Browsing Tag

pregnant

HAMİLELİK

BİZ HAMİLEYİZ; YE, SEV, ŞÜKRET! (2. TRİMESTER)

Kız kardeşim ile aramızda tam olarak 12 hafta var ve o benden önde olduğu için, bir sonraki trimesterda beni neler bekliyor aşağı yukarı biliyordum. İlk trimesterda yaşadığım o bulantılı dönemlerde “Asla bitmeyecekmiş gibi geliyor!” dediğimde, “Bir sabah uyanacaksın ve bitmiş olacak, adeta sihirli bir değnek değiyor ve bir anda bambaşka oluyor her şey, geçecek merak etme!” derdi. Şuanda bu satırları okuyan ve zor bir ilk trimester yaşayan tüm hamilelere ben de buradan sesleniyorum; “Geçecek, merak etme!”

Gerçekten kardeşimin dediği gibi oldu. 13. haftamı bitirdiğimde bir sabah uyandım ve tüm o bulantılar geride kalmıştı. Koku hassasiyetim bir süre daha devam etti. Ama en azından artık yemek yiyebiliyordum. Modum bir anda yükselmişti. Gündüz uykularım nerdeyse bitmişti. Hatta 1-2 hafta içerisinde enerji patlaması yaşamaya başladım. 🙂 2. Trimester denilen hamileliğin balayı kısmı benim için başlamıştı diyebiliriz.

12. HAFTA RUTİN KONTROLÜ VE BAZI TESTLER

12. hafta kontrolümüzde hem cinsiyeti öğrendik (artık minik bir kız çocuğu bekliyorduk) hem de doktorum bana “ikili tarama testi” denilen bir testten bahsetti. Genellikle hamileliğin 11.-14. haftaları arasında rutin kontrollerinizde yapılan bu genetik tarama testini, bulunduğunuz hastanede yaptırabiliyorsunuz. Basitçe “ikili tarama testi”,  anneden alınan kan üzerinden Down Sendromu başta olmak üzere karşılaşılabilecek diğer bazı hastalıklar hakkında ön bilgi veren bir test. Ultrason kontrollerinizde bir sıkıntı olmasa bile rutin olarak bu test yapılıyor diyebiliriz. Doktorum bana, ikili testin haricinde, son bir kaç yıldır yaygınlaşan, daha kapsamlı bir tarama yapan “Genetik Tarama Testleri (Fetal DNA Testi)” nden bahsetti. Eğer Genetik Tarama Testi’ni yaptırırsan ikili testi yapmamıza gerek olmayacağını belirtti. Aradaki en büyük fark ise, ikili testler sadece bir kaç belli başlı sendrom üzerinden tarama yapabiliyorken, genetik tarama testlerinin yaklaşık 80 çeşit sendrom üzerinden tarama yapabiliyor olması. İkili testler Türkiye’de yapılıyor ve sonuçlanıyorken, Genetik Testler yurtdışında farklı farklı ülkelerde değerlendiriliyor. Diğer bir yandan da ikili tarama testleri özel sağlık sigortası tarafından karşılanıyorken, bu Genetik Tarama Testleri  (bir bulgu üzerine özel olarak doktorunuz talep etmedikçe) özel sağlık sigortası tarafından karşılanmıyor. O anda olayın ne derece önemli olduğunu kavrayamadığımız, doktorum da herhangi bir tehlike/risk görmediği ve aynı zamanda Genetik Tarama testi’ni 21. haftaya kadar yaptırabileceğimi söylediği için biz sadece ikili testi yaptırdık ve çıktık.

İLK BABYMOON SEYAHATİ – FETHİYE HILLSIDE BEACH CLUB

Kanamalarım durmuş, mide bulantılarım gitmiş, enerjim tavan, ultrasonum gayet iyi, bize göre her şey yolundaydı kısacası 🙂 O nedenle kutlamaya değer bir dönemdi ve biz de ilk babymoon seyahatimiz olarak ben tam 13. haftadayken, Ekim ayının ilk haftası, Fethiye Hillside Beach Club’a bir kaçamak yaptık. İstanbul’da gri bir havadan ayrılıp inanılmaz güneşli ve masmavi bir Fethiye’ye vardık. Türkiye’de babymoon yapılacak mekanlar konusunda ayrıca bir yazı yazacağım için burada detaylıca seyahatimizden bahsetmeyeceğim. Ama tek kelime ile mükemmeldi ve herkese sonuna kadar tavsiye ederim. Bize de muhteşem geldi. Özellikle iştahım açılmışken güzelce yemek yiyebilmek ve denizle, güneşle yeniden buluşmak harika gelmişti. Yazı Bozcaada’da tatsız kapamıştık hatırlarsanız. O nedenle esas yaz kapanışı bizim için bu tatil oldu.

TEST SONUÇLARI VE KAFAMDA DELİ SORULAR

Tatilden döndükten sonra ikili test sonuçlarım geldi ve her şey yolundaydı. Bir yandan mutlu mutlu hamileliğime devam ediyordum,  yavaş yavaş hayaller kurarak minik minik alışverişler yapıyordum. O sırada da son birkaç yılda hamilelik sürecinden geçmiş tüm kız arkadaşlarıma şu Genetik Tarama Testi konusunu soruyordum. Çünkü içim bir türlü rahat değildi. Bir şeyi eksik yapıyormuşum gibi hissediyordum. 12. hafta kontrolümden sonra bir sonraki kontrolüm tam 6 hafta sonra yani 18. haftamdaydı. Tüm bu süreçte ise aslında kafamda konuyu netleştirmiştim ve bu testi yaptıracaktım. Etrafımdaki tüm arkadaşlarım da yaptırmıştı. “Artık kimse ikili test yaptırmıyor herkes sadece genetik tarama testi yaptırıyor.” diyorlardı. İçimdeki kurt beni o 6 hafta kemirdi durdu. Kesin kararlıydım yaptıracaktım.

EN ÇOK AŞERDİĞİM ŞEY

Bu sırada iştahım yerine gelmeye başlamıştı ama 40 yıl düşünsem aklıma gelmeyecek şeyleri canım çekiyordu. En ama en çok aşerdiğim şey Popcorn oldu 🙂 Şaka gibi değil mi? Hani sinema gişesine gidip popcorn alıp çıkmışlığım bile var, o derece! Kokusu beni benden alıyordu. Bir süre sonra evde de yapmaya başladık ve bir kaç akşam üst üste yiyince canım Baransel’in yüzü hemen fosurdadı. Ay ben domuz gibiydim 🙂 Kısa bir süre sonra bu çılgınlığı kestik tabi 🙂

LONDRA’YA ZİYARET (ADA’NIN İLK YURTDIŞI YOLCULUĞU)

17. haftaya geldiğimizde kız kardeşimi ziyarete Londra’ya gittik. Çünkü bu onu doğumdam önce son görüşüm olacaktı. O nedenle 29 Ekim tatilini de bahane edip atladık Londra’ya gittik. O zamanlar siz daha hamile olduğumu bilmiyorsunuz 🙂 Ama artık her şey yolunda ya, güzel bir fotoğrafla sizinle bu mutluluğumuzu paylaşırız diye yanımıza Ada’nın son ultrason resmini de aldık. Nitekim Londra’da çektiğimiz bu tatlı fotoğrafla hamile olduğumuzu 18. haftada sizinle paylaştık. Yeniden herkese çok ama çok teşekkür ederiz güzel dilekleri için 🙂

