Browsing Tag

babymoon

SEYAHAT

TÜRKİYE’DE “BABYMOON” SEYAHATİ YAPILACAK MEKAN ÖNERİLERİ

Yalan yok! Hamile olduğumu ilk öğrendiğim andan itibaren hayal kurmaya başladım. Bu hayallerden biri de “babymoon” seyahati idi 🙂 E konu seyahat olunca buna bahane üretmek benim işim 🙂 Şaka bir yana, hamilelik süreci ilerledikçe, neden çiftlerin (özellikle kadınların) bu seyahate ihtiyacı oluyor daha iyi anladım.

Peki nedir bu Babymoon Seyahati? Babymoon aslında Amerika’da doğan bir seyahat türü. Kısaca “baby” ve “honeymoon” (balayı) kelimelerinin birleşiminden oluşuyor. Tam olarak hamileliğin balayı da diyebiliriz. Kadınların hamilelik sürecinin 2. trimesterı yani 4., 5. ve 6. aylarında gerçekleştirilen, çiftlerin baş başa romantik bir tatil yapması için oluşturulan bir fikir aslında. Bazıları bunun bir pazarlama fikri olduğunu söylese de, hem kendimden bildiğim hem de kızkardeşiminkine şahit olduğum için söyleyebilirim ki, gerçekten çok güzel bir deneyim ve hem anneye hem de çift olarak kadın ve erkeğe çok iyi gelen bir seyahat oluyor.

Zorlu geçen ilk 3 ayın ardından, tam 13. haftamı doldurmuşken, bir sabah uyandım ve sanki bir sihirli değnek değmişçesine bulantılarım bitmişti. O anda hamileliğin balayı dedikleri bu döneme girdiğimi anladım. Artık enerjim yükselecek, vücudum mutluluk hormonu salgılayacak ve hatta saçlarım parıl parıl parlayacaktı! Evet, asıl şimdi bir tatile hazırdım!

Belki oralarda bir yerlerde bu tarz bir tatile ihtiyacı olan ama nereye gideceğini bilmeyen çiftler vardır. O nedenle ben de size deneyimlediğim yerleri tavsiye olarak yazmak istedim.

1.HILLSIDE BEACH CLUB – FETHİYE (MAYIS-EKİM)

Ekim ayının ilk hafta sonu, İstanbul gri ve soğukken, biz Dalaman’da pırıl pırıl güneşli ve 30 derece bir havaya merhaba dedik.Uçaktan indiğimiz anda modumuz değişti. Daha önce Ekim ayında hiç güneye inmemiştim, ne büyük hata olmuş. Normalde kışın yaz tatili yapma fikrini çok severim aslında. Ama hep yurtdışına odaklanmıştım bunca zaman. Halbuki Ekim ayında bizim güney sahillerimiz de muhteşem oluyormuş.

Denizin rengine mi vurulsam, o koyun manzarasına mı… Odalarının hepsinin manzarasının olması gerçekten harika.O kadar güzel inşa edilmiş ki binalar ağaçların arasında gizli adeta. Odaların genişliği ve konforu mükemmeldi. Balkondaki koltukta oturup manzaraya dalmak ise ömürlük!

Hillside Beach Club’ın 3 ayrı plajı var. Biri ana plaj, diğeri Silence beach denilen ve telefonla dahi konuşmanın yasak olduğu (çocukların da giremediği) plaj, bir diğeri ise Serenity ismindeki yine sadece yetişkinlere açık olan plaj. 3 plaj da harika! Hamiş gözüyle hepsini deneyimledim 🙂 Serenity favorim! Düşünsene bir sonraki sene kucağımda Ada olduğu için zaten o plaja giremeyeceğim 🙂 O nedenle hamileliğinizin bu nimetlerini kullanın 🙂

Hillside’ın en güzel yanlarından biri tam pansiyon konaklama sağlıyor olması. Yania slında olayı bu! Size kolaylık sağlamak adına her şey düşünülmüş. Yemekler inanılmaz güzeldi. Açık büfe restoran hayatımda gördüğüm en iyi açık büfelerden biriydi (ki ben hiç sevmem). Hazır iştahınız açılmış, güzel güzel yiyebildiğiniz bir ödnemdesiniz, alın size lezzetli ve sağlıklı yemekler sunan bir yer! Ana restoran dışında 2 ayrı restoran daha var, biri Beach Bar restoran diğeri ise deniz mahsülleri ağırlıklı mönüye sahip olan Pasha Restoran. Bunlar da tam pansiyon konaklama içerisine dahil ancak rezervasyon şart.

Biz bu seneki deneyimimizden sonra hemen bir sonraki sene için Ada ile de gideriz düşüncesiyle ön kayıt yaptırdık. Hillside’da yer bulmak her yıl biraz zor oluyor. Ancak en yoğun dönemlerinin Temmuz-Ağustos yani aslında okulların tam tatil olduğu dönem olduğunu unutmayın. Mayıs-Haziran ve Eylül-Ekim mis gibi olacaktır…

Yaşadığımız 2-3 günlük kaçamak bile bana 1 haftalık tatil hissi vermişti. İyi ki gittik! Kesinlikle tavsiye ederiz!

2. BOZBURUN YAT KULÜBÜ (HAZİRAN – EYLÜL)

Bu yaz kız kardeşim 4,5 aylıkken bizim yanımıza tatile Bozburun Yat Kulübü’ne gelmişti. Onun nasıl bir tatil geçirdiğini gözlemlediğim için gönül rahatlığıyla buraya da yazabilirim diye düşündüm. Her şeyin başında, hiç bir yere koşturma telaşının olmaması, her şeyin elinin altında olması ve denize sıfır olmak ona çok iyi gelmişti. Yemeklerin lezzetinden ve doğallığından, Zaynep Anne’nin sohbetinden, canım Tanem’in ilgisinden yanında eşi olmasa dahi adeta bir babymoon yaşamıştı. Eğer ben de aynı dönemde hamile olsaydım, kesinlikle gideceğim yerlerden biri olurdu Bozburun Yat Kulübü.

