3 course sunuluyor yani mönüden herkes bir adet başlangıç, bir adet ana yemek ve bir adet tatlı seçiyor. Birer kadeh şarabınız da dahil! Ben burada barbun ve mango salatası yedim ve çok beğendim. Corossol dışındaki tüm restoranlara yarım pansiyon dahi olsanız rezervasyon yaptırmanız gerekiyor.

Sabah kahvaltıları için ise iki adet seçeneğiniz var. Biri Corossol’un açık büfesinden kahvaltı etmek, diğeri ise yine rezervasyonla Seselwa’da kahvaltı etmek. Biz hem odamıza yakın olduğu hem de ortamını beğendiğimiz için iki gün de Seselwa’da kahvaltı ettik. Çok lezzetliydi! Mutlaka bir gün enazından burada kahvaltı etmenizi öneririm.

Özel bir yemek planlamak isteyenler için ise plaja özel masa kuruyorlar ve size özel olarak servis yapıyorlar. Biz bir çiftin masa hazırlığına denk geldik, gerçekten çok romantik görünüyordu. Darısı başınıza 🙂

Otel o kadar büyük ki bazen sıcakta yürümek zor gelebilir, o zaman siz de odanıza buggy (golf arabası) çağırıp gideceğiniz yere kolaylıkla gidebilirsiniz. Ayrıca resepsiyon önünden Kuzey Plajı’na her 15 dakikada bir ring servis de dönüyor.

Kısacası odanızın uzakta olması gibi bir probleminiz yok. Kuzey Plajı ve resepsiyon alanı arasında yürümek isterseniz de (15 dakika gibi sürüyor) muhteşem bir doğa içerisinde yürümüş olacaksınız.

Ayrıca sizi Seyşeller’in simgesi dev kaplumbağaların (Aldabra Giant Totoises) bulunduğu bir alan da karşılayacak. Her gün belirli saatlerde misafirlerin kaplumbağaların yanına girmesine ve onları beslemesine izin veriyorlar. Otelde bulunan en büyük ve en yaşlı kaplumbağa 120 yaşında. 🙂

Otelin diğer bir güzel özelliği ise ormanın içerisine kurdukları Zipline aktivitesi idi. Bizim denemeye fırsatımız olmadı maalesef ama çok güzel bir parkurdu. Yine belirli saatlerde yapıldığı için önceden arayıp rezervasyon yaptırmanız gerekli.

Seyşeller dalış ve şnorkel için de muhteşem bir bölge. Tabi gittiğiniz dönemdeki hava ve denizin durumu bunu etkileyebilir. Biz Kuzey Plajı’nda şnorkel yaptık, ekipmanları ücretsiz olarak otelden alabilirsiniz. Dalış için ise 1 gün önceden mutlaka rezervasyon yaptırmalısınız. Ben zaten hamile olduğum için dalış yapamayacaktım ama Baransel için çok istemiştik. ne yazık ki 2 gün de bir uçağa bineceğimiz için dalış riskli olacaktı (çünkü dalıştan en az 24 saat sonra uçabilirsiniz ki bu aslında 48 saat olarak daha güvenlidir). O nedenle dalış yapamadık ikimiz de. Ama gördüğümüz kadarıyla güzel resifler var. Deneyebilirsiniz!

Diğer bir taraftan plaja her gün dışarıdan sizi çeşitli aktivitelere davet edecek tekneler geliyor. En popüleri balık tutma aktivitesi. Her gün devasa balıkları tutan ekip gelip sahilde şov yapıyor. 🙂

Otelde 5000 m2’lik alanıyla Hint Okyanusu’ndaki en büyük SPA merkezi olan U SPA bulunyor. Biz SPA alanını sadece gezdik, masaja vakit ayıramadık, o hakkımızı Lemuria’da kullandık 🙂 Ama bu güzel SPA’yı da ziyaret etmenizi öneririm.

Otelde konaklayanların %90’ı Avrupalı idi. Çoğunlukla İngiltere, Avusturya, Fransa ve Almanya’dan geliyorlarmış. Fransa, Avusturya ve İngiltere’den Seyşeller’e direkt olarak uçuş varmış ve ortalama 10-11 saat sürüyormuş. O nedenle de tercih ediliyor. Diğer taraftan da Dubai ve Abu Dhabi’ye olan yakınlığı sebebiyle (4 saat uçuş mesafesinde) Araplar için de tercih sebebi. Ama biz gittiğimizde neredeyse hiç Arap yoktu, hep Avrupalı turist vardı. Gelen misafirlerin yarısı çocuklu hatta bebekli ailelerdi.Ama Avrupalı bebeği farklı oluyor biliyorsunuz 🙂 Gördüğümüz en küçük misafir Avusturyalı bir çiftin 2,5 aylık bebeğiydi. Kadın bildiğin yeni doğurmuş ve 10 saat uçup Seyşeller’e gelmiş. O kadar rahattılar ki… İmrenmemek elde değil. Yine söylüyorum ki, otel o kadar güzel yayılmış ki, siz mutlaka kendinize ait bir özel alan buluyorsunuz ve balayı kafasını sonuna dek yaşayabiliyorsunuz.

Son gün kahvaltının ardından, plaja bir grup çocuk ve anneleri geldi. Sanırım tatil günleriydi. Anneler palmiyelerin altında çocuklara yiyecek hazırlarken, çocuklar ise denizin tadını sonuna kadar çıkardılar. O kadar güzel bir görüntüydü ki…

Dayanamadık yanlarına gittik. Bir tane kızın gözüne kum kaçtı ve canı acıyordu, hemen yanına gittim elimdeki temiz suyla gözünü yıkadım ve elbisemle sildim yüzünü. Anlık olarak bana sarıldı ve gitti. Kalbim eridi diyebilirim… Bu da bize güzel bir anı oldu.

Biz Ephelia’nın plajını da, yemeklerini de, doğasını da, kaldığımız odayı da o kadar sevdik ki, otelden dışarı çıkma ihtiyacı hiç hissetmedik. Zaten 2 günümüz olduğu için de tam anlamıyla dinlenmelik bir konaklama oldu. Açıkçası Mahe Adası’nda da görülecek ya da gezilecek çok fazla bir şey yok. Bir kaç ünlü plaj var, ama dediğim gibi bizi otelin plajı tatmin ettiği için dışarı çıkıp koşturmak istemedik. Siz de bizim gibi bir tatil planlıyorsanız, balayı, babymoon ya da çocuklu bir tatil düşünüyorsanız kesinlikle bu oteli tavsiye ederiz.

Not: Otel odanıza bırakılan kartpostalları, resepsiyondaki posta kutusuna atıp istediğiniz adrese gönderebilirsiniz. Üstelik pul almanıza gerek yok, otel sizin için pulu yapıştırıyor 🙂

SEYŞELLER İÇİN ÖNEMLİ NOTLAR

  1. Seyşeller Dünya’nın en pahalı ülkelerinden biri olarak geçiyor. Nedeni ise ülkenin tek geçim kaynağının turizm olması. Ülkede gerçekten yiyecek olarak bile hindistan cevizi dışında neredeyse hiçbirşey yetişmiyor. Hem arazi ve iklim müsait değil hem de yıllarca, önce Fransızlar’ın sonra da İngilizler’in sömürgesi altında kaldıkları için gelişememişler. Eğer gidecekseniz yanınızda Euro götürün. Fiyatları Euro’ya çevirmek daha kolay ve Avrupalı turist fazlalığı nedeniyle Euro’ya daha alışıklar, heryerde kabul ediyorlar ancak para üstünü size Seyşeller Rupisi olarak veriyorlar. Seyşeller Rupisi yazan bir fiyatı Euro’ya çevirmek için ise fiyatı ortalamada 15’e bölmeniz gerekiyor.
  2. Seyşeller’de trafik gibi elektrik sistemi de İngiliz usulü. Otel odalarındaki tüm prizler İngiliz sistemiydi. Ama otelden talep ettiğinizde dönüştürücü veriyorlar. Yine de yedek olsun derseniz evinizde varsa bavulunuza atın derim.
  3. Seyşeller’de ulaşım kısıtlı imkanlarla ve oldukça pahalıya sağlanıyor. Bu nedenle imkanınız varsa araba kiralamak en uygun çözüm. Ama ada içerisinde çok gezmeyecekseniz bizim gibi transfer hizmeti de alabilirsiniz. Örneğin son gün Praslin Adası’ndan Mahe Havalimanı’na uçtuktan sonra, bizim uçağımıza yaklaşık olarak 4 saat kadar bir zaman vardı. Havalimanı çok küçük ve yapacak hiçbirşey de olmadığı için biz de bare en yakın gezilecek yer olan Seyşeller’in başkenti Victoria‘yı görelim dedik. Üstelik her gün kurulan Victoria Market adında bir yerel pazarı da var.Havalimanı – Victoria arası 20 dk kadar sürüyor, bir taksi ile anlaştık, bavullarımızı kendisine teslim ettik, bizi Victoria’ya götürdü, orada bir park alanında bizi bekledi, biz de gezimizi tamamlayıp aynı taksi ile havalimanına döndük. Çünkü havalimanında bagajlarımızı bırakabileceğimiz bir emanet yeri yoktu. Check-in de daha açılmamıştı. O nedenle bu çözüme pazarlıkla tam 60Euro ödedik. Ama başka çaremiz yoktu.Başkent Victoria size gerçekten Afrika’da olduğunuzu hissetiriyor. Pazar daha çok yiyecek pazarı olsa da, hediyelik eşya açısından da bir çok seçenek bulabilirsiniz. Buarada sokakların birinde resmen önünden geçerken kokusuyla bizi cezbeden aşırı lokal bir fırına girdik ve 2 çeşit kurabiye aldık, biri hindistancevizli diğeri ise bademliydi. Hayatımızda yediğimiz en güzel kurabiyeydi sanırım. Sonra dayanamadık dönüp birer tane daha aldık 🙂 Tanesi 5 Rupi idi. Olur da giderseniz lütfen bizim için de o güzel kurabiyelerden yiyin 🙂Fırının ismi PRg Boulangerie.Diğer bir sokakta ise Seyşeller’in tek milli içkisi olan ve orada üretilen bir çeşit rom olan Takamaka‘yı satan bir bakkal bulduk. Havalimanından daha uygun fiyata buradan aldık. O da iyi oldu.  Dilerseniz Mahe Adası’nda yer alan Takamaka Damıtım Evi‘ni ziyaret edip tadım da yapabilirsiniz.
  4. Mahe Havalimanı’nda check-in yapıp içeri girdikten sonra karnınız acıkırsa içeride sadece Burger King var. Ama girmeden dışarıda iç hatlar tarafına yürürseniz bir kafe göreceksiniz, orada da birşeyler atıştırabilirsiniz. Bizim karnımız içeri girdikten sonra tabiki acıkmıştı ve Burger King öyle güzel geldi ki anlatamam. Aylar hatta belki 1 yıl sonra ağzıma fast food hamburger sürdüm ama pişman değilim 🙂 Diğer bir konu ise havalimanından alınabilecek hediyelik eşyalar… Bir kaç dükkan var ve kaliteli ürünler satıyorlar. Özellikle üst kattaki hediyelik eşya dükkanlarına bakın derim, farklı şeyler var. Ucuz değiller! Hatta benim gibi magnet koleksiyonunuz varsa ve Victoria’ya giderseniz oradan alın, havalimanında 2 katı daha pahalı.
  5. Seyşeller’deki 4 günümüzde 2 gün hava muhteşem güneşliyken 2 gün ise yağmurluydu. Ama yağmurlu hali bile sıcak ve keyifli olduğu için aldırmadık. Yani sezon ne olursa olsun böyle sürprizler olabilir. Hazırlıklı olun, üzülmeyin sonra, açın bir prosecco ve keyfinize bakın 🙂
  6. Seyşeller’de çeşmeden ya da açıkta olan herhangi bir suyu içmeyin. Güvenilir yerlerden ağzı tamamen kapalı, ilk defa sizin açacağınız şişelerden su için. Bunun haricinde, mutlaka sivrisinek koruyucu sürün. Özellikle akşam yemeklerinde, onlar da sizi yemeyi pek seviyor 🙂 Bizim kaldığımız tüm otel odalarında özel sivrisinek koruyucu sprey vardı. onları kullandık. Beni hiç ısırmadılar ama ne hikmetse Baransel’i pek sevdiler 🙂 Son olarak, gitmeden önce bir arkadaşım beni bazı plajlarda bazı dönemler kum biti olduğuna dair uyarmıştı. Bize hiç denk gelmedi, sanırım kaldığımız otellerin bulunduğu bölgede böyle bir problem yoktu. Ama yılın belirli dönemlerinde en çok sanırım Mahe’deki Grand Anse Beach‘te oluyormuş. Bu konuyu otelinize danışın mutlaka!
  7. Seyşeller’de tüm kumsallar halka açık. Yani hiçbir otelin özel plajı yok aslında. Dışarıdan teknelerle zaman zaman başkalarının da plaja geldiğini göreceksiniz ama sayı olarak asla bizim dikkatimizi çeken bir yoğunlukta değildi. Dışarıdan gelenler otelin şezlong, havlu gibi imkanlarından elbette yararlanamıyor, sadece plaja havlusunu serip takılabiliyor. Kısacası sizin de ziyaret etmek istediğiniz otel plajları olursa, rahatça gidip takılabilirsiniz.
  8. Hindistan cevizi ana besin kaynakları olduğu için, tahmin edersiniz ki Pina Colada’lar muhteşem yapılıyor. Hamileler ya da alkol kullanmyanlar için için Virgin Colada seçeneği de var 🙂 Lezizdi leziz!
  9. Seyşeller’in %90’ı Katolik. Dolayısıla, tropik adalarda görmeye alışık olduğunuz tapınaklardan ziyade kilise göreceksiniz. bu da tamamen İngiliz etkisi. Tek Hindu tapınağı ise başkent Victoria’da bulunuyor.
  10. Seyşeller’in iki simgesi var; biri Coco De Mer (deniz cevizi) meyvesinin tohumu diğeri ise Aldabra Giant Totoises diye geçen dev kaplumbağaları. Mahe Adası’nda çok büyük bir Coco De Mer ormanı var, dileyenler burayı ziyaret edebilirler. Bu meyvenin kendisinin de tohumumun da Seyşeller dışına çıkartılması kesinlikle yasak. Zaten boyutunu görünce çıkartamayacağınızı da anlarsınız 🙂 Bu kadar kıymetli olmasının nedeni ise tek bir tohumdan bir meyve verme süresinin 7 yıl sürmesi. Tohumunun hem erkek hem dişisi var ve döllenerek meyve veriyorlar. Doğa ananın insanlığa mesajı olacak ki, dişi tohum aynı kadın genital bölgesine benzerken, erkek tohum ise erkek üreme organına benziyor. 🙂 200 yaşına kadar yaşayabilen Aldabra kamplumbağaları ise dünyanın en büyük kaplumbağaları olarak geçiyor. İsmini de Madagaskar ve Seyşeller arasında bulunan Aldabra Resifi’nden alıyor. Eskiden Seyşeller’in granit kaplı adacıklarında yaşayan kaplumbağalar, zamanla bu denizciler tarafından bu adalar keşfedilip işgal edilince ve bir dönem besin kaynağı olarak kullanılınca sayıları oldukça azalmış. O nedenle şuanda koruma altındalar ve bununla ilgili ciddi yasaları mevcut.
  11. Son olarak gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim ki, gördüğümüz en güzel deniz ve en güzel doğadan biriydi ve ben hamileyken Seyşeller’e seyahat yapmış olmaktan dolayı en ufak bir sıkıntı yaşamadım. O nedenle kesinlikle gidilmeli ve görülmeli diye düşünüyorum. Diğer bir yandan, bundan önce hep Asya ya da Hindistan yakınlarındaki adalara gittiğimiz için, Afrika adası hissiyatı nasıl birşey bilmiyorduk. Çok farklıymış… Çok güzel bir deneyimmiş… Gerçekten Afrika’nın bir parçasında olduğunuzu hissediyorsunuz. O nedenle de şimdiye kadar gördüğümüz tropik adalardan oldukça farklıydı. Gerçekten iyi ki ama iyi ki gitmişiz! Çok beğendik ve bize o kadar iyi geldi ki size anlatamam… Umarım isteyen herkes bir gün görür ve keyfini çıkartır!