SOSYAL MEDYA ÇILGINLIĞI ve ARKADAŞ TEMİZLİĞİ

Hamile olduğumu açıkladığım andan itibaren doğal olarak o heyecan ve mutlulukla hatta dünyaya haykırma hissiyatı ile hamileliğimle ilgili paylaşımlar yapmaya da başladım. Çünkü bu hayatımın bir parçası hatta o sırada hayatımın hem fiziki hem mental tam olarak ta kendisiydi. Yediğim yemekten, gittiğim mekana kadar bir şekilde bununla ilişkileniyordu, ilişkilenmek zorundaydı. Bu durumun doğası buydu. Daha ilk haftada bir grup takipçim bana “Seni hamilelik paylaşımları yaptığın için takip etmiyorum, seyahat için ediyorum artık gezemezsin de.” şeklinde mesajlar atıp profilimi terk etti 🙂 Bir kaç mesajdan sonra sinirlendim ve şunu düşündüm; insanları biz bu hale getirdik. Bloggerlık denilen şey kişisel bir günlük iken, şuanda herkes Google görevi görüyor.Takipçi dediğin kişiler de sana bir hizmet veren kurummuşsun gibi davranıyor. Çünkü her detayı yazarak, her şeyi paylaşarak, insanların hayatını, planlarını, seyahatlerini kolaylaştırarak onları biz bu hale getirdik. Onlar da küstahça sana bu mesajı atabiliyorlar. Dünyanın en güzel duygularından birini yaşarken, seni tebrik etmek yerine, ağznı yaya yaya sana hesap sormaya çalışıyorlar. Neyse ki bir kaç sert tepkimden sonra bu mesajlar kesildi. Geriye kalan sağlar bizimdir şeklinde devam ediyoruz 🙂 Bu arada benzer tepkiyi bir kaç yakın arkadaşımdan da gördüm. Çok paylaşıyorsun diyorlardı… Ben dönüp dönüp bakıyordum ama çok paylaştığımı düşünmüyordum. Ayrıca paylaşıyorsam da sanane? Sen arkadaşım olarak benim o kınadığın anne-bebek bloggerlarından olmamdan korkarken, henüz yeni takip etmeye başladığım bir kaç yeni doğum yapmış anne-bebek blogerını benden önce takip edip tüm bebek fotoğraflarını beğeniyormuşsun meğer?

İnsanlar çok garip… Annem hep derdi, bir düğünde bir de doğumda insan hayatını bir elekten geçirir, geriye kalanlarla ömürlük olur. Sanırım biz daha doğuma gelmeden bu elemeleri yaşadık 🙂 Çünkü herkes kötü gününde yanında olabilir ama iyi gününde senin kadar sevinip içtenlikle mutlu olacak insan bulmak zor. Bulursanız bırakmayın onlar çok kıymetli 🙂

HAMİLE YOGASI VE YÜRÜYÜŞLER

Londra’dan dönünce hayatıma bu süreçte kattığım en iyi şeylerden biri olan Yoga’ya başladım. Önce internette biraz araştırma yaptım ve Yoga Şala’da hamile yogası dersleri olduğunu gördüm. Hemen aradım ancak bir sonraki dersin son ders olduğunu ve artık hamile yogası sınıfı olmayacağını söylediler. Yıkılmıştım… Ama yine de 1 ders 1 derstir diyerek ertesi gün o derse katıldım. İyi ki de katılmışım! Çünkü o gün yumuşacık sesiyle sonrasında hayatımızda çok özel bir yere sahip olacak Pınar’la (Pınar Ulukaya) tanıştım. Dersten o kadar etkilendim ki, çıkışta hemen yanına gidip özel ders verip veremeyeceğini sordum. Bir şekilde enerjimiz tuttu ve o da kabul etti.

Londra dönüşü de hemen ilk derse başlamış olduk. Yani 4. ayımda spora yeniden başlamış oldum. Bu sürece kadar da sık sık yürüyüş yaptım. Yürüyüşü 12. hafta itibariyle neredeyse her gün yapmaya çalıştım. Çok da faydasını gördüm, o nedenle mutlaka herkese yürüyüşü tavsiye ederim. Bir kitapta okumuştum, “Hava ne kadar soğuk olursa olsun her gün açık havada yapacağınız yarım saatlik bir yürüyüş bebeğinize ve size inanılmaz iyi gelecek” yazıyordu. Çok doğru… Ne zaman açık havada yürüyüş yapsam hep çok iyi hissettim.

18. HAFTA KONTROLÜ – DETAYLI ULTRASON VE GENETİK TARAMA TESTİ

O 6 hafta bize ızdırap gibi geldi. Çünkü ultrasonda bir kere o miniği görmeye alıştığında resmen özlemeye başlıyorsun. Baransel’le bildiğiniz gün saydık. O gün geldiğinde de koşa koşa hastaneye gittik. 18. Hafta kontrolümde detaylı ultrason taramasına girdim ve doktorum bebeğin gelişiminin 1 hafta geriden geldiğini ve kafa tası ölçüsünün de olması gerekenden bir 10 gün kadar geriden geldiğini, bunun şuanda normal sınırlar içerisinde olduğunu, minyon bir bebek olduğunu ancak herhangi bir sıkıntı gözlemlemediğini söyledi. Zaten ikili test sonucum da temizdi. O nedenle mutlu mesut hayatımıza devam edebilirdik.

O gün doktora bu Genetik Tarama Testi’ni yaptırmak istediğimi söyledim. O da istiyorsan yaptırabilirsin tabi dedi. Bu konuda arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla bir kaç tane farklı laboratuvar var ve her biri kanınızı farklı bir ülkeye gönderip inceletiyor. Bunlardan en meşhurlarından biri olan Nifty tarama testi hem 80’e yakın sendromu inceliyor hem de fiyat açısından gittiğim hastane ile anlaşması olduğu için nispeten daha uygundu (2.500TL civarı). Tek kötü yanı 3 hafta gibi uzun bir sürede sonuçların elinize geçiyor olması. Çünkü inceleme için Hong Kong’a gidiyormuş. (Bu detayı yaptırırken bilmiyordum, biz Türkiye’de yapılıyor sanıyorduk.)  Hastanede kanımı verdim ve 3 hafta sonra çıkacak (ve nasıl olsa temiz olacak!) sonuçları beklemek üzere hayatımıza geri döndük.