3. CASA LAVANDA BUTİK OTEL – ŞİLE (TÜM YIL)

Hem baharını hem kışını gördüğüm bu otele, yılbaşı öncesi hamileliğimin 25. haftasını bitirmek üzereyken gitme şansımız oldu. Casa Lavanda’yı her daim çok sevmişimdir. Yazın giderseniz havuz imkanı da var üstelik. İstanbul’a yakın olması ve yeni yapılan yol sayesinde de artık yolun 45 dakikaya düşmesi ciddi bir avantaj. Üstelik bu kadar yakın olup uzaklaşma hissini de vermesi çok güzel.

Kışın ise çıtır çıtır yanan şöminesinin karşısında huzurla kitabınızı okuyabilirsiniz. Yemekleri zaten muhteşem. Şef Emre Şen’in elinden çıkan mönü gerçekten çok başarılı. Odaları samimi ve konforlu. Üstelik SPA’sında hamile masajı da yapılıyor! Daha ne olsun 🙂

4. IDA BLUE HOTEL – ADATEPE KÖYÜ, ÇANAKKALE (TÜM YIL)

Geçen yıl Mart ayında gittiğimiz Ida Blue Hotel’i ne akdar beğenmiştim hatırlayanlar bilir. O zaman elbette hamile değildim, ama hamile olsaydım da çok güzel geçerdi yine. Bir kere Adatepe Köyü’nün kendisi zaten çok güzel. O sokaklarda yürümek bile size iyi gelecektir. Otelin yemekleri mükemmel! Bir hamiş için en önemli noktalardan biri 🙂 Etrafta görülecek ve gezilecek yerler de var. Olur da yazın giderseniz biraz yazlıkçı kalabalığına denk gelebilirsiniz ancak denize girme imkanı olacağı için güzel bir alternatif olacaktır. Ben yine de bahar aylarını tercih ederdim muhtemelen. Hele ki Nisan – Mayıs aylarında eminim muhteşem olur!

5. KAPADOKYA (EKİM-MAYIS)

Spesifik olarak bir otel belirtmek istemedim çünkü böyle bir deneyimim olmadı. Ancak eğer vakit bulsaydık hamileyken özellikla kar zamanı Kapadokya’ya gidecektik. Bu da seyahat alternatiflerimizden biriydi. Biz gitseydik eğer aklımda daha önce Baransel’in deneyimleyip çok beğendiği Argos‘da kalmak vardı. Belki size bir ilham olur diye onu yazmak istedim.

Neden Kapadokya? Çünkü her zaman çok büyülü… Ulaşımı kolay… Güzel yemek, çıtır çıtır yanan şömine, masalsı doğa yürüyüşleri, belki de sadece kitap okumalık… Her zaman iyi gelmiştir. Ben daha önce bir sonbaharda bir de kışın gitmiştim. Yazın çok sıcak olduğu için hamileyken gitmenizi tavsiye etmem. Ama Ekim-Mayıs ayları arasında ne zaman giderseniz gidin harika bir kaçamak olacağına eminim.

6. DİĞER ALTERNATİFLER

Listede gözünüz Bozcaada‘yı aramış olabilir ama onu bilerek yazmadım. Çünkü ilk trimesterda kanama geçirip adada hastane olmaması nedeniyle çaresiz kaldığım anlar aklıma geldi ve vazgeçtim yazmaktan. Hamilelik bu, ne zaman ne olacağı belli olmaz, o nedenle riske atmaya gerek yok.

Diğer bir alternatif Lüleburgaz’da yer alan Bakucha Vineyard & SPA Hotel olabilir. Ben henüz deneyimlemedim, ama çok güvendiğim ve sevdiğim bir arkadaşım çok sık gider ve bana hep tavsiye etmiştir. SPA’sının olması ve havuzunun olması büyük avantaj! Tüm yıl gidilebilir!

Alaçatı ve Çeşme‘yi sanırım sezon dışında ve özellikle ilkbaharda seviyorum. Eğer hamileliğinizin 2. trimesterı bahar aylarına denk geliyorsa o taraflar da güzel olabilir.

Bodrum‘u da sezon dışı daha çok sevenlerden olabilirim. Yine planlayıp da hamileliğimde vakit bulamadığımız için gidemediğimiz bir yer Bodrum. Özellikle kış güneşi zamanı ve bahar ya da sonbahar döneminde mükemmel bir kaçamak olur. Boşverin bu seferlik rakınızı içmeyiverin; taze balık yer, güneşlenir, deniz havası alır gelirsiniz, fena mı?

Daha önce defalarca denemiş olduğumuz Göcek‘de tekne kiralayıp koy koy gezme opsiyonunu da unutmayalım! Bir hamişin denize bu kadar yakın olması onu çok mutlu edecektir 🙂

Benim listem bu şekilde, eğer sizin de önerileriniz olursa lütfen yorum olarak bırakın ki diğer çiftlere de fikir olsun 🙂

Sevgiler

Özüm

 

 

 

 

 

 

HAMİLELİK

BİZ HAMİLEYİZ; YE, SEV, ŞÜKRET! (2. TRİMESTER)

Kız kardeşim ile aramızda tam olarak 12 hafta var ve o benden önde olduğu için, bir sonraki trimesterda beni neler bekliyor aşağı yukarı biliyordum. İlk trimesterda yaşadığım o bulantılı dönemlerde “Asla bitmeyecekmiş gibi geliyor!” dediğimde, “Bir sabah uyanacaksın ve bitmiş olacak, adeta sihirli bir değnek değiyor ve bir anda bambaşka oluyor her şey, geçecek merak etme!” derdi. Şuanda bu satırları okuyan ve zor bir ilk trimester yaşayan tüm hamilelere ben de buradan sesleniyorum; “Geçecek, merak etme!”