***

Umarım bu gezi size de ilham olur ve bir gün Seyşeller’i siz de görebilirsiniz. İkinci bölümde size Praslin Adası’na yaptığımız uçuşu, adada kaldığımız Constance Lemuria’daki deneyimlerimizi ve dönüş yolundaki 1 gecelik Doha maceramızı anlatacağız.

Herhangi bir sorunuz olursa bize her zaman kucukmartha@outlook.com dan ulaşabilir, Seyşeller seyahati boyunca paylaştığımız post ve storylere instagram hesaplarımızdan (@kucukmartha ve @baranseldogan ) ulaşabilirsiniz.

Çok Sevgiler

Özüm & Baransel

 

 

 

SEYAHAT

DATÇA REHBERİ 2018

Geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğimiz Datça – Bozburun seyahatinin ilk ayağı olarak 4 gün boyunca Datça’yı keşfettik. Bu bizim hayatımızdaki ilk Datça deneyimimiz olacaktı, o nedenle biraz heyecanlıydık. Datça’ya vardığımızda ise bu heyecan yerini acayip bir dinginliğe bıraktı. Tarifi epey zor… Hem çok tanıdık hem de gördüklerimizle bizi şaşırtan bir yer oldu Datça. Benim için yeni keşfedilen bir yerin ardından beğeni kriteri olarak sorulacak ilk soru “Buraya yeniden gelir misin?” olur. Bu soruyu kendimize sorduğumuzda “Kesinlikle evet!” dedik. O nedenle Datça bizim için sadece haritada üzerine gittim anlamında bir tik atılacak bir yer değil, uzun bir zamana yayıp, keşfedilmeyi her defasında yeniden bekleyen bir yer olacak.

ULAŞIM KONUSU ve SEYAHAT PLANI

Datça oldukça büyük ve dağınık bir yer olduğu için oradayken aracınızın olması bizce şart! Biz önce İstanbul’dan arabayla mı gitsek diye düşünüyorduk, sonrasında 10 saatlik yol gözümüzde büyüdü ve uygun fiyata uçak bileti bulunca uçakla gitmeye karar verdik. İstanbul’dan Dalaman Havalimanı’na 50dk’lık bir uçuşun ardından vardık. Hemen, önceden rezervasyon yaptırdığımız aracımızı teslim almak üzere Budget istasyonuna gittik. Vodafone Red‘lilere özel Budget ile araç kiralamada %50 indirim olduğu için, aracımızı da gayet makul bir fiyata kiralamış olduk.

Dalaman Havalimanı ile Datça arası yaklaşık olarak 2,5 saat sürüyor. Yol manzaraları çok keyifli o nedenle biz hiç sıkılmadık. Karnımız acıktığında ise Hisarönü‘nde bulunan ve tam da yol üstünde olan Mavi Pide‘de mola verip harika köz patlıcanlı pidelerinden yedik. Molamızın ardından 1 saat kadar sonra ise otelimize varmıştık.

Datça içerisindeki ulaşımda aracımız olmasaydı o koylara nasıl giderdik sorusunun cevabını ise Datça merkez garajından kalkan minibüsler olarak aldık.Bu minibüsler önemli mevkilerin hemen hemen hepsine sizi ulaştırıyor. Ama yine de imkanınız varsa bir özel aracınız olsun. Çünkü otelinizden minibüs garajına, minibüs garajından gideceğiniz yere her defasında koşturmak tatilinizin kalitesini biraz düşürebilir.

Biraz da Datça içerisindeki mesafelere değinmek istiyorum. Dediğim gibi Datça nispeten büyük bir yarımada. Hala bakir doğasını koruduğu için de bir yerden bir yere ulaşım sağlarken inanılmaz dar, engebeli, hatta bazen patika ve oldukça virajlı yollardan geçiyorsunuz. Şahsen kaç kere plajlara giderken vertigomun tuttuğunu sayamadım bile. Örneğin Datça merkezden Palamutbükü’ne gitmek istiyorsanız, bu mesafe yaklaşık olarak 30km gibi düşünün. Yani sizin plaja ulaşmanız yolun zorluğuyla beraber yaklaşık olarak 30-40dakika. Palamutbükü nispeten yakın bir plaj diyebilirim, olur da Knidos Antik Kenti’ne gitmek isterseniz, en uç nokta o olduğu için ulaşmak yaklaşık 1 saatinizi alır.

Datça’ya kaç gün ayırmamız gerekir diye sorarsanız, bize 4 gün yetmedi diyebilirim. Gidilecek, görülecek çok fazla yer var. O nedenle biz 4 güne sığdırabildiğimiz kadarını sığdırdık, yeniden gelmek için bahane olur dedik. Bir yandan da çok tadındaydı bence 4 gün, ama 1 günümüz daha olsa şikayet de etmezdim. Kısacası bizce Datça, Cuma-Pazar hafta sonu kaçamağı yapılacak bir yer değil. Onu biraz günlere yayarak, usul usul, yavaş yavaş yaşamak gerekiyor.

KONAKLAMA ÖNERİSİ; FLOW DATÇA SURF & BEACH HOTEL

Datça’da otel bakarken en zorlandığım şey denize sıfır, kendi plajı olan bir otel seçeneği bulmaktı. Çok tatlı, çok güzel butik oteller var ama ben o sıcakta bir denize girip ferahlamak istediğimde her defasında 30 km yol yapmayayım istedim. O nedenle seçeneklerimiz arasından Flow Datça Surf & Beach Hotel’ tercih ettik. Çok da iyi ettik 🙂

Flow, Datça merkeze gelmeden bir kaç km geride, kendine ait otoparkı olan, düz ayak, hem havuz alanı hem de çimenlik alanı hem de plajı olan bir tesis. Biz ana binada yer alan konak odalarından birinde kaldık. Ama dileyenler için taş evlerden oluşan bahçe odaları da mevcut. Çocuklu aileler için özellikle baya güzel bir alternatif.

Biz otelde kalıp tüm gün orada vakit geçirmekten de çok keyif aldık. Plaj alanındaki barı ve koltukları çok güzel. Datça şansımıza hep çok rüzgarlıydı biz oradayken. Ama hava 38 derece olduğu için o rüzgar da bazen iyi geldi diyebilirim. Otelin bulunduğu bölge her zaman bır tık daha fazla rüzgar alıyor, zaten bu nedenle surf kısmı da mevcut. Ama aklınıza devasa dalgalar getirmeyin, denizin çarşaf gibi olduğu da oldu. Kahvaltısı açık büfe şeklinde veriliyor ve çok zengin. Her sabah çeşit çeşit taze ekmek yapıyorlar. Biz oldukça konforluyduk. O nedenle Flow’u kesinlikle tavsiye ederiz!

EN İYİ KOYLAR

  • PALAMUTBÜKÜ

Datça denildiğinde ilk akla gelen yerlerden biri Palamutbükü’dür. O nedenle ilk gün doğrudan buraya denize girmeye gittik. Tavsiye üzerine ise, girişte solda kalan Mavi Beyaz Otel‘in plajında takıldık. Çok rahat ve keyifliydi. Plaja giriş ücreti kişi başı 40TL, bu fiyata şezlong, havlu ve bir adet içki dahil! Olur da giderseniz özellikle demirhindi rom isimli içkisinden deneyin! Kokteyller 37-40TL, alkolsüz içecekler 15-18TL, biralar 20-24TL civarında satılıyor.

Gördüğüm en güzel koylardan biriydi Palamutbükü… Denizin rengi aşık olduğum Symi denizi rengine çok benziyordu.

  • OVABÜK

Ertesi gün Palamutbükü’nün yan tarafındaki Ovabük’e gittik. Burası daha salaş ve daha sakindi. Sıra sıra restoranların önlerinde plaj alanları mevcut. Rüzgarı daha az alıyor. Biz uzun bir süre burada yer alan Poyraz Restoran önündeki plaj kısmında takıldık. Sanırım Datça’da gördüğümüz ikinci en güzel koy da burasıydı.

  • HAYITBÜKÜ

Ovabük’ün hemen yanındaki Hayıtbükü biz gittiğimizde inanılmaz kalabalıktı. O nedenle burada denize giremedik. Ama iki yamaç arasında kaldığı için hiç rüzgar almadığını ve denizin oldukça sığ olduğunu söyleyebilirim.