21. HAFTA – GENETİK TARAMA TESTİ SONUCU VE SONRASINDAKİ KAYBOLMUŞLUK

Sabah kalktığımda ertesi gün Seyşeller’e uçağımız olduğu için bavul hazırlıklarına başlamıştım. Bu sırada tam olarak 21 haftalık hamileydim. O anı hiç unutmuyorum. Telefonuma önce mail olarak düşen “laboratuvar sonuçlarınız çıktı” mesajını gördüm. Telefonumdan açmayı denedim ama hata verip durdu. Oflayarak yatağa oturdum ve bilgisayarımı açtım. O sırada sonucu daha görmeden Baransel’e de atmıştım zaten maili… Bir şekilde bilgisayardan girdiğimde sonuçlar şak diye karşıma çıktı. “Trisomy 20 Yüksek Risk – Genetik uzamanına danışın” Trisomy 20… Trisomy 20 de ne?! Hemen googleladım, Türkçe neredeyse hiç bir kaynağa ulaşamadım. İngilizce metinleri okurken bir anda hıçkırarak ağlamaya başladım. O sırada Baransel beni aradı. O da görmüş ve anlam veremiş ne olduğuna. Ben ağlamaktan konuşamıyordum… O gün zaten normalde seyahat öncesi doktor kontrolüm vardı. Ama kontrol saatini beklememize gerek var mıydı? Ölüyordum… Biraz sakinledikten sonra doktorumu aradım. Sonuçlar onun da ekranına düştüğü için zaten hemen anladı ve sanki o da telefonumu bekliyormuşçasına “Özümcüm Merhaba” diyen naif sesiyle telefonu açtı. Telefonda kısaca bu tarama testlerinin pozitif yanlışık verme ihtimalinin çok yüksek olduğunu, o nedenle panik yapmamam gerektiğini ama her şekilde %100 emin olmak için amniyosentez yapılması gerektiğini ve hemen hastaneye gelmemi söyledi. O sırada Baransel koşarak beni evden almaya geliyordu. Onu beklerken çılgınlar gibi raporu onaylayan ve altına imza atan Türk Genetik Uzmanı’na ulaşmaya çalışıyordum. Bu sırada hangi doktorlar ya da laboratuvar görevlisiyle konuştuysam bana “Trisomy 20 mi? Emin misin?” diyorlardı. Neticede benim raporumun son onayını atan ilgili Genetik Uzmanına (Ankara’da) ulaştım. Ben sürekli ağladığım için karşımdaki kadın uzman da çok üzüldü. Ama bana ısrarla “Ben senin 21 haftalık hamile olduğunu bilmiyordum, Trisomy 20 olsaydı bebek bu kadar uzun yaşayamazdı, ilk 3 ayda giderdi, bu testte pozitif yanlışlık var bence!” dedi. “Pozitif yanlışlıktan kastınız ne?” dediğimde ise “Mesela materyal bulaşmış olabilir” dedi. İçime su mu serpmeye çalışıyordu bilmiyorum, ama çok rahat konuştu benimle telefonda. Azıcık sakinledim ama asla tatmin olmuyordum. O sırada Ankara’daki laboratuvardan beni başka bir genetik uzmanı doktor aradı. Trisomy 20 denilen sendromun milyonda 1 görüleceğini, Türkiye’de kayıtlı bir örneğinin bulunmadığını ve gerçekten olsaydı ilk 3 ayda bebeği çoktan kaybetmiş olacağımı söyledi. Adamcağız da çok üzülmüştü belliki halime… Beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Ona dedim ki “Ben tatmin olmuyorum, benim kanıta ihtiyacım var, ben bu testi yeniden yaptırmak istiyorum ama en kısa sürede nasıl elde edebilirim sonucunu?” O da bana ” Amerika’ya giden bir test var ismi Verifi, bugün gelip evden kanını alırlar, en geç 1 haftaya çıkar sonucu.” dedi. Tamam dedim. 1 Hafta hala o sırada katlanabileceğim bir zaman gibi geliyordu. Bir yandan da amniyosentezden korkuyordum. Kafam allak bullak olmuştu. Baransel’e ulaşamadım… O anda hızlıca kendim Anne olarak karar verdim ve bu testi yaptırmak istiyorum dedim. Eve gelen bir hemşire hemen kanımı aldı ve acil kargo ile Amerika’ya kanım gönderildi.Verifi laboratuvarında benimle ilgilenen genetik uzmanı da beni rahatlatıcı şekilde konuştu ve testi özel olarak takip edeceğini belirtti. Buarada Verifi denen test piyasanın en pahalılarından biri. Sürati ve fiyatı doğru orantılı diyebiliriz (3.500TL) , ama o sırada para falan gözüm görmedi, sorgulamadım bile…

Hastaneye gittik ve hemen bizi içeri aldılar. Doktorum da benim kadar şaşkındı ama tabi ki soğukkanlıydı. O elindeki verilere göre bebeğin sağlıklı olduğuna inanıyordu ama her şekilde mutlaka amniyosentez yapmamız gerek diyordu. Çünkü bu tarama testlerinin hiçbiri tıbben tanı yerine geçmiyordu. Onlar sadece birer ön veriydi. Esas tanıyı koyan amniyosentezdi. O bana bunları anlatırken aslında iş işten geçmişti çünkü ben kendi kararımla başka bir test daha çoktan yaptırmıştım. Bunu doktoruma söylediğimde o da biraz 2. bir testi gereksiz hatta boşuna masraf olarak gördü. Çünkü ona göre (ki çok haklıydı) sonuç bu testte temiz çıkarsa içimiz rahat edecek miydi? Amniyosentez gibi kesin bir çözüm varken bu bize sadece 2. kez bekleme süreci ekleyecekti. Neticede doktorum benim biraz psikolojimi de anladı ve seyahati kesinlikle iptal etmememizi, madem yeni bir test yaptırdık ve sonucu seyahat dönüşüne kadar çıkmış olacak o halde onun da sonucu gelince amniyosentez yapabileceğimizi söyledi. Çünkü zaten o gün amniyosentez yaparsa ertesi gün uçağa binemeyecektim. Seyahati iptal etmeyi defalarca önerdik. Ama doktorum ısrarla bu seyahatin bize iyi geleceğini ve 1 haftanın çok büyük bir kayıp olmadığını söyledi. Peki dedik…

Doktorum o gün bu konunun genetik uzmanı tarafından ayrıca değerlendirilmesi gerektiğini, o nedenle çok güvendiği bir genetik uzmanı olan Prof. Dr. Yasemin Alanay‘la da seyahate çıkmadan mutlaka beni görüştüreceğini ve bu Trismoy 20 nedir onu bana anlatmasını rica edeceğini söyledi.

O gece eve gidip saatlerce ağladım. Bir yandan ütü yapıyordum… Bavul hazırlamaya çalışıyordum… O sırada sakinleşemediğim için doktoruma mesaj attım “Sakinleşmek için papatya çayı içebilir miyim?” Bunun üzerine doktorum hemen beni aradı. “Özümcüm senin sakinleşmeye ihtiyacın yok, bebeğin sağlıklı ama benim sadece tıbben bunu kanıtlamaya ihtiyacım var, tamam mı?” dedi yine tüm naifliği ile… O an bir kaç bardak papatya çayı içmiş kadar oldum. Doktorunuzun sizin psikolojinizden anlaması ve sizinle o şekilde konuşabilmesi kadar önemli ve güzel birşey yok. Yeniden iyi ki diyorum! Doğru ellere emanetiz…

Ertesi gün uçağımız akşam saatindeydi. Baransel ruhunu ve kalbini benimle bırakıp yarım gün işe gitti. Bense telefonun ucunda Yasemin Hanım arasın diye bekliyordum. Öğle saatiydi ve ben duşa girmiştim. Bir anda duşakabinin arkasından telefonun ışığının yanıp söndüğünü gördüm. Hemen suyu kapatıp dışarı fırladım ve telefonu açtım. Yasemin Hanım bana kısaca tüm kromozom bozukluklarının iki şekilde olabileceğini, bir tam bir de mozaik kromozom bozuklukları olduğunu, eğer Trsimoy 20’nin tam hali olsaydı o zaman gerçekten bebeğin bu kadar süre yaşayamayacağını ama mozaik bir yapı varsa bunun ultrasonla anlaşılmasının mümkün olmadığını ve amniyosentez hatta kordonsentez yaptırmam gerektiğini bana anlattı. Kısacası mozaik bir yapıdan şüpheleniyorlardı. Mozaik Trisomy 20… Hayatımıza giren terim gittikçe değişik bir hal alıyordu…

Tüm o endişelerle, korkularla, yıkılmışlıkla ve hiçlik arasında bir yerde, Baransel’le birbirimize sarılıp, bizi uzaklara götürecek o uçağa bindik.

SEYŞELLER SEYAHATİ – KAMERA ARKASI

Elimde o son ultrason fotoğrafı, İstanbul’dan Doha’ya kadar ara ara göz yaşı döküp ara ara “Bebeğim sağlıklı ve benimle güvende” diye içimden geçirdim. İçime sanki biri bir ateş topu attı ve gitti. Ne yapsam sönmüyordu. Uzaklaşmak ve güneşi görmek iyi gelmişti yalan değil. Ama her saniye aklımızdaydı… Sadece günü geçirmeye ve zamanın hızlı akmasını sağlamaya çalışıyorduk… Gördüğünüz karelerin kamera arkasında içi yanan bir çift vardı aslında… Önümde dünyanın en güzel plajlarından biri, adeta cennetteyim, ama o koca okyanus bile içimdeki yangını söndüremiyordu. Sanırım daha bebeğimi kucağıma almadan “anne” olmuştum.