Gerçekten kardeşimin dediği gibi oldu. 13. haftamı bitirdiğimde bir sabah uyandım ve tüm o bulantılar geride kalmıştı. Koku hassasiyetim bir süre daha devam etti. Ama en azından artık yemek yiyebiliyordum. Modum bir anda yükselmişti. Gündüz uykularım nerdeyse bitmişti. Hatta 1-2 hafta içerisinde enerji patlaması yaşamaya başladım. 🙂 2. Trimester denilen hamileliğin balayı kısmı benim için başlamıştı diyebiliriz.

12. HAFTA RUTİN KONTROLÜ VE BAZI TESTLER

12. hafta kontrolümüzde hem cinsiyeti öğrendik (artık minik bir kız çocuğu bekliyorduk) hem de doktorum bana “ikili tarama testi” denilen bir testten bahsetti. Genellikle hamileliğin 11.-14. haftaları arasında rutin kontrollerinizde yapılan bu genetik tarama testini, bulunduğunuz hastanede yaptırabiliyorsunuz. Basitçe “ikili tarama testi”,  anneden alınan kan üzerinden Down Sendromu başta olmak üzere karşılaşılabilecek diğer bazı hastalıklar hakkında ön bilgi veren bir test. Ultrason kontrollerinizde bir sıkıntı olmasa bile rutin olarak bu test yapılıyor diyebiliriz. Doktorum bana, ikili testin haricinde, son bir kaç yıldır yaygınlaşan, daha kapsamlı bir tarama yapan “Genetik Tarama Testleri (Fetal DNA Testi)” nden bahsetti. Eğer Genetik Tarama Testi’ni yaptırırsan ikili testi yapmamıza gerek olmayacağını belirtti. Aradaki en büyük fark ise, ikili testler sadece bir kaç belli başlı sendrom üzerinden tarama yapabiliyorken, genetik tarama testlerinin yaklaşık 80 çeşit sendrom üzerinden tarama yapabiliyor olması. İkili testler Türkiye’de yapılıyor ve sonuçlanıyorken, Genetik Testler yurtdışında farklı farklı ülkelerde değerlendiriliyor. Diğer bir yandan da ikili tarama testleri özel sağlık sigortası tarafından karşılanıyorken, bu Genetik Tarama Testleri  (bir bulgu üzerine özel olarak doktorunuz talep etmedikçe) özel sağlık sigortası tarafından karşılanmıyor. O anda olayın ne derece önemli olduğunu kavrayamadığımız, doktorum da herhangi bir tehlike/risk görmediği ve aynı zamanda Genetik Tarama testi’ni 21. haftaya kadar yaptırabileceğimi söylediği için biz sadece ikili testi yaptırdık ve çıktık.

İLK BABYMOON SEYAHATİ – FETHİYE HILLSIDE BEACH CLUB

Kanamalarım durmuş, mide bulantılarım gitmiş, enerjim tavan, ultrasonum gayet iyi, bize göre her şey yolundaydı kısacası 🙂 O nedenle kutlamaya değer bir dönemdi ve biz de ilk babymoon seyahatimiz olarak ben tam 13. haftadayken, Ekim ayının ilk haftası, Fethiye Hillside Beach Club’a bir kaçamak yaptık. İstanbul’da gri bir havadan ayrılıp inanılmaz güneşli ve masmavi bir Fethiye’ye vardık. Türkiye’de babymoon yapılacak mekanlar konusunda ayrıca bir yazı yazacağım için burada detaylıca seyahatimizden bahsetmeyeceğim. Ama tek kelime ile mükemmeldi ve herkese sonuna kadar tavsiye ederim. Bize de muhteşem geldi. Özellikle iştahım açılmışken güzelce yemek yiyebilmek ve denizle, güneşle yeniden buluşmak harika gelmişti. Yazı Bozcaada’da tatsız kapamıştık hatırlarsanız. O nedenle esas yaz kapanışı bizim için bu tatil oldu.

TEST SONUÇLARI VE KAFAMDA DELİ SORULAR

Tatilden döndükten sonra ikili test sonuçlarım geldi ve her şey yolundaydı. Bir yandan mutlu mutlu hamileliğime devam ediyordum,  yavaş yavaş hayaller kurarak minik minik alışverişler yapıyordum. O sırada da son birkaç yılda hamilelik sürecinden geçmiş tüm kız arkadaşlarıma şu Genetik Tarama Testi konusunu soruyordum. Çünkü içim bir türlü rahat değildi. Bir şeyi eksik yapıyormuşum gibi hissediyordum. 12. hafta kontrolümden sonra bir sonraki kontrolüm tam 6 hafta sonra yani 18. haftamdaydı. Tüm bu süreçte ise aslında kafamda konuyu netleştirmiştim ve bu testi yaptıracaktım. Etrafımdaki tüm arkadaşlarım da yaptırmıştı. “Artık kimse ikili test yaptırmıyor herkes sadece genetik tarama testi yaptırıyor.” diyorlardı. İçimdeki kurt beni o 6 hafta kemirdi durdu. Kesin kararlıydım yaptıracaktım.

