YEMEK

Yazmadığım Bunca Zaman Ne Yaptım?


Hikayem:

 

 

 
Ben her yıl, Kasım ayında B.’nin doğumgünü için bir el yapımı albüm hazırlarım. Baya bildiğin kitap gibi elle tutulur bir albüm. Yaprakları kese kağıdı renginde ve karton kalınlıpğnda olur. Dış kabı ise her yıla özgü bir renkte olur. Kapağında ise o yıla özgü bir isim yazar. Mesela ilk albümün adı “Dream Book” du. Çünkü B. nin gitmek istediği yerlerin haritasını ve bir yapılacaklar listesini içeriyordu. İkinci albümün adı “Summer Book” du. Harika geçen bir yazı vurguluyordu. Bir de bizim için zor geçen bir yılı simgeleyen albüm vardı ki kapak rengi bile siyahtı. Onun adı da “The Year Book” du. Yine Kasım geldi… Ben tam bunları düşünürken, beklemediğim bir mesaj beni dürttü. “Bunca zamandır neden yazmıyorsun?” ! Koşarken duvara çarptım! Çünkü instagramda anımı paylaşınca o havalı blogger’lık sıfatım da devam ediyor sandım. Halbuki kelimeler var burada ve okuduğunu bildiğim sen varsın ! Bu çok kıymetli…

Sonra oturdum düşündüm, ben ne yaptım bunca zaman, neden yazamadım, kelimelerimi mi kaybettim, sular mı kesikti yoksa? Herşeyin bahane olduğunu bile bile yazacağım…

 
1) Çok gezdim, gurme turlar düzenledim, tüm iletişimimiz instagram üzerinden gidiyormuş zannettim. Halbuki Aralık’ta 3. yaşını dolduracak Küçük Martha’nın sadık okuyucularının varlığını göz ardı ettim. Biz geziyoruz ve ben sana fotoğraf yolluyorum ya, paylaştık zannettim. Halbu ki bizim asıl paylaşımımız burada. Aynı sevdiklerimizin Facebook profillerinde paylaştıkları bir resmi beğenmemiz kadar kısacıklaştırdım paylaşımımızı… Halbu ki çok acayip yerler keşfettim. Mesela Sakarya’da Kayalar Memduhiye Köyü diye bir köy varmış. Sevgili arkadaşım “Gurukafa” nın önderliğinde gittiğimiz Sakarya gezisinde Abhaz’lar nasıl destansı kahvaltı eder onu gördüm. Tekirdağ’da yer alan Barbaros Bağ Evi’ni bri kaç kere ziyaret ettim ve buraya 2 kere Gurme Tur düzenledim. Düşün artık seni nasıl ihmal ettim?!! Bozcaada hiç yok mu sanıyorsun? 2 kere Bozcaada’ya harika Gurme Tur düzenledim. Çatalca’daki son keşfim Çifttlik’ten hiç bahsetmiyorum bile, bayılcaksın! Bunların hepsini sana ayrı ayrı yazacağım merak etme.

 

 
2) Reçellerimi sana ulaştırmak için çalıştım. Bahçeden topladığımız meyveleri daha kendimiz yemeden sana ulaştırmak için reçel yapmaya devam ettik. Siparişlerimi geç gönderdiğim zamanlar oldu mesela. Çünkü bir gece önce katıldığım davetten çok geç dönmüştüm, üstelik kendi evimde de kalmıyordum. Sana gelişigüzel bir paket göndermektense geç göndermeyi tercih ettim. Tahmin edersinki lojistik sıkıntısı ilişkileri yıpratan bir durum. Ben bunu yaşadım bunca zaman. Bir yandan da B.’nin rüzgarında savruldum durdum. O da benimle belki de hiç istemediği yerlerde olmak zorunda kaldı bunca zaman. Sadece yan yana olabilmek adına verdiğimiz hayat mücadelesiyle uğraşıyordum bir yandan da. Yorulmadık mı, çok yorulduk… 

3) Güzel şeylerle meşgul olmaya devam ettim tabi ki…
Postkolik dergisinde yazıyorum epeydir. Her ay heyecanla bekliyorum çıkışını. Ama dergide düzenli yazı yazmak ayrı bir sorumluluk ve disiplin gerektiriyor. Benim için iyi birşey 🙂 Bir yandan Yemeksepeti’nin yan kuruluşu olan www.yemek.com da Bozcaada ile ilgili yazım yayınlandı. Ekim ayında ise Uplifers dergisi ile çok keyifli bir roportaj yaptık. P.F. Changs’in kurucusu Philip Chaing İstanbul’a geldiğinde, onunla konuşma ve tanışma fırsatı yakalayan bloggerlardan biriydim. Küçük Martha’yı tek bir çatı altında toplamak için pek yakında aktif olmasını istediğim www.kucukmartha.com u yaratma peşinde koşturdum.
 
 4) Beyaz yakalı, gri hayatıma devam ettim. Tüm bunlar devam ederken hepimiz gibi para kazanmak zorundaydım. Çalışmaya devam ettim. Ama kendimden o kadar çok verdim ki bu süreçte. İnanamazsın… İnsanların çirkin yüzü her sabah suratıma çarptı. Brezilya dizisine dönmüş sözde “kurumsal” hayata tutunmaya çalışan bir grup insancık gördüm. Egosu tavan müdür sıfatlı kişiler, yaptıkları işten bir haber direktörler, alt tabakada ise köle İzaura’lar gördüm. Çok dokundu bu bana… Dahi olduğumdan değil ama bir çok şey zekama hakaret gibi geldi ne yalan söyleyeyim. Her gün bugün işi bırakmalıyım diye ofise gitmenin verdiği his, yanlış anlamayın mesleğimi sevmemem ya da kurumsal hayattan bıkmış olmamla ilgili bir durum asla değil. Mesleğimi çok seviyorum, çalışanına değer veren gerçek kurumsal firmalarda çalışmaktan da mutluluk duyuyorum. Bir yandan da kabul edelim arkadaş, biz Türkler kadar egosu yüksek bir millet yok. 79 ülke milleti ile çalıştım, Amerikalı CEO’ların “Hello Guys” şeklinde e-postalar attığını gördüm. Teknolojinin nasıl insanları birleştirdiğini gördüm. A buarada çok iyi Türk müdürler de gördüm. Mesela bir önceki işyerimdeki müdürüm, çok kısa birlikte çalışmış olsak bile, bana hayatımda idol olabilecek kişidir. Bazı şeylerin zamanla da ilgisi olmadığını gördüm… Neyse, gördüğünüz üzere kafası karışık fırında tavuk tarifim gibiyim…

Herşeyi bir kenara koyalım, sen hiç üzerine alınma olur mu? Ben ne içimdeki Küçük Martha’dan ne de senden vazgeçmedim!

Sevgiler
Küçük Martha

 
 


You Might Also Like

No Comments

Leave a Reply