İKİNCİ TESTİN SONUCU; HAYALKIRIKLIĞI

Seyşeller’den döndüğümüz günün ertesi sabahı, gitmeden yaptırmış olduğumuz ve Amerika’ya gönderilen o tarama testinin sonucu geldi. Sonuç tam olarak ilk testle aynıydı; Trisomy 20 – Yüksek Risk! İşte esas en dipten yıkılışı o zaman yaşadık. Azıcık bile olsa o testin farklı çıkması bizim için bir rahatlama yaratacaktı. Ona inanıyorduk, ona tutunuyorduk. Ama aynısı… Nasıl olabilirdi?

22. HAFTA – “ANNE BEN İYİYİM” SİNYALLERİ &

AMNİYOSENTEZ ve KORDONSENTEZ İŞLEMLERİ

Doktorum amniyosentez yaptırmak istiyorsam o gün hastaneye gelebileceğimi söyledi. Artık 1 gün daha birşey için beklemek istemiyordum. 22 haftalık hamileydim ve en kötü senaryoyu düşündükçe kafayı yememek için kendimi zor tutuyordum. Hastaneye gittik… Randevusuz, apar topar gittiğimiz için bizden önceki hastanın çıkmasını bekliyorduk. Durmadan ağlıyordum…

Bekleme alanındayken birara Baransel sigaraya çıktı, bense tek başıma oturup öylece bir noktaya kitlenmiş bakıyordum. Önüme taş çatlasa 1-1,5 yaşlarında yeni yürümeye başlamış bir kız çocuğu geldi. Dikti gözlerini bana baktı… Babası yanındaydı ve “hadi kızım gidelim” dedikçe o daha da bir dikkatle bana bakıyordu… İçimde kopan yangını bir kenara koyup ona gülümsedim…Çok garip bir an yaşadık… Ya da aşırı duygusallıktan bana öyle geldi bilemiyorum. Ama garipti… Aklımdan Ada’nın o yaşlarını görebilecek miyim acaba diye geçirdim…  O sırada bizi içeri aldılar. Doktorum ikici testin de aynı sonuçta çıkmasının ardından konuyu daha da ciddiye almıştı. Yasemin Hanım’la da görüşüp hem amniyosentez hem de kordonsentez yapılmasına karar vermişti. İkisini aynı seferde yapmak daha iyi olacağı için bebeğin pozisyonu çok önemliydi.

O gün günlerden Perşembe idi… Hiç unutmuyorum… Ada tam 1 haftadır içimde sanki parti veriyordu. Bundan önce hareketlerini hiç hissetmediğim bebeğim, bir anda adeta benimle konuşuyordu. Onu yok saymak imkansızdı… Nitekim o gün de kordonuna yapıştığı ve bir milim bile ayrılmadığı için işlemleri yapamadık. Yemek yedim, yürüyüş yaptım, merdiven inip çıktım… Bana mısın demedi… Doktorum da “bugün bu iş olmayacak sen bana yarın sabah gel yeniden” dedi.

O gece eve gittiğimde üzerime bir sakinlik çöktü. Belki yorgunluktandı bilmiyorum. Ama Baransel’le bir güç bulup konuyla ilgili İngilizce makaleler okuduk. Bazı makalelerde bebeğin kafatası ölçüsünün normalden küçük olmasının bu sendromla ilişkisi olabileciğini söylüyordu. Ne yazık ki çok nadir görülen bir sendrom olduğu için böyle doğan çocuklarda şunlar şunlar olur diye kesin birşey asla yazmıyordu. Ama ortak özellik, mozaik yapılı sendromların hepsinde kısaca zeka geriliği olması.

Ertesi sabah kalktığımda çok sakindim. Tek istediğim biran önce işlemlerin bitmesiydi. Korkmuyordum. Baransel hazırlanırken ben yatakta Ada ile sakince konuştum;“Bugün senin iyiliğin için doktorumuz bir işlem yapacak. Sakın korkma ben ve baban yanındayız Ada kız! Sen çok güçlü bir kızsın, buna dayanacağını biliyorum, ama olur da seni yerinde rahatsız edersek, bir şekilde canını acıtırsak şimdiden çok özür dilerim bebeğim.” Ada bana çok güçlü şekilde tekmelerle cevap verdi. “Ben buradayım anne rahat ol, korkma diyordu.” adeta. Derin bir nefes aldım… Gerçekten çok daha rahattım ve işlemlere hazırdım.

Kafamdaki plan işlemleri izlememek ve sadece Baransel’in elini tutmaktı. Toparlanıp hastaneye gittik. Doktorum da beni daha iyi gördüğünü söyledi. Nedense o gün o işlemlerin sorunsuzca biteceğinden emindim. Doktorum ultrasonla iyice baktıktan sonra, Ada’nın pozisyonunun iki işlemi de aynı anda yapmak için mükemmel olduğunu söyledi.

-“Hazırsan başlıyorum?”

-“Ben bakmayacağım, sadece Baransel’in elini tutup ona bakacağım.”

Toplamda 3-4 dakika kadar süren işlemler sırasında bir an bile Baransel’in elini bırakmadım. Canım çok acıdı yalan değil… Ama gözümden yaş aksa da sesimi çıkarmadım. İşlemler bittiğinde Baransel “Afferin sana Özü, seninle gurur duyuyorum.” dedi. Ben de Ada ile gurur duyuyordum. Hemen kalp atışını dinledik… Sorun yoktu… Atlatmıştık çok şükür. Bu testlerin sonuçları ise tam 2 hafta sonra gelecekti.

Doktorumla o gün, topladığım tüm gücümle en kötü senaryoyu konuştum. Aklımdaki tüm soruları ağlamadan, bilimsel bir konuda bilgi alıyormuşçasına sordum. Doktorum anne olduğum için benim konuya daha farklı baktığımı ve duygusal bağımı onların hiçbirinin anlayamayacağını söyledi ve “Ancak dünyaya yüzde yüz sağlıklı bir çocuk getirmek istemez misiniz?” diye de ilk defa ekledi. O an bu işin %50’den daha fazla bir ihtimal olduğunu düşündüm.

2 HAFTALIK ZOR BEKLEYİŞ

Olaylar artık daha gerçek ve ciddi olduğu için kendimi bildim bileli yaptığım şeyi yapmaya başladım. Savunma mekanizması olarak “yok saymak”. Hayatımın en zorlu sınavındaydım… Eve gittiğimizde daha sakindim. O gün sanki bana ben buradayım sinyali veren Ada’yla onca zamandır kurduğumuz bağı güçlendirmemek için kendimi tutmaya çalışıyordum. Önce odasına girmemeye başladım… Sonrasında ise bebek mağazalarının önünden dahi geçmemeye… Her şey ama her şey canımı çok acıtıyordu.