EN ÇOK AŞERDİĞİM ŞEY

Bu sırada iştahım yerine gelmeye başlamıştı ama 40 yıl düşünsem aklıma gelmeyecek şeyleri canım çekiyordu. En ama en çok aşerdiğim şey Popcorn oldu 🙂 Şaka gibi değil mi? Hani sinema gişesine gidip popcorn alıp çıkmışlığım bile var, o derece! Kokusu beni benden alıyordu. Bir süre sonra evde de yapmaya başladık ve bir kaç akşam üst üste yiyince canım Baransel’in yüzü hemen fosurdadı. Ay ben domuz gibiydim 🙂 Kısa bir süre sonra bu çılgınlığı kestik tabi 🙂

LONDRA’YA ZİYARET (ADA’NIN İLK YURTDIŞI YOLCULUĞU)

17. haftaya geldiğimizde kız kardeşimi ziyarete Londra’ya gittik. Çünkü bu onu doğumdam önce son görüşüm olacaktı. O nedenle 29 Ekim tatilini de bahane edip atladık Londra’ya gittik. O zamanlar siz daha hamile olduğumu bilmiyorsunuz 🙂 Ama artık her şey yolunda ya, güzel bir fotoğrafla sizinle bu mutluluğumuzu paylaşırız diye yanımıza Ada’nın son ultrason resmini de aldık. Nitekim Londra’da çektiğimiz bu tatlı fotoğrafla hamile olduğumuzu 18. haftada sizinle paylaştık. Yeniden herkese çok ama çok teşekkür ederiz güzel dilekleri için 🙂

SOSYAL MEDYA ÇILGINLIĞI ve ARKADAŞ TEMİZLİĞİ

Hamile olduğumu açıkladığım andan itibaren doğal olarak o heyecan ve mutlulukla hatta dünyaya haykırma hissiyatı ile hamileliğimle ilgili paylaşımlar yapmaya da başladım. Çünkü bu hayatımın bir parçası hatta o sırada hayatımın hem fiziki hem mental tam olarak ta kendisiydi. Yediğim yemekten, gittiğim mekana kadar bir şekilde bununla ilişkileniyordu, ilişkilenmek zorundaydı. Bu durumun doğası buydu. Daha ilk haftada bir grup takipçim bana “Seni hamilelik paylaşımları yaptığın için takip etmiyorum, seyahat için ediyorum artık gezemezsin de.” şeklinde mesajlar atıp profilimi terk etti 🙂 Bir kaç mesajdan sonra sinirlendim ve şunu düşündüm; insanları biz bu hale getirdik. Bloggerlık denilen şey kişisel bir günlük iken, şuanda herkes Google görevi görüyor.Takipçi dediğin kişiler de sana bir hizmet veren kurummuşsun gibi davranıyor. Çünkü her detayı yazarak, her şeyi paylaşarak, insanların hayatını, planlarını, seyahatlerini kolaylaştırarak onları biz bu hale getirdik. Onlar da küstahça sana bu mesajı atabiliyorlar. Dünyanın en güzel duygularından birini yaşarken, seni tebrik etmek yerine, ağznı yaya yaya sana hesap sormaya çalışıyorlar. Neyse ki bir kaç sert tepkimden sonra bu mesajlar kesildi. Geriye kalan sağlar bizimdir şeklinde devam ediyoruz 🙂 Bu arada benzer tepkiyi bir kaç yakın arkadaşımdan da gördüm. Çok paylaşıyorsun diyorlardı… Ben dönüp dönüp bakıyordum ama çok paylaştığımı düşünmüyordum. Ayrıca paylaşıyorsam da sanane? Sen arkadaşım olarak benim o kınadığın anne-bebek bloggerlarından olmamdan korkarken, henüz yeni takip etmeye başladığım bir kaç yeni doğum yapmış anne-bebek blogerını benden önce takip edip tüm bebek fotoğraflarını beğeniyormuşsun meğer?

İnsanlar çok garip… Annem hep derdi, bir düğünde bir de doğumda insan hayatını bir elekten geçirir, geriye kalanlarla ömürlük olur. Sanırım biz daha doğuma gelmeden bu elemeleri yaşadık 🙂 Çünkü herkes kötü gününde yanında olabilir ama iyi gününde senin kadar sevinip içtenlikle mutlu olacak insan bulmak zor. Bulursanız bırakmayın onlar çok kıymetli 🙂

HAMİLE YOGASI VE YÜRÜYÜŞLER

Londra’dan dönünce hayatıma bu süreçte kattığım en iyi şeylerden biri olan Yoga’ya başladım. Önce internette biraz araştırma yaptım ve Yoga Şala’da hamile yogası dersleri olduğunu gördüm. Hemen aradım ancak bir sonraki dersin son ders olduğunu ve artık hamile yogası sınıfı olmayacağını söylediler. Yıkılmıştım… Ama yine de 1 ders 1 derstir diyerek ertesi gün o derse katıldım. İyi ki de katılmışım! Çünkü o gün yumuşacık sesiyle sonrasında hayatımızda çok özel bir yere sahip olacak Pınar’la (Pınar Ulukaya) tanıştım. Dersten o kadar etkilendim ki, çıkışta hemen yanına gidip özel ders verip veremeyeceğini sordum. Bir şekilde enerjimiz tuttu ve o da kabul etti.

Londra dönüşü de hemen ilk derse başlamış olduk. Yani 4. ayımda spora yeniden başlamış oldum. Bu sürece kadar da sık sık yürüyüş yaptım. Yürüyüşü 12. hafta itibariyle neredeyse her gün yapmaya çalıştım. Çok da faydasını gördüm, o nedenle mutlaka herkese yürüyüşü tavsiye ederim. Bir kitapta okumuştum, “Hava ne kadar soğuk olursa olsun her gün açık havada yapacağınız yarım saatlik bir yürüyüş bebeğinize ve size inanılmaz iyi gelecek” yazıyordu. Çok doğru… Ne zaman açık havada yürüyüş yapsam hep çok iyi hissettim.