  • KIZILBÜK & GABAKLAR PLAJI

Ovabük’ten çıkıp yan yana sıralanmış Hayıtbükü ve Kızılbük’ü görelim istedik. Hayıtbükü çok kalabalıktı o nedenle tavsiye üzerine Kızılbük’ün sonunda yer alan Gabaklar Restoran’ın plajına gittik. Burası da çok keyifli plajlardan biriydi. Çocuklu aileler için özellikle bir çok anlamda mantıklı olabilir.

Her şeyden önce kocamaaan bir bahçesi var ve ağaçların altına kurulmuş bir sürü dinlenme alanı var. Şurada bir şekerleme yapsam diyeceğiniz bir çok nokta bulacaksınız 🙂

Biz buraya vardığımızda inanılmaz bir rüzgar başladı, o nedenle denize pek giremedik ama restoran kısmında bira-kalamar yaptık. Datça’da rüzgar biraz şans işi anladığım kadarıyla ve ne yazık ki bizi 4 gün boyunca epey bir tokatladı 🙂 Ama hava sıcaklığı da 35 civarlarında olunca, esmese ne olurduk diye de düşündük hep. Uzun lafın kısası, Datça’da rahatlıkla önerebileceğim plajlardan biri de burası oldu.

NEREDE NE YİYELİM?

  • FEVZİ’NİN YERİ

Sevgili arkadaşımız Ayşe Köroğlu sayesinde bir akşam yemeğimizi Datça merkezde yer alan Fevzi’nin Yeri’nde yedik. İyi ki de yedik! Ayşe’nin dediği gibi kendimizi İzzet Bey’e (baş garson) bıraktık ve biz dur diyene kadar o getirdi. Burada klasik bir meyhanede bulabileceğiniz hiç bir meze yok! Konsepti bilmediğim için de gidip “Yoğurtlu mezeniz yok mu ?” diye sordum! Sormaz olaydım 🙂 İzzet Bey bana meyhane kültürünü, günümüz meyhanelerinde nelerin yanlış yapıldığını, kendi tarzlarını bir güzel anlattı 🙂 Fevzi Bey’in kendine has uslubuyla hazırlanmış çok acayip bir mönüleri var. Hatta İzzet Bey “Çiğ balık gibi şeyler sever misiniz?” diye sorduğunda ben “Ay ben yiyemem!” dedim 🙂 İzzet Bey de “Sen bir tat bakalım sonra konuşuruz.” dedi. Başlangıç mezeleri arasında orkinos getirdi. Böyle bol limonlu, tuzlu ve sarımsaklı bir sosu olan minik minik doğranmış bir orkinos. Mırın kırın ettim önce, sonra bir tadayım dedim. Sonra ben bir utan! Bir utan! Öyle ön yargılı olup da ben yemem dememek lazımmış onu anladım 🙂 Sanırım bütün tatil boyunca aklımızda en çok kalan lezzetler burada yediklerimiz oldu. Başta gelen cevizli zeytin, mürdümik (fava), güveç sübye, kremalı midye ve fener kavurma muhteşemdi. Kesinlikle tavsiye ederiz. İzzet Bey ve Fevzi Bey’e de selamlarımızı iletiniz 🙂 / Fiyat performans kalitesi müthiş! Rezervasyon şart!

  • CULINARIUM

Datçalı sayılabilecek yakın bir arkadaşımın favori mekanı olan Culinarium, ilk akşam yemeğimizi yediğimiz yerdi. Açıkçası normal bir restorana gittiğimizi zannederken kendimi Datça Limanı’na bakan bir apartmanın terasında, bir evin terasında buluverdim 🙂 Mekanın küçücük bir terası, arkada minik bir avlusu ve alt katta kapalı bir restoran alanı bulunuyor. Rezervasyon yaptırırsanız muhakkak teras diye belirtmeyi unutmayın.  Culinarium bir aile işletmesi, beyefendi mutfağın başında, hanımefendi ise serviste! Hanımefendi Alman ama 20 yılı aşkın süredir Datça’da yaşıyor, şakır şakır da Türkçe konuşuyor. Mönüye kattıkları da açık şekilde görülüyor. Burası ağırlıklı olarak şarap eşliğinde bir şeyler yemek isteyenler için uygun bir mönüye sahip! Başlangıçlardan beyaz peynirli risotto ve balıklı&karidesli kabak çiçeği dolması çok lezzetliydi. Ana yemek için balık ve et seçenekleriniz mevcut. Biz tavsiye üzerine beyaz lagos balığı yedik. Sanırım bu yemekteki en büyük hatamız bu oldu 🙂 Çok lezzetliydi ancak tavada yağda pişirildiği için çok ağır geldi ve bütün gece midemizi mahvetti.

Değişik bir deneyim isterseniz kesinlikle tavsiye ederiz, ancak pahalı bir yer olduğunu söylemem gerek. 1 şişe beyaz şarap, iki başlangıç ve 2 adet balık toplamda 400TL civarında tuttu. Ben bir daha gidecek olsam, şöyle bir plan yapardım; terasta yerimi ayırır, gün batımı saatinde orada olur, 2-3 başlangıç söyler ve şarabımı içer kalkardım. Başlangıçların porsiyonları büyük. O nedenle gözünüz korkmasın. / Fiyat performans kalitesi orta! Rezervasyon şart!

  • VİLLA AŞİNA

Datça’da yediğimiz en güzel yemeklerden biri de buradaydı! Villa Aşina aslında bir otel. Saklı koy denilen bir koyda, denize nazır bir manzarası olan terasında dileyen misafirlerini dışarıdan da restoran için ağırlıyor. Tek yapmanız gereken, önceden rezervasyon yapmak ve gideceğiniz gün öğlene kadar arayıp balık mı et mi yemek istediğinizi söylemek. Çünkü ona göre günlük alış veriş yapılıyor ve size özel bir sofra kuruluyor. Villa Aşina’nın Tarsuslu sahibi Bülent Bey’in elinin lezzetini daha gitmeden duymuştuk. Ne yazık ki biz gittiğimizde kendisi Datça dışındaydı ancak mutfak ekibi de en az onun kadar başarılı. Arkada tatlı tatlı çalan Tanju Okanlar, samimi bir ortam, lezzetli yemekler! Zaten daha ne ararsınız ki? Bir de tabi Villa Aşina’nın müthiş dostu Gamsız var! Gamsız öyle sıcak kanlı ki, hemen yanınıza sokuluveriyor. Bütün gece aşk yaşadık biz kendisiyle!

Bizim masamıza gelen mezeler, havuç tarator , çağlalı caciki, ege otları mücver, somon pate ve tarçınlı barbunya idi. Ben özellikle tarçınlı barbunyaya bayıldım! Baransel de somon pateyi çok sevdi.

Ara sıcak olarak ise kocaman bir güveçte karides mantısı geldi. İnanılmaz lezzetliydi! Biz zaten o noktadan sonra doymuştuk ama üzerine kocaman bir deniz levreği geldi. Neyse ki kalanları Gamsız yiyormuş 🙂 Gözüm arkada kalmadı! / Fiyat performans kalitesi yüksek! Rezervasyon şart!

  • LEYLA DATÇA 

Datça’nın içerisinde 1001 gece masallarını aratmayan bir atmosfere düştük! Datça’nın Reşadiye köyünde yer alan ve yerli halk tarafından Koca Ev diye de bilinen meşhur Mehmet Ali Ağa Konağı, günümüzde bir butik otel olarak kullanılıyor. Otelin avlusunda ise daha 1 ay önce açılmış Leyla Restoran yer alıyor. Otel ve restoran farklı işletmeler. Ancak restorana gitmek için zaten konağın bahçesine girmeniz gerektiğinden, zaten ilk adımda büyüleniyorsunuz. Biraz Fas, biraz Endülüs ve biraz Osmanlı mimarisi var konakta. Bahçenin peysajına hele inanamazsınız. Bin bir çeşit bitki…

 

 

Restoranın bir ana avluda bir de arka bahçede alanı var. Arka bahçe alanı biraz daha küçük ve genelde kalabalık gruplara ve özel etkinlik düzenlemek isteyenlere veriyorlar. Bence bahçe kısmı daha keyifli bu arada!

Arka bahçedeki bu dev kaktüslere bayıldık 🙂

Leyla Restoran’ın mönüsünde hem deniz mahsulü hem de et var. Bize göre rakıdan ziyade şaraplık bir mekan. Başlangıç olarak soğuk badem çorbası ve soğuk ayran aşı çorbası güzel ve ferahlatıcı seçenekler. Ana yemek olarak Baransel dana kaburga aldı, bense bonfile! Açıkçası bonfile beni biraz hayal kırıklığına uğrattı ama dana kaburga baya güzeldi. Restoran daha 1 ay önce açıldığı için eksiklikleri çok! Servisi yavaş, örneğin biz ana yemeğe geçtiğimizde şarabımız yeni gelmişti gibi… Ama düzeleceğini düşünüyorum, yeni başlayan bir işletmenin oturması zaman alacaktır.

Restoranın ucuz ya da makul fiyatlı olduğunu asla söyleyemem. Hatta tüm tatil boyunca ödediğimiz en yüksek hesabı burada ödedik. O nedenle bir daha gidersem sadece bir iki başlangıç ve şarapla takılabilirim sırf o atmosferi yaşamak için.

Bu arada kişi başı 38TL’ye bu ortamda güzel bir kahvaltı da edebilirsiniz. Aklınızda olsun! /Fiyat performans kalitesi orta! Rezervasyon şart!

  • POYRAZ RESTORAN

Ovabük’te yer alan Poyraz Restoran, bizim Bozcaada’da yer alan Vahit’in Yeri’nin bildiğin Datça versiyonu! O nedenle çok çok sevdik! Ağırlıklı olarak öğlen ya da akşamüstü bir şeyler atıştırmak için ideal! Zaten aslında hem pansiyon tarafı var hem restoran tarafı! O nedenle kendi önünde plajı olduğu için tüm gün burada takılabilirsiniz. Biz de aynen öyle yaptık! Vardığımızda karnım çok açtı o nedenle hemen bir kaç şey söyledik. Yediğimiz tüm mezeler çok iyiydi! O nedenle aslında daha bir sürü şey söylemek istedim ama midem izin vermedi 🙂 Etrafımdaki herkes ise mutlaka yoğurtlu patates ve biber kızartması yiyordu. Sanırım onu da denemek lazım aklınızda olsun 🙂 Biz çok sevdik burayı! Kesinlikle tavsiye ederiz! / Şezlong için ekstra para ödemedik. Fiyat performans çok iyi! – Öğle saatinde rezervasyonsuz gittik, bir sıkıntı yaşamadık. Bence rezervasyona gerek yok!

  • PAYAM PALAMUTBÜKÜ

Palamutbükü’nden ayrılmadan önce, çok tavsiye edilen Payam‘a gittik. Aslında toktuk ama sırf denemek için bir mantı ve o meşhur portakallı, bademli ve çikolatalı kurabiyelerinden aldık. Mantı konusunda hassas biriyimdir. Çok şanslıyım ki ailede inanılmaz mantı açan hanımlarla büyüdüm. O nedenle o hamur incecik olmadan, kıyması bol tutulmadan benim için mantı geçer not alamıyor. Buradaki mantının hamuru nispeten ince sayılırdı ama içinde neredeyse hiç kıyma yoktu, sadece yoğurtlu haşlanmış hamur yiyormuşsunuz gibi bir hissiyat verdi bana. O nedenle mantısını tavsiye etmem. Ama o kurabiyeler! Ah o kurabiyeler! Payam bence akşam üzeri çay saati yapılabilecek ve fırın kısmından muhteşem kurabiyeler kekler denenebilecek bir mekan. Bu anlamda kesinlikle tavsiye ederiz!

  • DATÇA SAHİLİNDE YER ALAN DİĞER MEKANLAR

Datça’nın aynı Bodrum-Gümüşlük sahili gibi bir sahili var. Dekorasyon ve konsept birebir aynı! Bu sahilde de bir sürü yan yana restoran var. Bunlardan birine de gitmek isteyebilirsiniz. Ama bizim hem programımızda yoktu hem de biraz fazla kalabalıktı, o nedenle burada bir deneyim yaşamadık. Onu da belirteyim istedim… Ama tavsiyeler arasında gelenler, Maradona, Hüsnü’nün Yeri, Kumluk Restoran ve Dutdibi idi. Aklınızda olsun! Bir de yemek öncesi ya da sonrası bir şeyler içmek isteyenlere Cafe Inn önerilir!