  • BAŞ BAŞA YAŞANILAN ÇARESİZLİĞİN GÜÇLENDİRDİĞİ AŞK

Bu sırada bu yaşadıklarımızı ailelere söylemedik. Tüm bu süreci Baransel’le başbaşa atlatma kararı aldık. Elimizde kesin sonuç olmadan söylemeyecektik. Çünkü kardeşim doğurmak üzereydi, annemler de o nedenle hassas bir dönemdeydi, herkesin ayrı bir derdi vardı ve zaten bu süreçte beklemekten başka yapılabilecek hiçbirşey yoktu. Ben her gün kardeşime gülücükler saçarak videolu görüşmeler yaptım. Annemlere hayat normalmiş gibi davrandım. Zordu… Ama yaptım. Baransel ise tüm gücüyle, tüm kalbiyle benimleydi. Bazen öğlen aralarında bile sırf benimle yürüyüş yapmak için, elimi tutmak için yanıma geldi. Bir an var yaşadığımız hiç unutamadığım… Hava o kadar soğuktu ki, kar yağdı yağacak neredeyse… Evde duramadığım için yine kendimi atmışım buz gibi havada dışarı. Baransel de yanıma geldi. Yürüyüş parkurundayız.. Etrafımız ağaçlarla çevrili ve bizden başka hiç kimse yok. Önümüzdeki uzun yol boyunca el ele tutuşup yürüyoruz. Baransel “Üşümüyor musun Özücüm?” diyor. “Hiçbirşey hissetmiyorum, hatta iyi geliyor sanırım.” diyorum. Sonra devam ediyorum; “Bazen bebeğimi benden alıyorlarmış hissine kapılıyorum.” diyorum. Baransel “O bebeği sen isteyene kadar kimse senden alamayacak sana söz veriyorum, ne olursa olsun bu önce senin kararın olacak, kimsenin bunu yapmasına izin vermem.” diyor. Nedense rahatlıyorum… O an aslında ikimizin de bu bebeği gerçekten ne kadar çok istediğini ve ne kadar çok sevdiğini bir kez daha anlıyorum.Elini sımsıkı tututup, akan iki damla yaşımı omzuna silip yürümeye devam ediyorum…

  • BU SABAHLARIN BİR ANLAMI OLMALI

Bir sabah ben uyurken erkenden evden çıkmak zorunda kalan Baransel, balkonumuzdaki çiçeklerden kopartıp başucuma bırakmıştı… Uyandığımda ağlamayayım diye…

Bu iki haftalık süreçte geceleri uyumakta hiç zorlanmadım. muhtemelen tüm gün bedenimi ve zihnimi yeterince zorladığım için olacak ki, gece yatağa girdiğim anda uyuyordum. Ama sabahları… Sabahları ağlayarak uyanıyordum… Baransel işe giderken çok zorlanıyordu, beni yanlız o şekilde bırakmak istemiyordu biliyorum. Çoğu zaman işten izin aldı ya da geç gitti. Çok şükür ki iş yerinde yoğun bir dönemde değildi ve çalıştığı insanlar gerçekten halden anlayan insanlar.Sabahları kendime geldikten sonra hava ne durumda olursa olsun dışarı attım kendimi. Tam da o noktada kurtarıcı arkadaş desteklerim geldi. Sadece çok yakın çevremizin bildiği bir konuydu bu. Kız arkadaşlarım her gün aradı, sordu, her gün biriyle mutlaka görüştüm. Oturup dertleşmedik üstelik, güzel yemekler yiyip sohbet ettik. Bana o kadar iyi geldiler ki… O dönemi atlatmamda o kadar büyük etkileri var ki… Her birine sonsuz teşekkürler! Şu hayattaki en büyük zenginliğim önce ailem, sonra bu güzel arkadaşlarım…

  • HASTANE ZİYARETİ İYİ BİR FİKİR DEĞİLMİŞ

1 hafta geçmişti, bense inişli çıkışlı ruh halimle güçlü görünmeye çalışıyordum. O sırada aynı hastanede aynı doktora gittiğini bildiğim çocukluk arkadaşımın doğum haberini aldım. Tüm cesaretimi topladım ve onu hastanede ziyarete gittim. Bir Cuma günüydü… Tam 1 hafta önce orada yaşadığımız tramva aklımda canlandı yine. Ziyaret kısa ve keyifliydi. Ama hastaneden çıktığım anda boğazımda bir düğümle eve kadar geldim. Kapıyı açtım, Baransel eve gelmişti, hemen kalkıp bana sarıldı ve kollarında yere yığıldım. “Yapabilirim sandım ama o kadar güçlü değilmişim, geçen hafta o hastanede yaşadıklarım beynimden gitmedi, çok kötü oldum.” dedim. Kısacası, hastane ziyareti iyi bir fikir değilmiş…

  • DEPRESYONDAYIZ – NE YİYİYORUZ?

Bu süreçte bir yandan iştahım kesilse de bir yandan da yemek için kendimi zorluyordum. Sonra tatlının gerçekten motive eden bir şey olduğunu keşfettim ve biz 2 hafta boyunca her akşam Baransel’le evde hunharca tatlı ve karbonhidrat yedik. Her dışarı çıktığımda farklı bir yerden değişik bir tatlı getirdim eve. Akşamları film/dizi izlerken tatlı seansımız vardı adeta. Çok tehlikeliymiş bu durum, sonradan anladım.

  • TELEFONUN UCUNDA ÇARESİZ BEKLİYORUM

2 hafta bitmek üzereydi, artık umudum da kalmamıştı. Hala aramadılar, Cuma günü bu saatte de artık aramazlar diyordum kendi kendime. Tam o sırada telefonum çaldı ve sevgili hemşiremizin aradığını gördüm. Derin bir nefes aldım ve telefonu açtım. Karşımdaki ses gayet mutlu bir enerjiyle “Özüm Hanım sonuçlarınız çıktı, temiz!” dedi. O an yaşadığım rahatlamayı sinir boşalmasını ve mutluluğu size anlatamam. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. “Doğru mu söylüyorsun? Gerçek mi?” dedim defalarca. “Evet doktor bey sizi görmek istiyor hemen gelebilir misiniz?” dedi. “Hemen geliyoruz.” dedim ve anında Baranel’i aradım. Hıçkıra hıçkıra ağladığım için başta onu istemeden korkuttum. “Hemen geliyorum” dedi ve gerçekten koştu geldi. Evde ona bir sarılışım var. “Allahım gerçekten bitti mi? İnanamıyorum!” deyip ağlıyorduk. Sanki biz haftalardır nefes almıyorduk…

Koşarak hastaneye gittik. Doktorumuz bize detaylıca bu 2 haftalık süreçte onların ne yaptığını da anlattı. ÇAPA’da genetik bölümü başkanı olan ve Türkiye’nin en iyi profesörlerinden biri olan Prof. Dr. Seher Başaran‘ı da konuya dahil ettiğini, Yasemin Hanım’la beraber Seher Hanım’ın da konuyu tüm bu süreçte yakından takip ettiğini söyledi. Yapılan incelemelerde bebeğin kromozom yapısında herhangi bir sıkıntıya rastlanmadığı ancak bu bozukluğun plasentada olabileceğinden şüphelenildiği, plasentada olsa bile bunun bebeğe bir zararının olmadığını, konunun bir tez niteliği taşıması nedeniyle bizim onayımız olursa bu konunun ÇAPA Genetik Bölümü tarafından incelenmek istenildiği, doğum sırasında plasentadan alınan örneklerin incelemeye gönderileceğini söyledi. Biz de tabi ki onay verdik. Çünkü bu süreçte yaşadığımız şu tarifsiz acıyı hiçkimsenin yaşamasını istemiyoruz.