18. HAFTA KONTROLÜ – DETAYLI ULTRASON VE GENETİK TARAMA TESTİ

O 6 hafta bize ızdırap gibi geldi. Çünkü ultrasonda bir kere o miniği görmeye alıştığında resmen özlemeye başlıyorsun. Baransel’le bildiğiniz gün saydık. O gün geldiğinde de koşa koşa hastaneye gittik. 18. Hafta kontrolümde detaylı ultrason taramasına girdim ve doktorum bebeğin gelişiminin 1 hafta geriden geldiğini ve kafa tası ölçüsünün de olması gerekenden bir 10 gün kadar geriden geldiğini, bunun şuanda normal sınırlar içerisinde olduğunu, minyon bir bebek olduğunu ancak herhangi bir sıkıntı gözlemlemediğini söyledi. Zaten ikili test sonucum da temizdi. O nedenle mutlu mesut hayatımıza devam edebilirdik.

O gün doktora bu Genetik Tarama Testi’ni yaptırmak istediğimi söyledim. O da istiyorsan yaptırabilirsin tabi dedi. Bu konuda arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla bir kaç tane farklı laboratuvar var ve her biri kanınızı farklı bir ülkeye gönderip inceletiyor. Bunlardan en meşhurlarından biri olan Nifty tarama testi hem 80’e yakın sendromu inceliyor hem de fiyat açısından gittiğim hastane ile anlaşması olduğu için nispeten daha uygundu (2.500TL civarı). Tek kötü yanı 3 hafta gibi uzun bir sürede sonuçların elinize geçiyor olması. Çünkü inceleme için Hong Kong’a gidiyormuş. (Bu detayı yaptırırken bilmiyordum, biz Türkiye’de yapılıyor sanıyorduk.)  Hastanede kanımı verdim ve 3 hafta sonra çıkacak (ve nasıl olsa temiz olacak!) sonuçları beklemek üzere hayatımıza geri döndük.

21. HAFTA – GENETİK TARAMA TESTİ SONUCU VE SONRASINDAKİ KAYBOLMUŞLUK

Sabah kalktığımda ertesi gün Seyşeller’e uçağımız olduğu için bavul hazırlıklarına başlamıştım. Bu sırada tam olarak 21 haftalık hamileydim. O anı hiç unutmuyorum. Telefonuma önce mail olarak düşen “laboratuvar sonuçlarınız çıktı” mesajını gördüm. Telefonumdan açmayı denedim ama hata verip durdu. Oflayarak yatağa oturdum ve bilgisayarımı açtım. O sırada sonucu daha görmeden Baransel’e de atmıştım zaten maili… Bir şekilde bilgisayardan girdiğimde sonuçlar şak diye karşıma çıktı. “Trisomy 20 Yüksek Risk – Genetik uzamanına danışın” Trisomy 20… Trisomy 20 de ne?! Hemen googleladım, Türkçe neredeyse hiç bir kaynağa ulaşamadım. İngilizce metinleri okurken bir anda hıçkırarak ağlamaya başladım. O sırada Baransel beni aradı. O da görmüş ve anlam veremiş ne olduğuna. Ben ağlamaktan konuşamıyordum… O gün zaten normalde seyahat öncesi doktor kontrolüm vardı. Ama kontrol saatini beklememize gerek var mıydı? Ölüyordum… Biraz sakinledikten sonra doktorumu aradım. Sonuçlar onun da ekranına düştüğü için zaten hemen anladı ve sanki o da telefonumu bekliyormuşçasına “Özümcüm Merhaba” diyen naif sesiyle telefonu açtı. Telefonda kısaca bu tarama testlerinin pozitif yanlışık verme ihtimalinin çok yüksek olduğunu, o nedenle panik yapmamam gerektiğini ama her şekilde %100 emin olmak için amniyosentez yapılması gerektiğini ve hemen hastaneye gelmemi söyledi. O sırada Baransel koşarak beni evden almaya geliyordu. Onu beklerken çılgınlar gibi raporu onaylayan ve altına imza atan Türk Genetik Uzmanı’na ulaşmaya çalışıyordum. Bu sırada hangi doktorlar ya da laboratuvar görevlisiyle konuştuysam bana “Trisomy 20 mi? Emin misin?” diyorlardı. Neticede benim raporumun son onayını atan ilgili Genetik Uzmanına (Ankara’da) ulaştım. Ben sürekli ağladığım için karşımdaki kadın uzman da çok üzüldü. Ama bana ısrarla “Ben senin 21 haftalık hamile olduğunu bilmiyordum, Trisomy 20 olsaydı bebek bu kadar uzun yaşayamazdı, ilk 3 ayda giderdi, bu testte pozitif yanlışlık var bence!” dedi. “Pozitif yanlışlıktan kastınız ne?” dediğimde ise “Mesela materyal bulaşmış olabilir” dedi. İçime su mu serpmeye çalışıyordu bilmiyorum, ama çok rahat konuştu benimle telefonda. Azıcık sakinledim ama asla tatmin olmuyordum. O sırada Ankara’daki laboratuvardan beni başka bir genetik uzmanı doktor aradı. Trisomy 20 denilen sendromun milyonda 1 görüleceğini, Türkiye’de kayıtlı bir örneğinin bulunmadığını ve gerçekten olsaydı ilk 3 ayda bebeği çoktan kaybetmiş olacağımı söyledi. Adamcağız da çok üzülmüştü belliki halime… Beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Ona dedim ki “Ben tatmin olmuyorum, benim kanıta ihtiyacım var, ben bu testi yeniden yaptırmak istiyorum ama en kısa sürede nasıl elde edebilirim sonucunu?” O da bana ” Amerika’ya giden bir test var ismi Verifi, bugün gelip evden kanını alırlar, en geç 1 haftaya çıkar sonucu.” dedi. Tamam dedim. 1 Hafta hala o sırada katlanabileceğim bir zaman gibi geliyordu. Bir yandan da amniyosentezden korkuyordum. Kafam allak bullak olmuştu. Baransel’e ulaşamadım… O anda hızlıca kendim Anne olarak karar verdim ve bu testi yaptırmak istiyorum dedim. Eve gelen bir hemşire hemen kanımı aldı ve acil kargo ile Amerika’ya kanım gönderildi.Verifi laboratuvarında benimle ilgilenen genetik uzmanı da beni rahatlatıcı şekilde konuştu ve testi özel olarak takip edeceğini belirtti. Buarada Verifi denen test piyasanın en pahalılarından biri. Sürati ve fiyatı doğru orantılı diyebiliriz (3.500TL) , ama o sırada para falan gözüm görmedi, sorgulamadım bile…