ESKİ DATÇA

Datça’ya gelip de şöyle bir Eski Datça sokaklarında yürümeden olmaz! Datça merkezden yaklaşık 2 km uzaklıkta bulunan eski adı Dadya olan Eski Datça’ya dolmuşlarla ulaşabiliyorsunuz. Tam gün batımı saatiydi biz gittiğimizde… Tüm sokakların arasından turuncu bir ışık beliriveriyordu. Atmosfer çok güzeldi gerçekten.

Biz buradan yemeğe gideceğimiz için bir yerde oturup bir şeyler içmeye fırsatımız olmadı. Ancak Can Yücel’i Kahvesi olarak da bilinen Orhan’ın Kahvesi’nde oturup bir şeyler içmek keyifli olabilir.

Hafif Alaçatı atmosferine sahip sokaklar, Alaçatı’dan çok çok daha küçük elbette. Tüm sokakları gezmeniz en fazla yarım saat sürer.

Eski Datça denince akla ilk gelen isim ünlü Türk şairi Can Yücel oluyor elbette. Ailesiyle uzun yıllar boyunca Eski Datça’daki evinde yaşayan Yücel’in vefatının ardında da bugün hala evinin önü onu ziyarete gelenlerle dolu.Öyle ki kapıya artık “Burası bir Müze değildir.” yazmak zorunda kalmışlar. Ziyaret edenlerin de kendince hakkı var tabi, ona bir nebze de olsa yakınlaşmış gibi hissediyorlar belki de kendilerini. Mesela benim tüm o sokakları gezerken aklımda hep şu satırlar vardı;

Başka türlü bir şey benim istediğim…
Ne ağaca benzer, ne de buluta…
Burası gibi değil gideceğim memleket…
Denizi ayrı deniz…
Havası ayrı hava…
Can Yücel

DATÇA’DA GECE HAYATI

Datça’da inanılmaz bir gece hayatı yok, zaten olmasın da! O anlamda da Bozcaada’ya çok benziyor. Çünkü zaten Datça’nın mizacına ters bu durum. Sahilde sevdiceğinle el ele yürürken hala dalga sesi duyabileceğin bir yer Datça!

Belirli dönemlerde belediyenin düzenlediği festivaller olabiliyor, o festival dönemlerinde halk konserleri veriliyor. Bizim gittiğimiz dönemde Tiyatro Festivali vardı ve şansımıza ilk akşam çok sevdiğimiz Güvenç Dağüstün çıkmıştı. Böyle dönemlere denk gelirseniz gece yarısına kadar müzik dinleyebilirsiniz.

Tabi ki bir de yaz boyunca devam eden Datça Amfitiyatro Yaz Konserleri var! Bunlara da mutlaka göz atın, orada olacağınız tarihe denk gelecek güzel bir konser bulabilirsiniz belki !

Diğer bir alternatif ise, liman tarafında yer alan ve Datça’nın sanırım daimi tek konser mekanı Coop Live! Buradaki programı haftalık olarak takip edebilirsiniz! Bizim şansımıza bir akşam  çok sevdiğimiz Cümbüş Cemaat grubu çıkıyordu. Biz de yemekten sonra dinlemeye gittik ve çok eğlendik! Sabahlara kadar sürmüyor o konser hali  tabi, en fazla 01:00 itibariyle müzik kesiliyor. Bu güzel bir şey, ben yadırgamıyorum. Bizim döndüğümüz gün de Yeni Türkü çıkacaktı mesela… O nedenle bence mutlaka takvimine internet sitesinden bakın 🙂

Eğer güzel caz dinlemek isterim derseniz Palamutbükü’nde yer alan Whatsapp Chef Beach Pub bazı akşamlar caz sanatçılarını ağırlıyor.

Tüm sergi, konser ve bilumum etkinlikler için My Datça sitesine bakabilirsiniz!

DATÇA’DAN ALMADAN DÖNMEMENİZ GEREKEN ÜÇ ŞEY

  1. İncir – Hayatımda yediğim en güzel incirlerdi.
  2. Badem – Gerçekten çok iyi!
  3. Bademli Zeytin – İnanılmaz bir lezzet! Çekirdeği çıkartılmış yeşil zeytinlerin içerisine çiğ badem içi doldurulmuş.

Açıkçası bölgenin şarap konusunda biraz daha gelişmesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece yarı tatlı beyaz şarabını, üzümünden dolayı baya sevdik. Zeytinyağı da güzeldi ama Çanakkale’den daha iyiydi diyemem. Bir de bence bir tutam kaktüs getirin 🙂 O kaktüslerin yere düşmüş bir tutamını evde toprağa gömüp yetiştirebiliyorsunuz. Ben yapamadım içimde kaldı, ama bir daha gitsem kesin yaparım!

DATÇA’DA ZAMAN BULUP DA YAPAMADIKLARIMIZ

  • Knidos Antik Kenti’ne gitmek ve orada gün batımını izlemek
  • Datça Vineyard’da gün batımı eşliğinde tadım yapmak
  • Kargı Koyu, İnbükü, Domuz Çukuru, Karaincir ve Palamutbükü’nün hemen yanındaki Akvaryum Koyu’nda denize girmek
  • Günübirlik teknelerle koy koy gezmek
  • Kite ve Wind surf deneyimi yaşamak
  • Kızlan’da bulunan eski yel değirmenlerini görmek
  • Bodrum feribotlarının kalktığı Kairos Marinası’nda gün batımı izlemek

DATÇA HAKKINDA NAÇİZANE GÖZLEMLERİM

  • Datça bize Bozcaada’yı çok fazla anımsattı. Ama bir yandan da hem daha büyük hem de nispeten daha hareketli olduğu için ve belki de tüm evlerin bembeyaz olmasından kaynaklı azıcık Bodrum’u da anımsattı. İkisinin karışımı ama Yunan etkilerinin de fazlaca görüldüğü bir yer diyebilirim.
  • Datça’nın bitki örtüsü coğrafya derslerinde begonvil olarak okutulmalı 🙂 Bu kadar yer gördüm, begonvilin bu kadar yakıştığı başka bir yer görmedim! Tabi ki bir de kaktüsler! Çok nadir görülen bu kaktüsler ve begonviller o turkuaz denizle nasıl bir ahenk içinde anlatamam! Datça bende hep bu üçlü ile kalacak…
  • Datça Muğla ilimize bağlı bir kasaba olmasına rağmen sokaklarda göreceğiniz 06 plaka yoğunluğu sizi şaşırtmasın 🙂 Bizi şaşırttı ve sormak durumunda kaldık 🙂 Çünkü resmen İzmirliler için Alaçatı neyse, Ankaralılar için de Datça o gibi davranılıyor 🙂 Sonradan öğrendim ki 70’li yıllarda Ankaralı bürokratlar ve memurlar Datça’da çok fala sayıda kooperatif işine girmişler, emekli olduktan sonra da çoğu Datça’ya yerleşmiş. Şimdi onların alt jenerasyonları da yazlık niyetiyle Datça’ya geliyormuş. Öyle ki bir çok restoran ve otelin işletmecisi de Ankaralı 🙂
  • Symi’ye ülkemizden en yakın iki noktadan biri de Datça, ancak bu kadar yakın olmasına rağmen arada bir feribot ya da tekne seferinin olmaması çok üzücü. Yetkililere sesleniyorum 🙂
  • Datça ve Bodrum arasında arabalı feribot seferlerinin olması çok güzel! Toplamda 1,5 saat sürüyormuş.
  • Datça’da gördüğüm en büyük eksiklik bir 3. dalga kahvecinin olmaması! Varsa ve ben bilmiyorsam lütfen aşağıya yorum olarak bırakın 🙂 Ama şöyle bohem, tatlı bir 3. dalga kahveci çok yakışırdı!
  • Datça özelinde değil ama Datça seyahati sonrasında çok düşündüğümüz bir konu var. Sanırım artık Türkiye’de ucuz bir yer kalmadı… Ekonomi o kadar batık durumdaki, işletmeciler haliyle fiyatları her yerde çok arttırmış durumda. Ülkede bir çok yazlık yerde kalamar yedik, en salaşından en lüks restoranına kadar, minimum fiyatın en salaş mekanda bile 40TL’ye sabitlendiğini söyleyebilirim. Datça tatilini planlarken Datça’yı aslında, her yaz ritüel haline gelen Yunan Adaları seyahatinin yerine koymuştuk. Çünkü Euro ile başa çıkamayacaktık. Çok açılmayalım, gitmediğimiz bir yeri görmüş olalım mantığıyla yola çıktık. Ama Datça bizi çok şaşırttı. Gittiğimiz çoğu restoran ya da meraktan haberdar olduğumuz çoğu konaklama seçeneği çok pahalıydı. Alkol zaten aşırı pahalı. Gelen vergiler nedeniyle işletmeci ne yapsın? Ona da kızamıyorum! Ama Migros’ta 35TL’ye satılan bir yerel şarabı sen bana 230TL’ye satıyorsan bu işte bir yanlışlık var diye düşünürüm. Bu bana çok ayıp geliyor. Para ülkemizde öyle bir el değiştirdi ki, son yıllarda gittiğimiz her yerde bunu çok net görebiliyoruz. Dolayısıyla kaliteli yerel turist çok azaldı. E şimdi bu azınlık turist yurt dışına da çıkarken bir düşünüyor. Peki ne olacak bu işin sonu? Ben size söyleyeyim, bu işin sonu kayın valide yazlığı ya da biraz şanslıysanız kendi yazlığınıza dönecek. 🙂

Datça fotoğraflarımıza instagram üzerinden #kucukmarthadatca dan ulaşabilirsiniz.

Sevgiler

Özüm & Baransel

 

 

 

SEYAHAT

LONDRA 101 – LONDON 101

Geçtiğimiz yıl Mart ayında kız kardeşimin Londra’ya taşınmasının ardından evde bir panik havası yaşandı. Allah korusun ya bir şey olsaydı da hemen gitmek gerekseydi? Önümüzde ailecek alınması gereken kapı gibi bir vize duruyordu. Bunca zamandır Londra’yı sırf şu vize sorunsalı yüzünden ertelediğim bir gerçekti. Hele ki yeşil pasaport sahibi anne ve babam için vize almak büyük bir dertti 🙂 Neyse ki kardeşim buna vesile oldu ve apar topar vizemizi aldık. Vizeyi aldık almasına da benim gitmem işti güçtü derken bir 6 ay kadar gecikti. Nitekim bunun acısını çıkarırcasına hem Kasım ayının sonunda anneler ve teyzelerle kadın kadına, hem de Aralık sonunda yılbaşı için Baransel’le beraber gitme fırsatım oldu. E artık bir lokal sayılan kardeşimden de epey şey öğrendim. İki ay üst üste gitmeme rağmen ise her seferinde farklı bir şey keşfedip, bunun sonunun bu şehirde kesinlikle olmadığına karar verdim 🙂 Nitekim Londra’da 8 yıl yaşamış bir arkadaşım bana Londra’yı 8 yılda bitiremediğini söylemişti 🙂 Bu şehrin hızına yetişmeniz çok zor. O nedenle eğer sizin de sadece 3-4 günlük bir zamanınız varsa ve bu Londra’daki ilk seyahatiniz olacaksa, öğrendiğim Londra 101 bilgilerini bu yazıda bulabilirsiniz. 🙂

LONDRA’DA ULAŞIM

Londra, İstanbul gibi birden fazla merkezi olan büyük bir şehir. Şehri doğu-batı, kuzey-güney şeklinde ayırıp, metro hatlarını bile bu şekilde isimlendiriyorlar. Siz de benim gibi batı merkezinde bir yere ulaşmak istiyorsanız en iyi opsiyonları aşağıda bulabilirsiniz;

Heathrow Havalimanı’ndan Ulaşım:

-Heathrow Express: Heathrow Havalimanı’ndan Paddington Tren İstasyonu’na en kolay ulaşım şekli Heathrow Express denen hızlı trenler. Hiç durmadan sizi 15 dakikada Paddington’a ulaştırıyor. Heathrow Express hakkında bilmeniz gereken en önemli şey, uçak biletinizi aldığınız gün ilk yapmanız gereken şey, mutlaka internet sitesinden Heathrow Express biletinizi online olarak almak ! Çünkü normalde havalimanı içerisinden aldığınızda bilet ücreti gidiş -dönüş 35 Pound olarak sabit ücret ödemeniz gerekiyor, ancak online olarak önceden alırsanız çok daha ucuza alabiliyorsunuz. Üstelik her 15 dakikada bir her iki taraftan tren mevcut! Bu nedenle en kolay ve hızlı ulaşımı Heatrow Express ile sağlayabilirsiniz.