Emin ellerde olmak o kadar önemli ki… Çok şanslıydık gerçekten! Bu süreçte bizimle ilgilenen başta kendi doktorumuz çok sevgili Cem Batukan’a ve çok sevgili hemşiremiz Özge Güresi’ye, sonra da genetik uzmanlarımız Yasemin Alanay ve Seher Başaran’a sonsuz teşekkürler 🙂

Acılı geçen 1 aylık süreç çok şükür ki mutlu sonla bitti. Şuanda herşey yolunda ve evet kardeşim dahil aileler de konuyu öğrendiler. O nedenle rahatça yazabiliyorum artık 🙂

25. HAFTA – BİZ BUNU HAKETTİK TATİLİ – CASA LAVANDA

Yılı böyle kapatmamalıydık. Baransel bundan 4 yıl önce beni doğumgünümde Casa Lavanda’ya götürmüştü. Şimdi bir hediye de ben ona yapmalıydım. Çünkü müthiş bir destek gösterdi bana ve bize. Her zaman en iyi arkadaşım olduğunu biliyordum, ama bu dönemde yaşadığımız şeyin aramızda kurduğu bağ inanılmazdı. O nedenle 1 güncük şehirden kaçarak kendimizi sadece şömine, kitap, güzel yemek ve masaja verdik. O kadar iyi geldi ki… Adeta yenilenip öyle döndük. Artık yeni yıla hazırdık! Seni karşılamaya hazırız 2019 !

ŞİMDİKİ AKLIM OLSA

Karşıma çıkan her hamileye bu tavsiyeyi veriyorum; Mutlaka ama mutlaka, bu genetik testinin en kısa sürede gelenini en başta yaptırın! Benim şimdiki aklım olsa, 12. haftada ikili test falan asla uğraşmam, hemen 1 haftada sonuç veren laboratuvarı bulur ve genetik testini yaptırırım. Bu süreçte öğrendiğim yegane şey var ki hamilelikte zaman çok kıymetli. 1 Hafta bile çok şey değiştirebiliyor. Sakın kendinize o bekleme ızdırabını yaşatmayın. Sakın!

Bütün bu süreçte kendime ders çıkarttığım bir diğer şey ise, bir çocuğun sağlıklı bir şekilde dünyaya gelmesinin gerçekten ne kadar büyük bir mucize olduğudur. Allah isteyen herkese en sağlıklı şekilde yaşatsın bu duyguları!

26. HAFTA – SPORLA MUTLULUK ARASINDA BİR BAĞLANTI VAR

Havalar gittikçe soğuduğu için yürüyüşlerde zorlanıyordum. O nedenle Torch Sports Acdemy’de yer alan eski spor hocam Hasan Çakır ile çalışmaya yeniden başladım. Her Cumartesi Baransel’le sabah 8’de fitness/pilates yapmaya gidiyorduk. Çift olarak da bu dönemde sporda beraber olmak bize çok iyi geldi. Haftada iki de yoga dersim vardı. Kısacası spor motivasyonum çok yükselmişti ve her dersten sonra kendimi çok iyi hissediyordum. Doktoru izin veren her hamileye sporu kesinlikle tavsiye ederim.

27. HAFTA – NORMAL KONTROLLER VE ŞEKER YÜKLEMESİ

27. Hafta kontrolümde doktorum şeker yüklemesi yapılacağını, kan sayımı yapılacağını ve tetanoz aşısı olacağımı söylemişti. Şeker yüklemesi fikrinden hiç hoşlanmıyor olsam da doktoruma çok güvendiğim için o önerdiği için yapacaktım. Nitekim ultrason kontrolü sonuçlarım yolunda gözükünce, arkasından 50 gramlık (en düşük doz – 2 dilim baklavaya eşit) şeker yüklemesini yaptırdım. Gerçekten hayatımda içtiğim en iğrenç şeyi içtim. Çok zorlandım içerken ve midem çok bulandı hatta kusma noktasına geldim. Sıvıyı içmeden hemen önce ve içtikten 1 saat sonra kanınızı alıyorlar ve değerlere bakıyorlar. Bir kaç gün içinde de sonuçlarınız çıkıyor. Ta ta! Şeker sınırı 140 iken bende 137 çıkmıştı. Nedenini de çok iyi biliyordum. O depresyon döneminde vücudumu hiç zorlamadığım kadar şeker ve karbonhidratla zorlamıştım. Ama şeker hastası değildim tabi ki… Sadece biraz şeker diyeti yapıp dikkat etmem gerekiyordu.

YENİDEN BAĞLANMAK VE KORKMADAN HAYAL KURMAYA ÇALIŞMAK

Bu satırları yazarken 29. haftamı bitirmek üzereyim. Arada geçen bu zamanda ise olabildiğince hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Ada’nın odasının hazırlıklarına yeniden başladık, ben alışverişlerime yeniden başladım, onun her kıpırtsını duyduğumda ellerimizi hemen karnımda birleştiriyorum. Sabahları beraber şarkılar dinliyoruz, hatta bazen dans ediyoruz. Ve evet bu sevgiyi bazen tüm dünyaya haykırmak istiyorum! Soyal medya buna arada araç olmuyor değil. Ama lütfen, bırakın da kaybettiğimiz zamanın telafisini gönlümüzden geçtiği gibi yaşayalım. Nazar değer korkusuyla bana mesaj atan tüm sevenlerimizden özür dilerim, nazara inansam da, bu defa içimden geldiği gibi yaşayacağım. Biliyorum ki Amazon kızım, tüm o kötü enerjileri de yenebilecek güçte! Annesi ve babası da onu korumak için elinden geleni her zaman yapmaya devam edecek!

2019, bize iyi davran olur mu?

3. Trimester’da görüşmek üzere!

Sevgiler

Özüm

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HAMİLELİK

BİZ HAMİLEYİZ!; EN ZOR ZAMANLAR (1. TRİMESTER)

Evet, biz hamileyiz! Biz diyorum çünkü bu iş gerçekten iki kişilik arkadaşlar! Sizlere geçirdiğimiz zorlu ilk 3 ayı anlatmadan önce, bana bu “biz” hissiyatını sonuna kadar yaşatan canım yol arkadaşım Baransel’e sonsuz teşekkürlerimi bir kez de buradan sunmak istiyorum! Onun desteği olmasa şuanki ruh halimden bambaşka bir noktada olurdum eminim.Sevgili arkadaşım Tanem Sivar’ın kayınvalidesi çok sevgili Zeynep Dirvana’nın bir sözü var: “Süt babadan gelir.” Baba anneyi mutlu edecek ki annenin sütü bol gelecek. Bu cümle bence bu süreçteki “biz” ilişkisini çok güzel anlatıyor. Yol arkadaşım, iyi ki varsın! Seni çok seviyorum!

AMAN TANRIM HAMİLEYİM!

31 Temmuz 2018 akşamı evde elektrikler kesilmiş, mum ışığında oturuyorken, içime düşen bir şüphe ile, kız kardeşimin Londra’dan getirdiği aşırı teknolojik prediktör ile test yaptım. 3 dakika bekledikten sonra ekranda yazan “1-2 haftalık hamilesiniz” yazısına inanamadım. Evde tek başımaydım ve Baransel iş yemeğinden dönünce onu nasıl karşılasam diye epeyce düşündüm. Açıkçası %100 emin de olmadığım için biraz da tedirgindim. Ama karnıma göz kalemiyle “Hello Daddy” yazıp koltukta uyku moduna geçtim. Baransel eve gelince eğer koltukta uyuyorsam genelde hep karnımı açıp bir öpücük koyar. Ve yine o beklenen öpücük geldi ama maalesef elektrikler kesikti ve yazdığımı göremedi. O nedenle ben de ona göstermek zorunda kaldım. Birlikte yaşadığımız kısa bir şokun ardından temkinli olmaya karar verdik ve hemen bir sonraki haftaya doktor randevusu aldık. 6 Ağustos günü doktor randevusuna gittiğimizde gördüğümüz şeyin çok minik ve gerçek olduğunu idrak ettik. Evet, artık resmi olarak hamileydim! Ama riskli zamanlardaydım o nedenle yine de çok moda girmemeye özen gösteriyorduk. Doktorum, son period tarihimle hesaplanınca ortaya çıkan hafta ile görünen boyutun arasında fark olduğunu, daha küçük olduğu için muhtemelen geç yumurtlamış olduğumu söyledi. O aralar tam olarak kaç haftalık olduğumu o nedenle bilmiyorduk. 5 de olabilirdi 6 da! Doktorun söylediğine göre en riskli haftalar 6 ve 9 arasındaki haftalarmış. 6. Hafta itibariyle bebeğin kalp atışı dinlenebiliyormuş, dolayısıyla ilk adım bu olacakmış. Bu riski atlattıktan sonra genelde nedeni belli olmayan sebeplerden ötürü vücut embriyoyu atabiliyormuş. Bu da genellikle 7. ve 9. Haftalar arasında oluyormuş. İçinde bulunduğumuz durum bizim için aynen şöyleydi “Bir sabah uyandık ve adeta başka bir gezegendeydik.” Etrafımızda bu kadar çocuklu insan varken yine de bilmediğimiz milyonlarca şey olması ve bu işin kesinlikle senin elinde olmaması hali gerçekten çok acayip bir duygu.