Hastaneye gittik ve hemen bizi içeri aldılar. Doktorum da benim kadar şaşkındı ama tabi ki soğukkanlıydı. O elindeki verilere göre bebeğin sağlıklı olduğuna inanıyordu ama her şekilde mutlaka amniyosentez yapmamız gerek diyordu. Çünkü bu tarama testlerinin hiçbiri tıbben tanı yerine geçmiyordu. Onlar sadece birer ön veriydi. Esas tanıyı koyan amniyosentezdi. O bana bunları anlatırken aslında iş işten geçmişti çünkü ben kendi kararımla başka bir test daha çoktan yaptırmıştım. Bunu doktoruma söylediğimde o da biraz 2. bir testi gereksiz hatta boşuna masraf olarak gördü. Çünkü ona göre (ki çok haklıydı) sonuç bu testte temiz çıkarsa içimiz rahat edecek miydi? Amniyosentez gibi kesin bir çözüm varken bu bize sadece 2. kez bekleme süreci ekleyecekti. Neticede doktorum benim biraz psikolojimi de anladı ve seyahati kesinlikle iptal etmememizi, madem yeni bir test yaptırdık ve sonucu seyahat dönüşüne kadar çıkmış olacak o halde onun da sonucu gelince amniyosentez yapabileceğimizi söyledi. Çünkü zaten o gün amniyosentez yaparsa ertesi gün uçağa binemeyecektim. Seyahati iptal etmeyi defalarca önerdik. Ama doktorum ısrarla bu seyahatin bize iyi geleceğini ve 1 haftanın çok büyük bir kayıp olmadığını söyledi. Peki dedik…

Doktorum o gün bu konunun genetik uzmanı tarafından ayrıca değerlendirilmesi gerektiğini, o nedenle çok güvendiği bir genetik uzmanı olan Prof. Dr. Yasemin Alanay‘la da seyahate çıkmadan mutlaka beni görüştüreceğini ve bu Trismoy 20 nedir onu bana anlatmasını rica edeceğini söyledi.

O gece eve gidip saatlerce ağladım. Bir yandan ütü yapıyordum… Bavul hazırlamaya çalışıyordum… O sırada sakinleşemediğim için doktoruma mesaj attım “Sakinleşmek için papatya çayı içebilir miyim?” Bunun üzerine doktorum hemen beni aradı. “Özümcüm senin sakinleşmeye ihtiyacın yok, bebeğin sağlıklı ama benim sadece tıbben bunu kanıtlamaya ihtiyacım var, tamam mı?” dedi yine tüm naifliği ile… O an bir kaç bardak papatya çayı içmiş kadar oldum. Doktorunuzun sizin psikolojinizden anlaması ve sizinle o şekilde konuşabilmesi kadar önemli ve güzel birşey yok. Yeniden iyi ki diyorum! Doğru ellere emanetiz…

Ertesi gün uçağımız akşam saatindeydi. Baransel ruhunu ve kalbini benimle bırakıp yarım gün işe gitti. Bense telefonun ucunda Yasemin Hanım arasın diye bekliyordum. Öğle saatiydi ve ben duşa girmiştim. Bir anda duşakabinin arkasından telefonun ışığının yanıp söndüğünü gördüm. Hemen suyu kapatıp dışarı fırladım ve telefonu açtım. Yasemin Hanım bana kısaca tüm kromozom bozukluklarının iki şekilde olabileceğini, bir tam bir de mozaik kromozom bozuklukları olduğunu, eğer Trsimoy 20’nin tam hali olsaydı o zaman gerçekten bebeğin bu kadar süre yaşayamayacağını ama mozaik bir yapı varsa bunun ultrasonla anlaşılmasının mümkün olmadığını ve amniyosentez hatta kordonsentez yaptırmam gerektiğini bana anlattı. Kısacası mozaik bir yapıdan şüpheleniyorlardı. Mozaik Trisomy 20… Hayatımıza giren terim gittikçe değişik bir hal alıyordu…

Tüm o endişelerle, korkularla, yıkılmışlıkla ve hiçlik arasında bir yerde, Baransel’le birbirimize sarılıp, bizi uzaklara götürecek o uçağa bindik.

SEYŞELLER SEYAHATİ – KAMERA ARKASI

Elimde o son ultrason fotoğrafı, İstanbul’dan Doha’ya kadar ara ara göz yaşı döküp ara ara “Bebeğim sağlıklı ve benimle güvende” diye içimden geçirdim. İçime sanki biri bir ateş topu attı ve gitti. Ne yapsam sönmüyordu. Uzaklaşmak ve güneşi görmek iyi gelmişti yalan değil. Ama her saniye aklımızdaydı… Sadece günü geçirmeye ve zamanın hızlı akmasını sağlamaya çalışıyorduk… Gördüğünüz karelerin kamera arkasında içi yanan bir çift vardı aslında… Önümde dünyanın en güzel plajlarından biri, adeta cennetteyim, ama o koca okyanus bile içimdeki yangını söndüremiyordu. Sanırım daha bebeğimi kucağıma almadan “anne” olmuştum.