-Heathrow Connect: Diğer bir opsiyon yolu olan Heathrow Connect, Paddington’a sizi 30 dakikada ulaştırıyor. Heathrow Connect’in gidiş-dönüş ücreti ise 21 Pound. Ama yukarıda anlattığım gibi eğer siz çok daha önceden internet sitesinden Heathrow Express biletinizi alırsanız bu rakamdan bile daha ucuza alabilirsiniz.

-Piccadilly Line (Tube): Londra’da metroya tube deniyor. O nedenle birine metro ile ilgili bir şey soracaksanız doğru yanıtı almak için “tube” kelimesini kullanmalısınız. Heathrow Havalimanı’ndan metro ile de ulaşım sağlayabilirsiniz, ancak bu epey uzun süren bir yol. Gideceğiniz lokasyona göre ortalama 1-2 saat gibi bir sürede ulaşabilirsiniz. Londra’da metro hatlarının isimlerini aklınızda tutmazsanız, renklerini takip etmek daha akılda kalıcı olabilir. Örneğin havalimanından metroya binecekseniz mavi renkteki bu hattı takip etmelisiniz.

Gatwick Havalimanı’ndan Ulaşım: Gatwick Havalimanı Londra’nın güneyinde yer alıyor, dolayısıyla siz oradan merkezde bir yere ulaşmak istiyorsanız, yine Heathrow’da olduğu gibi Gatwick Express’e binip diğer bir merkez istasyon olan Victoria‘ya ulaşabilirsiniz. Bunun biletlerini de yine internet sitesinden alabilirsiniz. Havalimanından Victoria’ya ulaşmanız 30 dk civarında sürüyor.

Şehir İçi Ulaşım: Londra hayatımda gördüğüm en gelişmiş toplu taşıma ağına sahip şehirlerden biri. O nedenle ulaşım konusunda bir sıkıntı kesinlikle yaşamazsınız. Zaten şehir dümdüz olduğu için de bir çok yere yürüyebilirsiniz. Ama şehir aynı zamanda oldukça büyük ve birden fazla merkezden oluştuğu için zaman kazanmak için toplu taşıma kullanmanızı da öneririm. Bu noktada cebinizi yakmamak için ilk yapmanız gereken şeylerden biri 5 Pound depozito ödeyerek alacağınız Oyster Card olacaktır. Oyster Card’ı tüm bilet alabildiğiniz makinalardan temin edebilirsiniz. İçerisine para yüklemek de oldukça kolay. Bu kart olmadan yapacağınız tüm bilet alımlarınız 2 katı ücretlendirmeye tabi olacaktır. O nedenle bu kart ile seyahat etmek oldukça avantajlı! Üstelik bir süresi olmadığı için, kartı saklayıp bir sonraki seyahatinizde de içine para yükleyip kullanabilirsiniz. Diğer bir önemli bilgi ise, otobüsün metrodan daha ucuz olduğu! Bence mutlaka Londra’nın simgesi olan iki katlı kırmızı otobüslere binin ve yer bulursanız üst katta en önde oturup adeta özel bir gezideymiş gibi şehri izleyin 🙂

LONDRA’DA KONAKLAMA İÇİN EN MERKEZİ BÖLGELER

Londra’da otelde konaklamadığım için doğrudan bir otel önerisinde bulunamayacağım. Ama hangi bölgelerde konaklarsanız rahatça gezebilirsiniz konusunda size yönlendirme yapabilirim. Eğer otel ya da Airbnb evi gibi bir konaklama seçeneğiniz olacaksa, batıda Paddington ve Victoria, güneyde Waterloo ve Borough Market, doğuda Liverpool, kuzeyde Camden Town bölgelerine bakmalısınız. Londra’nın tam kalbinde olmak isteyenler için ise Mayfair, Covent Garden ve Kings Cross bölgelerini tavsiye ederim.

LONDRA’DA GEZİLMESİ GEREKEN YERLER

Son Londra seyahatimde, kardeşimden öğrendiğim şekilde Baransel’e program hazırlamıştım. Her bir güne bir bölge ayırdım. İlk gün eve de yakın olduğu için Notting Hill kısmından başladık, aşağı doğru yürüyüp Kensington’a kadar vardık. Ardından Hyde Park’ın içerisinden yürüyerek evimize döndük. Sonraki gün kraliçeye selam vermeye gittik, ardından sincaplarla oynamak için St James Park’ın içerisinden yürüyüp Londra’nın iki önemli simgesi London Eye ve Big Ben’in önünde fotoğraf çektirdik. Ertesi günü biraz alışverişe ayırdık ve en ünlü caddeleri yılbaşı süslerinin altında gezdik. Bir sonraki gün Sky Garden’dan Londra manzarasını izleyip kahvemizi içtik, ardından meşhur Tower Bridge’de fotoğraf çektirdik, hava çok soğuktu o nedenle Katherina Docks Marina’da sıcak şarabımızı içip evimize döndük. Son gün ise, kardeşimin evinin civarında dolandık. Little Venice denilen kanalın manzarası çok güzel. Sokaklarda kaybola kaybola tren istasyonuna gittik. Belki bu program size de yardımcı olur 🙂

*Notting Hill – Portobello Road – Kensington – Hyde Park

*Buckingham Palace – St. James Park – London Eye – Big Ben – Southbank

*Oxford Street – Piccadily – Carnaby (+Kingly Court) – China Town – SOHO – Covent Garden (+Neal’s Yard)

 *Sky Garden – Tower Bridge – Katherina Docks Marina

*Paddington – Little Venice – Regent’s Park – Marylebone

LONDRA’DA YEME – İÇME ALTERNATİFLERİ

Londra’da deneyip de beğendiğimiz bazı yerler; Clifton Nurseries,  ZEDEL,  SKETCH , Ivy Kensington, GOGI – Korean Barbeque, Kanada- Ya, Ben’s Cookies, Underdelicious, Grains Coffee ve Hakkasan.

LONDRA’DA ALIŞ VERİŞ ÖNERİLERİ

Londra’ya gidip de buralardan alışveriş yapmadan dönmeyin; TkMax, Primark, John Lewis, Deciem, Anthropoligie, Urban Out Fitters, Forever 21, Fortnum Masons, Tesco ve Whole Food Sales.

Sevgiler

Özüm

 

 

SEYAHAT

HAFTA SONU KAÇAMAĞI; TİFLİS ve GUDAURI REHBERİ – WEEKEND GETAWAY; TBILISI AND GUDAURI GUIDE

Bir kaç hafta önce, yakın arkadaşlarımız  Deniz (hohhoyt) ve Özgür’ün (j.s.durdabach) daveti üzerine, hiç hesapta yokken Tiflis planı yapıverdik. İyi ki de yapmışız! Uzun zamandır bir yeri anlatmak için bu kadar heyecanlanmamıştım. O nedenle döner dönmez yazmak istedim… Ama her şeyin başında aldığım mesajların çoğuna cevap olması açısından ön yargılarınızı yıkmak için size bir kaç şey anlatayım…

English: A couple of weeks ago, thanks to the invite of our close friends Deniz (hohhoyt) and Özgür (j.s.durdabach), we found ourselves planning a Tbilisi trip. It definitely was a good idea. I haven’t been this excited to talk about a place for some time. That’s why I wanted to start writing as soon as I returned from the trip. But first of all, I want to tell you a couple of things for you to overcome your bias. I’ve also received messages from you and I believe these will give you some answers.

ÖN YARGINIZI YIKIN; GÜRCİSTAN HAKKINDA BİLMENİZ GEREKENLER

OVERCOME YOUR PREJUDICE; THINGS YOU NEED TO KNOW ABOUT GEORGIA

Bence toplum olarak, komşularımızı iyi tanımıyoruz 🙂 Apartmandakileri zaten tanımıyoruz evet, ama kültürel anlamda da etrafımızda ne var ne yok çok bilmiyoruz. Çünkü neden? Çünkü bize her yol hep Paris… Kendime ne kadar kızdım anlatamam… Neden daha önce hiç merak etmedim diye! Çünkü temel sebep buydu, ben de merak etmemiştim. O nedenle siz de benim yaptığımı yapmayın ve biraz olsun merak edin diye bunları yazmak istedim.

  • Türk vatandaşlarının pasaport ya da nüfus cüzdanı ile vizesiz şekilde Gürcistan’a seyahat edilebildiğini (vize yok)
  • İstanbul ile hemen hemen aynı iklim koşullarına sahip olduğunu,
  • Dünyadaki en iyi kayak merkezlerinden bazılarının Gürcistan’da yer aldığını,
  • Bir çok tarihi kaynağa göre dünyada şarabın ilk yapıldığı yer olduğunu ve şarap tarihinin 8000 yıl öncesine dayandığını,
  • Mart 2017 itibariyle Gürcistan vatandaşlarının Avrupa Birliği‘ne vizesiz seyahat edebildiğini,
  • Gürcistan’da araba, alkol ve sigaraya vergi uygulanmadığını,
  • Trafikte hem sağdan hem soldan direksiyonlu araçların kullanımına izin verildiğini,
  • Anaerkil bir toplum olduğunu ve kadın haklarına çok önem verildiğini,
  • Eğitim seviyesinin tüm ülkede oldukça yüksek olduğunu,
  • Sanata ve mimariye çok önem verildiğini,
  • Düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda örnek teşkil ettiğini,
  • Genç nüfusun neredeyse tamamının İngilizce bildiğini,
  • Özellikle Tiflis’te suç oranının çok düşük olduğunu, hırsızlığın neredeyse hiç olmadığını,
  • Tiflis Belediye Başkanı‘nın dünyaca ünlü bir futbolcu olduğunu 🙂 ,
  • Türk Lirası‘nın Gürcistan Lari‘sinden daha değersiz olduğunu (1 GEL=1,52TL)

biliyor muydunuz? Ben de bilmiyordum… Hadi o zaman size şimdi biraz bir hafta sonu kaçamağında Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te neler yapılır anlatayım!

English: I don’t believe that we know our neighbours well as a society. J We don’t even know the ones who live in the same building with us, but we also don’t really know what’s around us in a cultural sense. Why? Because to us, everywhere is Paris… You have no idea how mad I got at myself because I was never curious about our neighbors and never thought to travel and see how they are like. I wanted to write these so that you won’t repeat my mistake and be curious about these places.

Did you know that:

  •   Turkish citizens can travel to Georgia with their ID or passport and they don’t need a visa,
  •   Tbilisi has the same climatic conditions as Istanbul,
  •   Some of the best ski resorts of the world are in Georgia,
  •   According to many historical records, it is the world’s first place where wine is made and its history of wine dates back to 8000 years,
  •   As od 2017, Georgian citizens can travel to EU countries without a visa,
  •   There’s no tax for cars, alcohol and cigarettes in Georgia,
  •   Both left-driving & right-driving are possible in Georgia,
  •   It’s a matriarchal society and women’s rights are very important,
  •   Level of education is really high across the country,
  •   Art and architecture is really important,
  •   It sets an example for freedom of expression and thought,
  •   Almost all of the young population speaks English,
  •   Crime rate is really low especially in Tbilisi and there’s almost no theft,
  •   The mayor of Tbilisi is a world-famous football player,
  •   Turkish Lira is worth less than Georgian Lari.(1GEL = 1,52TL)

I didn’t know either… Let me tell you what to do in Tbilisi, the capital of Georgia, when you’re on a weekend retreat then!