BİR “ADA” HİKAYESİ

Aradan 1 hafta geçti ve hafta ortasında bir kanamam oldu. Hemen doktora gittik. Doktorum 2 gün sonra yeniden gel bakalım dedi. 2 gün sonra yeniden gittim ve zaten ertesi gün Bozcaada için yola çıkıyorduk. O nedenle doktorun ağzından çıkacak her şey aşırı önemliydi. Doktorum sorun kalmadığını, bebeğin iyi olduğunu ve içeride kanamanın bittiğini, gidip 2 hafta güzel bir tatil yapmamı ve bu sürede her şeyin serbest olduğunu hatta paraşütten bile atlayabileceğimi söyledi Biz de o özgüvenle 2 haftalık Bozcaada maceramıza doğru yola çıktık. İlk 1 haftamız gerçekten çok güzel geçti. Tam bayrama denk geldiği için ve ada inanılmaz kalabalık olduğu için hiç aşağıya inmeden deniz ve kiraladığımız bağ evi arasında mekik dokuduk. İştahım yerinde ve gayet mutluydum. Tek problemim günde 15 saate yakın uyuyor olmamdı Sanki biri süpürge ile enerjimi çekiyordu. Sabahları 7’de fişek gibi kalkıp öğleden sonra uyumaya başlıyordum. Bir şekilde idare ettik. Bu sırada adada bulunan hiçbir arkadaşımız konuyu bilmiyordu. O nedenle de pek kimseyle görüşemedik.

İkinci haftaya başlarken bir sabah uyandım ve artık tüm o iyi şeyler geride kalmıştı. Her şeyden midem bulanıyor, adeta midemde son devirle çamaşır sıkılıyordu. Tüm kokulara karşı hassasiyetim oluşmuş, özellikle deniz mahsülü ve et kokusuna tahammülüm kalmamıştı. Sanki her sabah bitmeyen bir hangover yaşıyordum, hem de en kötüsünden, hani bir şişe rakıyı tek başıma içmişim gibi… Tek yiyebildiğim şey ise hamur işi idi. Ekmek, makarna, erişte ve pilav ile geçen bir Bozcaada seyahati düşünsenize! İşin zor tarafı bayram bittiği için herkes bizi rakı masasına davet ediyor, gitmediğimizde gönül koyuyor ya da ilaç içiyorum içemem yalanını söylediğimde rakının en iyi antibiyotik olduğunu söyleyip içmeye zorluyordu Mide bulantısından ağladığım günler oldu… Şaka değil! Hiçbir şey yiyememenin verdiği düşük tansiyonla adeta yatalak olmuştum. Canım Baransel etrafımda dört dönse de ikimizin de elinden hiçbir şey gelmiyordu. Tüm bunlar olurken bir akşam kanamamın yeniden başlaması ve bu sefer daha yoğun olması adada ilk defa kendimizi inanılmaz çaresiz hissetmemize neden oldu. Hemen kendi doktorumla görüştüm. Aynı zamanda Çanakkkale’de de adadan bir arkadaşımız vasıtasıyla bir doktor bulduk ve acil bir durum söz konusu olursa diye onunla da irtibat halinde kaldık. İki doktor da hemen eczaneye gidip düşük önleyici olarak da bilinen Prolüton Ampul almamı ve sağlık ocağında iğne olmamı söylediler. Tam da akşam yemeği saati, bağ evinden merkeze bir inişimiz var size anlatamam. Rengimiz bembeyaz, eczanenin kapısında oturan arkadaşlarımıza selam bile veremeden içeri daldık. İğneyi alıp hemen sağlık ocağına koştuk. İğneyi olduktan sonra iki doktor da eğer kanama sabaha devam ederse hemen Çanakkale’ye gidip ultrasona girmemi söyledi. Tabi ki kanama ertesi sabaha da devam etti. Sabahın köründe feribota binip Çanakkale’ye hastaneye gittik. O yol boyunca güneş gözlüğünün arkasından gizli gizli nasıl ağladığım dün gibi aklımda. Sürekli içimden “Lütfen bir şey olmasın, lütfen!” deyip durdum. Sonunda hastaneye vardık ve doktor bizi acil olarak içeri aldı. Ultrasonda minicik bir kalbin atışını görmekle kalmadık, ilk defa sesini de duyduk. Tabi ki gözyaşları sel oldu! Baransel!le birbirimize bakıp gözlerimizle o kadar güzel konuştuk ki yine… Yüreğimizden aktı sevinç gözyaşları… Böylelikle Ada’nın ilk kalp atışını dinlemek de Çanakkale’ye kısmet oldu. 🙂 Canım Ada… Bize ilk sürprizini yaptı! (cinsiyeti ne olursa olsun ismi Ada olacaktı)

Çanakkale’deki doktor bana bir kez daha düşük önleyici iğne yapmak istedi. O sırada ben kendi doktorumla konuştum ve kendi doktorum asla bir kez daha olmamam gerektiğini söyledi. Çok fazla hormon yüklenmiş olacağını ve buna hiç gerek yok dedi. Ben de tabi ki kendi doktorumu dinledim ve Bozcaada’ya geri döndüm. Artık gerçekten bir annenin bana bakması gerekiyor gibi hissediyordum. Kolumu kıpırdatacak halim yoktu ve yemek en büyük problemimdi. Tabi bir de seyahatin başında planladığım hiç bir şey gerçekleşmedi Yok #marthaninadagunlugu yapacakmışım da, tüm adadaki dostlarımıza bir kahveye uğrayacakmışım da, sofralar kuracakmışım da, efendime söyleyeyim daha neler neler… Kafamı kaldıramadım! Bir de başıma bağ evinin iletişim bilgisini isteyen 300 adet mesaj sorunu çıktı. Kimsenin ne halde olduğumdan haberi yok, mesajlar yağıyor. Cevap vermeyince de fırça yiyorum. Midem olmuş çamaşır makinesi, gözüm hiçbir şeyi ve hiç kimseyi görmedi.

Tüm bunlar bir araya gelince biz de tatilimizi birkaç gün kısaltıp adadan döndük. Hayatımızda ilk defa adadan ayrılırken “o son feribota binmeyecektim” hissiyatını yaşamadım. Çünkü artık Ada’yı içimde taşıyordum ve onun sağlığı her şeyden önemliydi. Koşarak İstanbul’a döndük diyebilirim. Bir yanım da feribottan gittikçe uzaklaşan adaya bakarken şunu söylüyordu “Belki gelincik zamanı, belki bağ bzumunda… Ada’yla yeniden gelip ona adamızı anlatacağız.”