İKİNCİ TESTİN SONUCU; HAYALKIRIKLIĞI

Seyşeller’den döndüğümüz günün ertesi sabahı, gitmeden yaptırmış olduğumuz ve Amerika’ya gönderilen o tarama testinin sonucu geldi. Sonuç tam olarak ilk testle aynıydı; Trisomy 20 – Yüksek Risk! İşte esas en dipten yıkılışı o zaman yaşadık. Azıcık bile olsa o testin farklı çıkması bizim için bir rahatlama yaratacaktı. Ona inanıyorduk, ona tutunuyorduk. Ama aynısı… Nasıl olabilirdi?

22. HAFTA – “ANNE BEN İYİYİM” SİNYALLERİ &

AMNİYOSENTEZ ve KORDONSENTEZ İŞLEMLERİ

Doktorum amniyosentez yaptırmak istiyorsam o gün hastaneye gelebileceğimi söyledi. Artık 1 gün daha birşey için beklemek istemiyordum. 22 haftalık hamileydim ve en kötü senaryoyu düşündükçe kafayı yememek için kendimi zor tutuyordum. Hastaneye gittik… Randevusuz, apar topar gittiğimiz için bizden önceki hastanın çıkmasını bekliyorduk. Durmadan ağlıyordum…

Bekleme alanındayken birara Baransel sigaraya çıktı, bense tek başıma oturup öylece bir noktaya kitlenmiş bakıyordum. Önüme taş çatlasa 1-1,5 yaşlarında yeni yürümeye başlamış bir kız çocuğu geldi. Dikti gözlerini bana baktı… Babası yanındaydı ve “hadi kızım gidelim” dedikçe o daha da bir dikkatle bana bakıyordu… İçimde kopan yangını bir kenara koyup ona gülümsedim…Çok garip bir an yaşadık… Ya da aşırı duygusallıktan bana öyle geldi bilemiyorum. Ama garipti… Aklımdan Ada’nın o yaşlarını görebilecek miyim acaba diye geçirdim…  O sırada bizi içeri aldılar. Doktorum ikici testin de aynı sonuçta çıkmasının ardından konuyu daha da ciddiye almıştı. Yasemin Hanım’la da görüşüp hem amniyosentez hem de kordonsentez yapılmasına karar vermişti. İkisini aynı seferde yapmak daha iyi olacağı için bebeğin pozisyonu çok önemliydi.

O gün günlerden Perşembe idi… Hiç unutmuyorum… Ada tam 1 haftadır içimde sanki parti veriyordu. Bundan önce hareketlerini hiç hissetmediğim bebeğim, bir anda adeta benimle konuşuyordu. Onu yok saymak imkansızdı… Nitekim o gün de kordonuna yapıştığı ve bir milim bile ayrılmadığı için işlemleri yapamadık. Yemek yedim, yürüyüş yaptım, merdiven inip çıktım… Bana mısın demedi… Doktorum da “bugün bu iş olmayacak sen bana yarın sabah gel yeniden” dedi.

O gece eve gittiğimde üzerime bir sakinlik çöktü. Belki yorgunluktandı bilmiyorum. Ama Baransel’le bir güç bulup konuyla ilgili İngilizce makaleler okuduk. Bazı makalelerde bebeğin kafatası ölçüsünün normalden küçük olmasının bu sendromla ilişkisi olabileciğini söylüyordu. Ne yazık ki çok nadir görülen bir sendrom olduğu için böyle doğan çocuklarda şunlar şunlar olur diye kesin birşey asla yazmıyordu. Ama ortak özellik, mozaik yapılı sendromların hepsinde kısaca zeka geriliği olması.

Ertesi sabah kalktığımda çok sakindim. Tek istediğim biran önce işlemlerin bitmesiydi. Korkmuyordum. Baransel hazırlanırken ben yatakta Ada ile sakince konuştum;“Bugün senin iyiliğin için doktorumuz bir işlem yapacak. Sakın korkma ben ve baban yanındayız Ada kız! Sen çok güçlü bir kızsın, buna dayanacağını biliyorum, ama olur da seni yerinde rahatsız edersek, bir şekilde canını acıtırsak şimdiden çok özür dilerim bebeğim.” Ada bana çok güçlü şekilde tekmelerle cevap verdi. “Ben buradayım anne rahat ol, korkma diyordu.” adeta. Derin bir nefes aldım… Gerçekten çok daha rahattım ve işlemlere hazırdım.

Kafamdaki plan işlemleri izlememek ve sadece Baransel’in elini tutmaktı. Toparlanıp hastaneye gittik. Doktorum da beni daha iyi gördüğünü söyledi. Nedense o gün o işlemlerin sorunsuzca biteceğinden emindim. Doktorum ultrasonla iyice baktıktan sonra, Ada’nın pozisyonunun iki işlemi de aynı anda yapmak için mükemmel olduğunu söyledi.

-“Hazırsan başlıyorum?”

-“Ben bakmayacağım, sadece Baransel’in elini tutup ona bakacağım.”

Toplamda 3-4 dakika kadar süren işlemler sırasında bir an bile Baransel’in elini bırakmadım. Canım çok acıdı yalan değil… Ama gözümden yaş aksa da sesimi çıkarmadım. İşlemler bittiğinde Baransel “Afferin sana Özü, seninle gurur duyuyorum.” dedi. Ben de Ada ile gurur duyuyordum. Hemen kalp atışını dinledik… Sorun yoktu… Atlatmıştık çok şükür. Bu testlerin sonuçları ise tam 2 hafta sonra gelecekti.