TİFLİS ULAŞIM REHBERİ – TBILISI TRANSPORTATION GUIDE

Türkiye’den Tiflis’e Türk Hava Yolları, Pegasus Hava Yolları ve Atlas Global Hava Yolları’nın direkt olarak uçuşu bulunuyor. Biz Türk Hava Yolları ile Cuma-Pazartesi şeklindeki biletimizi kişi başı 485TL‘ye aldık. Uçuş toplamda 2 saat 20 dakika kadar sürüyor. Tiflis Havalimanı şehre oldukça yakın, eğer trafik yoksa 20 dakikada şehre varıyorsunuz. İşin güzel kısmı ise Gürcistan içerisinde ulaşımın oldukça ucuz olması! Taksiler sudan ucuz 🙂 Havalimanı – şehir merkezi arasına 20GEL yani 30TL ödedik. Şehir içerisinde ise fiyatlar daha da komikleşiyor. 3GEL ya da 4GEL’e yürüme mesafesi 20dk olan bir mesafeyi gidebiliyorsunuz. Türkiye ile kıyaslayınca tam bir cennet! Araba kiralamanın çok mantıklı olduğunu sanmıyorum, zira trafiği oldukça karışık ve araçlara hem sağ hem sol direksiyon izni verildiği için zorlanabilirsiniz. Sadece şehir dışına, örneğin kayak merkezine ya da bağ bozumu zamanı bağlara gidecekseniz şoförlü araç kiralamanızı tavsiye edebilirim. Biz Gudauri’ye giderken, 6 kişilik, 4×4 bir aracı, tüm gün, şoförüyle beraber 200GEL’e kiraladık. Kısacası Tiflis bütçesi yaparken, şehir içerisinde ulaşıma harcayacağınız para konusunda endişe duymanıza gerek yok!

English: Turkish Airlines, Pegasus Airlines, and Atlas Global Airlines all have direct flights to Tbilisi from Turkey. We’ve bought our tickets from Turkish Airlines from Friday to Monday for 485TL per person. The fight duration is 2 hours 20 minutes in total. Tbilisi Airport is pretty close to the city center, it takes 20 minutes if there’s no traffic. The best thing is that transportation in Georgia is really cheap! Taxi fares are crazy cheap. 🙂 We’ve paid 20GEL (30TL) to go to the city center from the airport. In the city, the prices are so low that it’s almost funny. You can go a distance that would take 20 minutes by walking for only 3GEL or 4GEL. Compared to Turkey, it’s like heaven! I don’t think that renting a car would be smart because the traffic is quite complicated as cars are allowed to both right-drive & left-drive. I recommend renting a car with a driver only if you’re going outside the city, to a ski resort for example, or to vineyards during the harvest season. We’ve rented a 6-person 4×4 vehicle with the driver for 200GEL when we were going to Gudauri. In short, you don’t have to worry about the cost of in-city transportation when you’re planning your budget for Tbilisi.

TİFLİS’TE KONAKLAMA ÖNERİSİ – ACCOMMODATION RECOMMENDATION IN TBILISI

Tiflis’te konaklama için gayet güzel ve ekonomik seçenekleriniz var. Biz ilk 2 gün Özgür’ün evinde konaklayıp son günümüzde Shota Rustavelli Hotel isminde bir otelde kaldık. Bu oteli seçme nedenlerim hem konumu hem de tasarımıydı. Parlamento Binası’nın hemen yanındaki sokakta yer alan otel, meşhur Rustavelli Caddesi üzerinde diye düşünebilirsiniz. Bu büyük cadde üzerinde hem alış veriş yapabilir, hem de bir çok yere buradan kolayca ulaşım sağlayabilirsiniz.

English: You have some great and economical options for accommodation in Tbilisi. We’ve spent the first 2 nights at Özgür’s place and stayed at Shota Rustavelli Hotelfor our last day. I’ve chosen this hotel because of its location and its beautiful design. It’s located on the street that’s right next to the Parliament building, it’s practically on the famous Rustavelli Avenue. There a lot of options for shopping on this avenue and you can easily go anywhere from here.

TİFLİS’TE GÖRÜLMESİ GEREKEN YERLER – MUST SEE PLACES IN TBILISI

  • KARTLIS DEDA (GÜRCÜ ANA) HEYKELİ – KARTLIS DEDA MONUMENT

Şehir merkezinden teleferikle çıkabileceğiniz bir tepede yer alan Kartlis Deda heykeli, Tiflis için büyük anlam taşıyor. Anaerkil bir toplum olan Gürcülerin dosta ve düşmana karşı tutumunu simgeleyen bu heykelin bir elinde dosta ikram edilmek üzere şarap, diğer elinde ise düşman olana gösterdiği kılıcı duruyor. Heykel hemen hemen Tiflis’in her yerinde görünüyor. Eğer havanız güzelse, bahar ya da yaz aylarında Tiflis’i ziyaret ettiyseniz, aynı zamanda heykelin arka tarafında kalan Ulusal Botanik Parkı içerisindeki yürüyüş yolunda da gezebilirsiniz.

English: The Kartlis Deda Monument, which is located on a hill that you can easily reach by taking a telpher from the city center, has great importance and meaning for Tbilisi. This monument represents the approach and attitude of the matriarchal society of Georgians for their friends and foes: wine to be served to friends in one hand, a sword to be shown to enemies in the other. You can see this monument from almost every point of Tbilisi. If the weather is nice and you’re visiting Tbilisi during spring or summer, you can also take a walk in the National Botanical Garden that’s behind the monument.

  • BRIDGE OF PEACE (BARIŞ KÖPRÜSÜ)

Şehri ikiye bölen Mtkvari Nehri üzerine 2010 yılında inşa edilmiş bu köprü ödüllü İtalyan mimar Michele De Lucchi tarafından tasarlanmış. Tamamı çelik ve camdan oluşan köprünün gerçekten çok şık bir görüntüsü var. Köprünün bir diğer özelliği ise, aydınlatma için camların tamamının içine kablosuz gazlı led ışıkların yerleştirilmiş olması. Gün batımından 90 dakika önce ışıkları yakmaya başlıyorlar. Köprüden geçerek Old Tbilisi yani eski Tiflis sokaklarına ulaşabilirsiniz.

English: The bridge, which was built in 2010 on the Mtkvari River that divides the city into two, was designed by award-winning Italian architecture Michele De Lucchi. The bridge which is composed of steel and glass looks very elegant. Another characteristic of the bridge is that there are wireless LED lights placed on it. They turn these lights on 90 minutes before the sunset. You can reach the Old Tbilisi by crossing this bridge.

Köprüyü kadın pedine benzettikleri için Always Bridge de diyorlarmış 🙂  – They also call this bridge Always Bridge because it looks like a sanitary pad.

  • TİFLİS MÜZİK, TİYATRO VE GÖSTERİ MERKEZİ – TBILISI MUSIC, THEATRE AND EXHIBITION HALL

Gürcistan’da mimariye ve sanata ne kadar önem verildiğini gördüğünüz enteresan binalardan, özellikle de devlet binalarından anlayabilirsiniz. Mimar Massimiliano ve Doriana Fuksas tarafından inşa edilen bina 7 yılda tamamlanarak 2017 yılında kapılarını açması planlanmış. Ancak henüz tamamlanamamış. Bunun haricinde Tiflis’te tiyatro, konser ve bale izleyebileceğiniz bir çok mekan var ve hepsine info-tbilisi.com  dan ulaşabilirsiniz. Gitmeden önce mutlaka bakın derim!

English:You can see how much Georgia values architecture and art the interesting buildings you see, especially government buildings. This building was designed by architects Massimiliano and Doriana Fuksas, took 7 years to build and was planned to open its doors in 2017. However, it’s not completely finished yet. Besides this one, there are a lot of venues you can watch theaters, concerts and ballet in Tbilisi. You can find them all on info-tbilisi.com. I definitely recommend taking a look before going there!

 

  • OLD TBILISI (ESKİ TİFLİS)

Tarihi M.S. 4.-5. yüz yıla dayanan Tiflis’in eski merkezi olan kısım, dar sokakları, renkli balkonlu evleri ve onlarca kafesi ile keşfedilmeye hazır bir mücevher gibi. Her sokakta sizi şaşırtan küçük bir detay mutlaka buluyorsunuz. Kendinizi fotoğraf makinenizle bu bölgede bir kaç saat kaybedebilirsiniz 🙂

English: This part is the historic center of Tbilisi and it dates back to 4. – 5. AD. It’s like a gem to be discovered with its narrow streets, colorful houses with terraces and tens of cafes. You can assuredly find a little detail that surprises you on each street. You can lose yourself with your camera for a few hours in this area. 🙂 

 

Eski Tiflis sokaklarında minik bir meydanda karşınıza çıkan Gabriadze Tiyatrosu ve hemen yanındaki Cafe Gabriadze Tiflis’e yeniden gelmeniz için bir sebep olabilir. Bana azıcık Prag’taki astronomik saati hatırlattı diyebilirim. Her saat başında saat kulesinde çalınan çan ve sonrasında çıkan minik kukla gösterisi görülmeye değer. Saat kulesinin hemen arkasında ise Rezo Gabriadze Kukla Tiyatrosu yer alıyor. Bilet ofisi ise saat kulesinin kapısında 🙂 Bilet fiyatları ve program için gitmeden önce internet sitesinden bakabilirsiniz.

English: Gabriadze Theatre welcomes you placed on a small square in Old Tbilisi. The theatre itself and Cafe Gabriadze right next to it can be a reason for you to visit Tbilisi again. It reminded me the Prague Astronomical Clock a little. The bell tolling every hour and the little puppet show that comes afterwards is definitely worth seeing. Right behind the clock tower, there is Rezo Gabriadze Puppet Theatre. The ticket office is at the door of the clock tower. 🙂 You can take a look at their website for ticket prices and schedule. 

  • SÜLFÜR BANYOLARI – SULPHUR BATHS

Tiflis yer altı kaynaklarıyla zengin bir şehir. Binlerce yıldır kullanılan sülfür banyoları da buna bir örnek. Eski Tiflis’te karşınıza çıkan birden fazla sülfür banyosunu görmemenize imkan yok. Ama sanırım en görkemlisi, biraz camiyi de andıran bu mavi mozaikli Chreli Abano Sülfür Banyoları! İçerinin oldukça temiz göründüğünü söylemem lazım. Fiyatları ise kaldığınız saat ve girdiğiniz banyonun büyüklüğüne göre 40GEL’den başlayarak 200GEL’e kadar çıkıyor. Sülfürün kokusunu pek sevmediğim için biz denemedik. Ama cildinizi bebek gibi yapıyormuş benden söylemesi 🙂

English: Tbilisi has rich underground resources. The sulphur baths, which have been used for thousands of years, are an example for this. There is no way you won’t see the sulphur baths when you’re walking around Old Tbilisi. I think the most gorgeous one is Chreli Abano Sulphur Baths, which kind of looks like a mosque with its blue mosaics. I have to note that the inside looks really clean. The price changes between 40GEL and 200GEL, depending on how much time you spend there and the size of the bath. We haven’t tried it because I don’t really like the smell of sulphur. I heard that it softens your skin like a baby, though. 🙂

  • SAMEBA (Holy Trinity) KATEDRALİ – HOLY TRINITY CATHEDRAL OF TBILISI (SAMEBA)

Özgür’ün Tiflis’e tepeden bakan evinin muhteşem manzaralı terasından çektiğim bu fotoğraf aslında her şeyi anlatıyor gibi. Gündüzleri altın gibi parlayan katedral, geceleri daha bir görkemli! Gürcistan’daki ana ortodoks kilisesi olarak geçen katedral aynı zamanda dünyadaki 3. en uzun doğu ortodoks katedrali imiş. Elia tepesinde bulunan bu katedrali Tiflis’in her köşesinden görebiliyorsunuz.

English: This photo I took from the terrace of Özgür’s place, which has this amazing view of Tbilisi from above, says it all. The cathedral which shines like a gold during the day is even more gorgeous at night! While being the main Orthodox church of Georgia, it’s also world’s 3rd longest eastern Orthodox cathedral. You can see this cathedral which is located on Elia hill from every corner of Tbilisi.

TİFLİS YEME & İÇME REHBERİ – TBILISI EATING & DRINKING GUIDE

Tiflis yeme & içme konusunda da oldukça tatmin edici bir şehir. Meşhur Gürcü mutfağı ve şarapları zaten kendi başına bir hikaye iken, içeriye girdiğiniz anda sizi büyüleyecek tasarıma sahip bir çok mekan bulabilmeniz ise başka bir hikaye.

Gürcistan’a gitmişken mutlaka denemeniz gereken lezzetler; Adjaruli Khachapuri (Adja Usulü Haçapuri), Imeruli Khachapuri, Megruli KhacapuriKhinkali (Hınkal), Kitris da Pomidvris Salata Nigvzit (Gürcü Salatası), Churchkhela, Sulguni Peyniri ve Jonjoli (Ihlamur Turşusu).