EN KÖTÜ GÜNÜM

O hafta en yakın arkadaşlarımdan birinin düğünü vardı ve ben nikah kıyacaktım. Sabah uyandığım andan itibaren başlayan baş ağrısı, mide bulantısı yerini kusmaya bıraktı ve o gün perişan bir halde düğüne gittim, görevimi tamamladım, gelin ve damat masaları gezerken mekanın tuvaletinde kusmaya devam ettim. Göbek atmayı ve çılgınca dans etmeyi planladığım düğünden erkenden ayrılıp eve gitmek zorunda kaldım. O gün şuana dek hamileliğimde yaşadığım en en kötü gündü. Ertesi gün hemen doktorumuza gittik. Doktorum her şeyin yolunda olduğunu ve tam olarak 9 hafta 2 günlük hamile olduğumu söyledi. Artık net bir tarihim vardı! Hayırlısıyla 6 Nisan 2019 beklenen tarih olarak kayıtlara geçti. Bulantım ve baş ağrılarım için ise bir ilaç verdi. Vitaminlerimi daha fazla bulantı yapacağı için kısa süreliğine kesti.

Baransel’in annesinden bir sürü bahane ile ev yemeği istedik. Bizimkilere de sürekli yok midemi üşüttüm, yok hastayım gibi numaralar yaptık. Çünkü o riskli dönem geçene kadar ailelere kesinlikle söylemek istemiyorduk.

AİLELERDEN SAKLAMA KONUSU

Tüm bu süreçte bu durumu saklama hikayesinin ne kadar zor olduğunu size anlatamam. Bazen “Buna gerek var mı ya? İnsanların senin ne halde olduğunu anlaması için bunu söylemen gerekiyor!” diye de düşündüm. İlk 3 ay kimseye söylememek diye bir tabunun nazardan dolayı olduğunu söyleseler de bence gerçekten benimki gibi zorlu bir ilk trimester geçiriyorsanız söylememek çok da mantıklı değil. Her şey bir yana bir de sizin ne halde olduğunuzu bilmeden sizinle anlamsız telefon konuşmaları da yapabiliyorlar. Örneğin saçımda kusmuk tuvalette yere çökmüşüm, annem aramış bana aldığım nevresim takımının içinden çarşaf çıkmadı diye yakınabiliyor. Ya da kalbimiz ağzımızda doktora gitmişiz, o sırada babanız arayıp arabanın lastiklerini değiştirmedin mi diye sorabiliyor. Bunun üzerine sen hemen telefonu kapatmak istediğinde de trip yiyorsun Yine söylüyorum, canım Baransel etrafımda dört dönse de, bir anne eline ihtiyaç duymuyor değil insan. O nedenle çok da uzatmadan 10. Haftada ailelere açıklamış bulunduk. Çok da güzel oldu. Annemin doğum günü münasebetiyle, hazır kardeşim de buradayken maaile Karamürsel’e gittik. Herkesi salona toplayıp size Bozcaada’da çektiğimiz drone videolarını izleteceğiz dedik. Önce gerçekten birkaç adet Bozcaada videosu izlettik, sonra çat diye son muayenede çekilmiş kalp atışı videosunu soktuk araya. Aileler önce şoka girdi. Sonra evde çığlık kıyamet kucaklaşmalar ve ağlaşmalar başladı. Güzel bir duyuru oldu Hepimize anı olarak kaldı!

Bu satırları yazarken 10 hafta 2 günlük hamileyim ve 24 Eylül’deki doktor kontrolümüzde cinsiyeti öğrenip bir sürü tahlil yaptıracağız. Siz bunları okurken muhtemelen her şey gelmiş geçmiş olacaktır ama şuan ki benden ilerideki bene ve Ada’ya kocaman sevgiler! (Cinsiyeti ne olursa olsun bizim için Ada ismi sabit) 11.09.2018

İŞTEN AYRILIŞ

Yukarıdaki satırları yazdığımda ofisteydim ve bir kaç gün sonrasında ise işten ayrıldım. Bunun sanılanın aksine hamileliğimle hiç bir ilgisi yoktu. O kadar zengin değiliz 🙂 Tamamen öyle denk geldi süreç. Uzun zamandır planlanan bir durumdu ama şirket içerisinde bir şeylerin gerçekleşmesi gerekiyordu ve nihayet gerçekleşmişti. Zor geçen bir hamilelik döneminde böyle bir durum elbetteki harika oldu! Günde 15 saat uyuyan, doğru düzgün yemek yiyemeyen ve her şeyden midesi bulanan biri için işe gitmek zorunda olmak çok zor bir durum gerçekten. Kısacası ben şanslıydım! Şimdiden uğurlu geldi bize 🙂

AMAZON “KIZIM” BENİM

12. Haftada müthiş doktorumuz bize cinsiyeti erken de olsa söyledi. Minik bir kız çocuğu bekliyorduk. Bu kadar kanamalı bir bir hamilelik sürecini atlatıp sonunda bizimle olmak için tutunan, amazon ruhlu kızım benim! Tek düşündüğüm sağlığın da olsa, böylesine güçlü bir ruhun olduğu için şimdiden sana teşekkürler! İyi ki bizi seçtin!

KIZ KARDEŞLE AYNI ANDA HAMİLE OLMAK

Şu süreci en anlamlı ve en keyifli kılan şeylerden biri de kız kardeşimle aynı dönemde hamile olmamızdı. Tam anlamıyla mükemmel bir deneyim diyebilirim. Yağmur 3 ay benden önde gidiyor. Dolayısıyla ben biraz hazıra konan taraf oluyorum 🙂 Bu sefer ablalık sırası onda 🙂 Ayrıca yurt dışında yaşadığı için sağolsun oradaki tüm yeniliklerden beni haberdar ediyor. Bu da çok kıymetli. Bu güzel deneyimi yaşayabildiğimiz için çok mutluyum! Umarım sizler de benzerini tadabilirsiniz.

PEKİ YA BUNDAN SONRA?

Bir kitapta okumuştum, o zamanlar hamile bile değildim ama romandaki karakterin şu cümleleri çok hoşuma gitmişti; “Her hamilelik parmak izi gibidir. Çünkü hiçbirimizden bir tane daha yok. Bu süreçte giriş-gelişme-sonuç aynı ilerlese de, hikayeler mutlaka farklıdır.”

Etrafımda doğum yapan çok fazla arkadaşım yok. Genelde akrabalar var diyebilirim. Dinlediğim hikayeler yukarıdaki cümlelerin altına imza atma özgüveni veriyor. O nedenle, paylaşmak güzel şey evet, ama mutlaka benimki farklı olacak biliyorum. Çünkü hiç biri Özüm ve Baransel değil.

Bu nedenle, ne internetten bir araştırma yapıyorum, ne insanları dinliyorum, ne de deli gibi kitap okuyorum. Sadece ama sadece doktorum ne derse onu dinliyorum. Bu şekilde dışarıdan gelen “Eyvah bittiniz!”, “Uykusuz günlere merhaba de”, “Bir daha zor gezersiniz”, “Bu devirde çocuk mu yapılır” şeklindeki negatif hiç bir yorumu da kaale almıyor, hatta bu şekilde konuşan insanlarla bu süreçte görüşmüyorum.

Hayatımda şuanda örnek aldığım bir kaç harika anne arkadaşım var. Şansıma son 2 senedir onların tüm süreçlerini hayranlıkla takip ettim. Bu işin tek bir kuralı var ” Anne-baba neyse, çocuk da o!” Çocuk senin aynan gibi. Tabi ki bir karakteri var ama sen ne verirsen aslında o. Bu tamamen enerji işi. Ben öyle inanıyorum. Başıma ne gelir bilmiyorum. Ama elimden geldiğince bunu uygulamak için çaba sarfedeceğim.

Şimdilik benden bu kadar 🙂

Hepinize bu yolculukta bizimle olduğunuz için çok teşekkürler…

Özüm