English: Tbilisi is really satisfying when it comes to food and drinks, too. The famous Georgian cuisine and their wines is a story of their own – but being able to find many places place that will amaze you the moment you step in is completely another story.

Must try delicacies while you are in Georgia: Adjaruli Khachapuri, Imeruli Khachapuri, Megruli Khacapuri, Khinkali, Kitris da Pomidvris Salata Nigvzit, Churchkhela, Sulguni Cheese, and Jonjoli.

Churchkhela

Adjaruli Khachapuri

Bu kısa seyahatimize tüm mekanları sığdıramadık ama size bol alternatifli güzel bir liste hazırladım. Bu mekanların her biri gerek tasarım gerekse lezzet konusunda ün salmış.

Bir kahve içeyim, kahvaltı yapayım, öğlen yemeği ya da sadece gün içerisinde bir tatlı yiyeyim derseniz;

English: We couldn’t fit all the venues in this short trip, but I prepared a list with lots of alternatives for you. Each one of these venues are famous for their atmosphere and taste.

If you want to drink a cup of coffee, have breakfeast or lunch, or just enjoy a dessert during the day:

Saat kulesinin hemen yanında yer alan ve saat kulesi ile aynı isme sahip olan kafede oturup, özellikle hava soğuksa bir sıcak çikolata içmenizi tavsiye ederim. / I recommend having a cup of hot chocolate, especially if it’s a cold day, in the venue which is right next to the watchtower and shares the same name.

Bunlar haricinde Cafe Leila, Cafe Entree, Gardenia Shevardnadze, Hurma ve Cafe Mziuri de bu kategoride görmeye ve denemeye değer kafeler. / Except these, Cafe Leila, CafeEntree, Gardenia, Shevardnadze, Hurma and CafeMziuri are venues worth trying in this category.

Akşam yemeği için / For Dinner;

Pur Pur zaten atmosfer olarak sizi girdiğiniz anda büyülüyor, bir de şansımıza gittiğimiz akşam canlı müzik vardı. Siz de gitmeden önce mutlaka rezervasyon yaptırın ve canlı müzik olup olmadığını sorun. Yemekler de çok lezzetliydi. Özellikle somonun yanında gelen hindistan cevizinde pişmiş parmesanlı pirince bayıldım!

English: Pur Pur amazes you as soon as you enter. What a luck we have, there was live music the evening we visited there. You should definitely make a reservation beforehand and ask if there’s live music that night. The food was also delicious. I especially loved the parmesan rice that’s cooked with coconut and served with salmon.

Bu restoranda yediğimiz tüm yemekler gerçekten çok lezzetliydi. Başlangıçta aldığımız Shrimp Salad ve tatlı olarak aldığımız New York Cheesecake i özellikle tavsiye ederim.

Rooms Hotel ile aynı gruba ait ve aynı sokakta bulunan Lolita ve Manu, başka bir sokakta yer alan Keto and Kote, köprünün diğer tarafında ve Fabrika’ya yakın olan Barbarestan da mutlaka not alınması gereken mekanlardan. Vaktimiz olsaydı da keşke hepsini deneyebilseydik. Ama bu da Tiflis’e yeniden gitmek için bir bahane olur belki 🙂

English: Everything we ate at this restaurant was really delicious. I would specifically recommend the shrimp salad as a starter and the New York Cheesecake for dessert.

Lolita and Manu which belong to the same group as Rooms Hotel and also on the same street, Keto and Kote on another street, and Barbarestan which is on the other side of the bridge and close to Fabrika are places that are definitely worth noting. I wish we had the time to try and explore them all. But this may be an excuse to visit Tbilisi again. 🙂

Gece hayatı için / For Nightlife;

Fabrika Tiflis’teki en iyi ve özel keşfimiz oldu diyebilirim. Köprünün diğer yakasında bulunan bu kompleks içerisinde hem hostel hem de bir sürü restoran ve kafe bulunuyor. Gündüz vakti ziyaret etme şansı bulduğumuz mekan geceleri daha hareketli oluyormuş. Özellikle bahar ve yaz aylarında çok keyifli olacağına eminim! Biz hostelin kendi barından kokteyl deneyimledik ve gerçekten çok lezzetliydi. Sadece kahve içmek için bile olsa uğrayın derim.

English: I can say that Fabrika is our best and most special discovery in Tbilisi. This complex, on the other side of the bridge, includes a hotel, as well as lots of restaurants and cafes. We only had the chance to visit during the day but apparently the venue is livelier in the evenings. I’m sure it would be especially delightful during the spring and summer. We tried a cocktail from the hostel’s own bar and it was really delicious. I would definitely recommend dropping by, even if it’s just for a coffee. 

Cuma akşamı Özgür’ün bizi götürdüğü ilk mekan olan El Centro’da belirli bir saatten sonra canlı müzik yapılıyor. Bazı geceler salsa gecesi düzenleniyormuş. Bizim şansımıza da güzel bir grup vardı ve pilimiz yettiği kadar eğlendik 🙂 Gürcistan’da gece hayatının çok geç saatlerde başladığını ve sabah gün doğana kadar devam ettiğini de not düşelim!

English: First venue Özgür took us on Friday night was El Centro. They play live music after a certain hour in the evening. I was told that they have also salsa nights. To our luck there was a nice band playing that night and we had fun until we ran out of energy. 🙂 I want to note that in Georgia, the night life starts late and doesn’t end until the sunrise.

GÜRCÜ ŞARAPLARI – GEORGIAN WINES

Dünyadaki ilk şarap şişesinin bulunduğu topraklarda şarap denememek olmaz! Bunun için size biraz ön bilgi vermek istedik. Üzümler kesinlikle bizim bildiğimiz üzümler olmadığı için şarap şişelerine baktığınızda nasıl bir şey içmek istediğinize karar veremeyebilirsiniz. Bu nedenle önce Gürcistan üzümlerinden en bilinenlerinden başlayalım; kırmızı şarap için SaperaviAlexandrouli ve Mujuretuli; beyaz şarap için ise Tsalikouri, Tetra, Mtsvane ve Rkatseli kullanılıyor. Hepsini denemeye fırsatımız olmadı ama favorimiz kesinlikle Gürcistan’ın beyaz şarapları oldu! Özellikle semi-sweet yani yarı tatlı Marani marka Tvishi şarabı ve diğer markalarda da bulabileceğiniz Tsalikouri üzümünden üretilen yarı tatlı şaraplar en favorilerimizden oldu! En ünlü şarap üreticileri ise Marani, Badagoni ve Tbilvino!

Önemli Not: Tiflis Havalimanı’nda tüm şarapları bulabilirsiniz ve kişi başı 5 şişe istediğiniz çeşit alkol alabiliyorsunuz. Ancak Tiflis içerisindeki marketlerle fiyatlar neredeyse yarı yarıya daha ucuz. O nedenle havalimanı yerine marketlerden şarap almanızı tavsiye ederim.

English: There’s no way we wouldn’t try the wines where the first wine bottle of the world was found! We wanted to share some information with you beforehand. The grapes are different than the ones we know so you may not be able to decide what you want to drink by looking at the bottles. So, let’s start with the most known grapes of Georgia:Saperavi, Alexandrouli, and Mujuretuli for red wine; Tsalikouri,Tetra, Mtsvane, and Rkatseli for white wine. We didn’t have the chance to try them all, but our favorite is definitely the white wines of Georgia! Especially semi-sweet Marani brand Tvishi wine, and the semi-sweet wines made with Tsalikouri grape(other brands available) are our most favorites!! The most famous wine makers are Marani, Badagoni and Tbilvino!

Important note: In Tbilisi Airport you can find all kinds of wines and you can buy up to 5 bottles of alcohol per person. But the stores inside Tbilisi are nearly half the price. So, I recommend buying from the stores in the city instead of the airport.

GUDAURİ KAYAK MERKEZİ – GUDAURI SKI RESORT

Gudauri Gürcistan’ın en popüler kayak merkezlerinden biri. Tiflis’e 120km uzaklıkta, virajlarla beraber yol ortalamada 2 saat kadar sürüyor. Daha önce bahsettiğim gibi biz şoförlü araç kiralayıp gittik.  Benzin dahil toplamda 200GEL ödedik. Şansımıza hava inanılmaz güzeldi. Ben kayak yapmadığım halde bütün gün orada takılmaktan çok keyif aldım. Snowboard canavarı Baransel ise çocuklar gibi mutluydu! Onun dediğine göre pistler çok güzelmiş 🙂

Biz günü birlik gittik ama siz kalmak isterseniz bir sürü otel seçeneği de mevcut. Bunlardan lokasyon olarak pistlere yakınlığı nedeniyle en çok tercih edilen otel Carpediem.

Fiyatlara gelecek olursak, örneğin tüm gün sınırsız ski pass 40GEL, tek seferlik ski pass 10GEL, kayak/snowboard kiralamak günlük 20GEL (şaka gibi).

English: Gudauri is one of the most popular skiing destinations of Georgia. It’s only 120 km away from Tbilisi but with its curvy road it takes about 2 hours to go there. As I’ve mentioned before, we rented a car with driver. We’ve paid 200GEL in total, including the gas. To our luck the weather was incredibly beautiful. I had fun hanging out there all day even though I don’t ski. In the meantime, Baransel the Snowboard Monster was as happy as children! According to him the tracks were really beautiful. 🙂

We went there for only a day but if you’d like to spend the night, there are a lot of hotel options. The most preferred hotel is Carpediem because it’s really close to the ski tracks. As for the prices, unlimited ski pass for a day is 40GEL, one-time ski pass is 10GEL and ski/snowboard renting is 20GEL per day (unbelievable)!

Biz buraları çok sevdik! Umarız en kısa zamanda siz de keşfedersiniz! / We loved it here! We hope that you’ll discover it soon enough!

Sevgiler / Best

Özüm & Baransel

GEZİ NOTLARI SEYAHAT

PHUKET’TE NEREDE KALALIM? / WHERE TO STAY IN PHUKET? – THE NAI HARN PHUKET

 Phuket’teki son durağımız, yıl dönümümüzü de gerçek anlamda kutlayacağımız The Nai Harn Phuket‘ti. Bu otel, sabırsızlıkla beklediğim duraklardan biriydi. Çünkü denize karşı konumu ve manzarası beni fotoğraflarından çok etkilemişti. Bir de açıkçası balkon sefası yapmayı da sevdiğimizden, iyi gelir diye düşünmüştüm. Onun haricinde yine bütçe dostu ama lüks bir otel olması da avantajlarından biriydi. Konumu yine Phuket’in en ucunda yer alan Nai Harn plajındaydı.

English:“Our last stop in Phuket, The Nai Harn Phuket, which we were also going to celebrate our anniversary. This hotel was one of the stops which i could look forward to. Because the position and the view towards the sea had affected me very much from the photographs. I thought that it would be good, so as i like balcony. Apart from that, one of the advantages is also of being a budget-friendly but luxurious hotel. Its location was on Nai Harn beach, at the farthest tip of Phuket.”

Oteli araştırırken, 1980’li yıllarda Phuket’te yapılmış ilk gerçek plaj oteli olduğunu ve aslında yat kulübü (the Royal Phuket Yacht Club) olarak inşa edildiğini öğrendim. Daha sonra mimarisi büyük ölçüde korunarak bu halini alıyor ve 2016 Ocak’ta The Nai Harn olarak yeniden hayata geçiyor. Bu plajdaki tek yapı olduğu için, palmiye ormanının içerisinde inci gibi parlıyor. Üstelik henüz çok yeni renovasyon geçirdiği için de her yer pırıl pırıl.

English:“While I was reading the information about the hotel, I learned that it was the first real beach hotel built in Phuket in the 1980’s and actually it was built as the yacht club (the Royal Phuket Yacht Club). Later, the architecture is being preserved to a great extent, and in January 2016, as the Nai Harn was again active. Because it is the only building on the beach, it shines like a pearl in the palm forest. Moreover, everywhere shines because it has been renovated yet.”

Otele vardığımız andan itibaren hem çok mutlu hem de hafifi buruktum. Nedense o 5 Eylül’de Bozcaada’da olmamız ve yıl dönümümüzü orada rüzgar gülleriyle beraber kutlamamız gerekiyormuş gibi geliyordu.

English:“From the moment that we arrived at the hotel, we were both very happy and a bit sad. I was feeling as we had to be in Bozcaada on the 5th of September and we had to celebrate our anniversary there with windmilles.”

Sonra evren bana bir işaret gönderdi… Otelin tam karşı kıyısında tek başına bulunan bu rüzgar gülünü gördüğümde gözlerime inanamadım. Odamızın terasına çıktığımda karşımda durmuş bana göz kırpıyordu adeta. O zaman nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Bu bir işaret değil de ne diye düşündüm kendi kendime. Dünyanın bir ucunda rüzgar gülü bulmuş bir Don Quijote’tum adeta… O nedenle sanırım The Nai Harn ile gönül bağımız ayrı olacak!

English:“Then the universe sent me a sign … I could not believe when I saw this windmill on the opposite side of the hotel. When I went out to the terrace of our room, it was almost blinking to me. Then I can not tell you how happy I am. This is not a sign, but what? I thought I was a Don Quijote who found a windmill on the edge of the world … For this reason I think ties of affection with The Nai Harn!”

Otelin en sevdiğim özelliklerinden bir diğeri ise, her yerinden muhteşem bir manzaraya sahip oluşu idi… Asansör beklerken bile mavinin bin bir tonu sizi karşılıyor.

English:“One of the most favorite features of the hotel was that it had a magnificent view from everywhere … Even when waiting for the elevator, a thousand tons of blue are welcoming you.”

ODAMIZ / OUR ROOM; GRAND OCEAN VIEW ROOM

Odamızı seçerken, şu manzarayı görmekti niyetim. O nedenle 3 gün boyunca Grand Ocean View tipindeki odada kaldık. Bu tip odaların her birinin okyanusa bakan bir terası var.

English:“When I chose our room, I wanted to see this view. That’s why we stayed in the Grand Ocean View room for 3 days. Each of these rooms has a terrace overlooking the ocean.”

Şurada yatıp güneşi batırmak ya da gece yıldızları izlemek gerçekten çok keyifli…

English:“It’s really good to lie down here and watch the sunset, or watch the night stars …”

Odamızda bizi karşılayan sürprizlerden biri de yatağın üzerine yapılan bu sanat çalışmasıydı 🙂 Yıl dönümümüz olduğu için bu şekilde bir karşılama yapmışlar. Çok tatlıydı bence 🙂

English:“One of the surprises that greeted us in our room was this art work on the bed. I think it was very sweet, for our anniversary :)”

Ve tabi ki bir şişe prosecco yine bizi bekliyordu… Yanında da tropikal meyve tabağı 🙂 Buna çok alıştım, evde de aynı düzeni aradım ama bulamadım 🙂

English:“And of course there was a bottle of prosecco for us … Tropical fruit plate beside it I’m used to it too, I wanted the same arrangement at home but I could not find it :)”

Terasa açılan geniş camlar sayesinde manzaradan içerideyken bile yoksun kalmıyorsunuz.Bu fotoğrafı tam olarak odanın içerisinde yer alan küvetin önünde çekmiştim. Yani teknik olarak küvetteyken de manzara sizinle 🙂

English:“Thanks to the large windows that open out to the terraces, you are not even deprived of being in the view. I took this photo in front of the bathtub in the room. So technically when you are in the bathtub, the view will be with you :)”

Odanın şekli çok kullanışlıydı. Banyo hem yatak odasının içerisinde hem de gizli kapılar sayesinde kapatıp ayrı bir alan haline gelebiliyor. Banyonun içerisinde küvetten ayrıca bir de yağmur duşu vardı.

English:“The room was very handy. The bathroom was inside of the bedroom, but when you can close by the hidden door, it would be a separate area. There was also a rain shower in the bathroom.”

Odanın her yerinde bulunan bu küçük sanat eseri detaylarını pek sevmiştim. Bunun yanı sıra sizin için odaya bırakılmış şemsiye, plaj çantası, parmak arası terlik, yoga matı gibi sizi bekleyen sürprizler olacak. Plaj havlularını plaja inerken hemen köşede yer alan Rock Salt restoranın girişinden alıyorsunuz. Dilerseniz size gök kuşağı renklerinde plaj şemsiyesi bile veriyorlar. Plajda birden fazla gördüğümüz bu tatlı şemsiyeler otel müşterilerine ait 🙂

English:“I loved the details of this little art piece everywhere in the room. However, there will be surprises awaiting you like umbrellas, beach bags, slippers, yoga mats for you in the room. You get beach towels from the entrance to the Rock Salt restaurant, which is just around the corner when you go to the beach. They even give you a beach umbrella iridescent . These sweet umbrellas that we have seen more than once on the beach belong to hotel customers :)”

PLAJ VE HAVUZ / THE BEACH and THE POOL

Krabi’de yer alan adaları hariç tutuyorum, Phuket tatilimiz boyunca gördüğümüz en güzel plajdı Nai Harn plajı… Hem denizin güzelliği, hem kumsalın büyüklüğü, hem de kalabalık olmaması gibi nedenlerden dolayı biz çok sevdik.

English:“I exclude the islands in Krabi, Nai Harn beach which was the most beautiful beach we saw during our vacation in Phuket … We loved it because of the reasons such as the beauty of the sea, the size of the beach and not being crowded.”

Burada da gel git epey oluyor. O nedenle yüzmek için en doğru saatler sabah saatleri. Öğleden sonra gel git etkisiyle dalga başlıyor.

English:“There’s a lot tidal current here too. That’s why the best times to swim are morning hours. Afternoon, You see wave in the sea by the tidal current.” 

Gel git sonucu suyun altındaki kayalar ortaya çıkıyor…

English:“The rocks emerge which are beneath the sea by the tidal current…”

Dalgalar sörf yapacaklar için gayet iyi. Ama yüzme konusunda da biz çok sıkıntı çekmedik. Zaten hava o kadar sıcaktı ki denize girmeden serinlemek mümkün değildi. O nedenle bol bol denize girmeyi tercih ettik.

English:“Waves are good for surfing. But we did not have much trouble swimming. It was already so hot that it was not possible to cool off. That’s why we preferred to swim in the sea.”

Otelin misafirlerine ücretsiz olarak sunduğu bir çok imkan var. Bunlardan biri de Tuk-Tuk servisi. Otele çok yakın bulunan iki küçük koya sizi ücretsiz olarak istediğiniz saatte götürüp istediğiniz saatte alıyor. Biz her ikisine bir den gidemedik ama şnorkel için çok iyi olduğu söylendiği için Ao Sane Beach‘e gittik.

English:“There are many facilities available free of charge to hotel guests. One of these is the Tuk-Tuk service. It takes you for free at any time to two small gulfs, which are very close to the hotel.  But we went to Ao Sane Beach because we heard that it was so good for snorkeling. We could not go both.”

Burada böyle salaş bir mekan var. Dilerseniz bir şeyler yiyip içebilirsiniz. Biz birer bira aldık mesela. Fiyatlar gayet uygundu.Sonra diğer insanların yaptığı gibi sahile kurulduk ve şnorkel yapmak için denize girdik.

English:“There’s a place like this in here. You can eat and drink something. We got a beer. The prices were not expensive. We went to the beach as other people did, then we got our snorkels and swam.”

Biraz kayalık olduğu için girişte zorlandık. Ama gerçekten çok güzel balıklar vardı. Sabah erken saatlerde gitseymişiz su daha durgun olacakmış. Size tavsiyem eğer böyle bir plan yaparsanız sabah erken saatlerde şnorkel yapmaya gidin.

English:“It was a little hard because it was rocky. But there were really beautiful fishes. The water was going to be stagnant if we went in the early hours of the morning. I recommend you to go snorkel early in the morning if you make such a plan.”

Tabi ki tropik adaların olmazsa olmazı palmiye ağacından sarkan bir salıncak 🙂 Bu kumsalda da bunlardan bir iki adet bulabilirsiniz.

English:“Of course there is a swing hanging from the palm tree in tropical islands. ? You can find a couple of these on the beach.”

Otelin havuzuna hiç girmedik ama havuz kenarındaki şezlonglarda takıldık. Şezlongların manzarası çok güzeldi. Bir de havuz başında bar olduğu için istediğiniz her şeyi ayağınıza kadar getiriyorlar.

English:“We never used the hotel pool, but we had a good time on the sun loungers by the pool. The view of the sun loungers was very beautiful. There is a poolside bar, they bring what you want.”

Havuz alanı / Pool Area

YEME & İÇME / DINE AND DRINKING

Otelin Rock Salt adında, plaja yakın bir restoran-barı mevcut. Biz en çok vakti burada geçirdik. Hem yemekleri çok güzeldi hem de manzarası çok iyiydi. Bir de denizden çıkıp bir kokteyl içeyim diyebileceğin yegane yerdi.

English:“The hotel has a restaurant-bar which called Rock Salt near the beach. We spent the most time here. Both the meals were very nice and the view was very good. And it was the only place where you could come out of the sea and have a cocktail.”

Kaldığımız süre boyunca öğlen yemeklerimizi hep burada yedik. Salatasından makarnasına, pizzasından hamburgerine kadar bir çok yemeği denedik. Hepsi gayet başarılıydı. Bir de menüde meze tabağı vardı. Meze tabağında humus, cacık, patlıcan salatası gibi mezeler vardı. Görünce insan bir mutlu oluyor tabi 🙂 Her gün cacık yedim ! 🙂

English:“We had lunch here all the time , we stayed. We tasted a lot of food such as salad, pasta, pizza, hamburger. They were all delicious. There were also appetizers on the menu. There were appetizers such as humus, cucumber, aubergine salad. ? I ate tsatsiki every day! ?”

Rock Salt’ta içtiğimiz tüm kokteyller gerçekten çok iyiydi. Bazen klasiklerden Pina Colada bazen ise barın kendi imza kokteyllerinden deneyimledik. Hepsi bizden geçer not aldı. Özellikle içerisinde passion fruit olan tüm kokteylleri tavsiye ediyorum 🙂

English:“All the cocktails we had in Rock Salt were really good. Sometimes we tasted classical Pina Colada and sometimes the bar’s own cocktails. We all like it. I especially recommend all cocktails which have passion fruit. “

Sabah kahvaltıları otelin Cosmo Restaurant adındaki restoranında veriliyordu. Sanırım bu gezimizdeki en iyi kahvaltıyı burada deneyimledik. Hem çeşit inanılmaz fazlaydı hem de her şey çok tazeydi. Gluten free’sinden, hamur işine, vejetaryeninden sporcu kahvaltısına kadar her çeşidi bulmak mümkün.

English:“Breakfast in the morning was served at the restaurant of the hotel called Cosmo Restaurant. I guess we ate here the best breakfast on this trip. There were lots of breakfast types and everything was very fresh. You can find gluten free, pastry, vegetarian and breakfast for athletes here.”

Her sabah şu manzaraya karşı önce zencefil çayımı içtim, sonra çok sıkı bir kahvaltı ettim. Ardından da denize… Ah hayat 🙂

English:“Every morning I was drinking a ginger tea opposite the view, then I had a very good breakfast. Then i was going to swim in the sea … life ?”

Otelin bir de Reflections adında harika bir roof-top barı, bir de bu barın içerisinde Phuket’in ilk Sushi&Sashimi barı Hansha  yer alıyor.

English:“The hotel also has a wonderful roof-top bar called Reflections and also Hansha which the first Sushi & Sashimi bar in Phuket.”

Burada özellikle kalabalık gruplar için ideal olan localar çok keyifli… Otururken hem havuzun içerisindesin hem de denize sıfır bir mesafede görünüyorsun. Akşamları hava müsaitse, bu alanda ateş de yakıyorlar. Bizim burada takılmaya hiç vaktimiz olmadı ama terastan gördüğüm kadarıyla özellikle ateş yakıldığında herkes çok eğleniyordu.

Biz The Nai Harn’ı gerçekten çok sevdik. Herkese tavsiye ederiz!

Phuket & Krabi gezimizin fotoğraflarına @kucukmartha ve @baranseldogan instagram hesaplarından ve #kucukmarthathailand hashtaginden ulaşabilirsiniz!

English:“There are beautiful loges especially for big groups … If the weather is good in the evening, they also make a fire on this area. We could not spend time here, but as far as i saw from the terrace, everyone was so enjoying especially when it was the made a fire.

We really liked The Nai Harn. We recommend everyone!

You can find the photos of our Phuket & Krabi vacation from @kucukmartha and @baranseldogan instagram accounts and #kucukmarthathailand hashtag!”

Sevgiler/Best

Özüm&Baransel