Doktorumla o gün, topladığım tüm gücümle en kötü senaryoyu konuştum. Aklımdaki tüm soruları ağlamadan, bilimsel bir konuda bilgi alıyormuşçasına sordum. Doktorum anne olduğum için benim konuya daha farklı baktığımı ve duygusal bağımı onların hiçbirinin anlayamayacağını söyledi ve “Ancak dünyaya yüzde yüz sağlıklı bir çocuk getirmek istemez misiniz?” diye de ilk defa ekledi. O an bu işin %50’den daha fazla bir ihtimal olduğunu düşündüm.

2 HAFTALIK ZOR BEKLEYİŞ

Olaylar artık daha gerçek ve ciddi olduğu için kendimi bildim bileli yaptığım şeyi yapmaya başladım. Savunma mekanizması olarak “yok saymak”. Hayatımın en zorlu sınavındaydım… Eve gittiğimizde daha sakindim. O gün sanki bana ben buradayım sinyali veren Ada’yla onca zamandır kurduğumuz bağı güçlendirmemek için kendimi tutmaya çalışıyordum. Önce odasına girmemeye başladım… Sonrasında ise bebek mağazalarının önünden dahi geçmemeye… Her şey ama her şey canımı çok acıtıyordu.

  • BAŞ BAŞA YAŞANILAN ÇARESİZLİĞİN GÜÇLENDİRDİĞİ AŞK

Bu sırada bu yaşadıklarımızı ailelere söylemedik. Tüm bu süreci Baransel’le başbaşa atlatma kararı aldık. Elimizde kesin sonuç olmadan söylemeyecektik. Çünkü kardeşim doğurmak üzereydi, annemler de o nedenle hassas bir dönemdeydi, herkesin ayrı bir derdi vardı ve zaten bu süreçte beklemekten başka yapılabilecek hiçbirşey yoktu. Ben her gün kardeşime gülücükler saçarak videolu görüşmeler yaptım. Annemlere hayat normalmiş gibi davrandım. Zordu… Ama yaptım. Baransel ise tüm gücüyle, tüm kalbiyle benimleydi. Bazen öğlen aralarında bile sırf benimle yürüyüş yapmak için, elimi tutmak için yanıma geldi. Bir an var yaşadığımız hiç unutamadığım… Hava o kadar soğuktu ki, kar yağdı yağacak neredeyse… Evde duramadığım için yine kendimi atmışım buz gibi havada dışarı. Baransel de yanıma geldi. Yürüyüş parkurundayız.. Etrafımız ağaçlarla çevrili ve bizden başka hiç kimse yok. Önümüzdeki uzun yol boyunca el ele tutuşup yürüyoruz. Baransel “Üşümüyor musun Özücüm?” diyor. “Hiçbirşey hissetmiyorum, hatta iyi geliyor sanırım.” diyorum. Sonra devam ediyorum; “Bazen bebeğimi benden alıyorlarmış hissine kapılıyorum.” diyorum. Baransel “O bebeği sen isteyene kadar kimse senden alamayacak sana söz veriyorum, ne olursa olsun bu önce senin kararın olacak, kimsenin bunu yapmasına izin vermem.” diyor. Nedense rahatlıyorum… O an aslında ikimizin de bu bebeği gerçekten ne kadar çok istediğini ve ne kadar çok sevdiğini bir kez daha anlıyorum.Elini sımsıkı tututup, akan iki damla yaşımı omzuna silip yürümeye devam ediyorum…

  • BU SABAHLARIN BİR ANLAMI OLMALI

Bir sabah ben uyurken erkenden evden çıkmak zorunda kalan Baransel, balkonumuzdaki çiçeklerden kopartıp başucuma bırakmıştı… Uyandığımda ağlamayayım diye…

Bu iki haftalık süreçte geceleri uyumakta hiç zorlanmadım. muhtemelen tüm gün bedenimi ve zihnimi yeterince zorladığım için olacak ki, gece yatağa girdiğim anda uyuyordum. Ama sabahları… Sabahları ağlayarak uyanıyordum… Baransel işe giderken çok zorlanıyordu, beni yanlız o şekilde bırakmak istemiyordu biliyorum. Çoğu zaman işten izin aldı ya da geç gitti. Çok şükür ki iş yerinde yoğun bir dönemde değildi ve çalıştığı insanlar gerçekten halden anlayan insanlar.Sabahları kendime geldikten sonra hava ne durumda olursa olsun dışarı attım kendimi. Tam da o noktada kurtarıcı arkadaş desteklerim geldi. Sadece çok yakın çevremizin bildiği bir konuydu bu. Kız arkadaşlarım her gün aradı, sordu, her gün biriyle mutlaka görüştüm. Oturup dertleşmedik üstelik, güzel yemekler yiyip sohbet ettik. Bana o kadar iyi geldiler ki… O dönemi atlatmamda o kadar büyük etkileri var ki… Her birine sonsuz teşekkürler! Şu hayattaki en büyük zenginliğim önce ailem, sonra bu güzel arkadaşlarım…

  • HASTANE ZİYARETİ İYİ BİR FİKİR DEĞİLMİŞ

1 hafta geçmişti, bense inişli çıkışlı ruh halimle güçlü görünmeye çalışıyordum. O sırada aynı hastanede aynı doktora gittiğini bildiğim çocukluk arkadaşımın doğum haberini aldım. Tüm cesaretimi topladım ve onu hastanede ziyarete gittim. Bir Cuma günüydü… Tam 1 hafta önce orada yaşadığımız tramva aklımda canlandı yine. Ziyaret kısa ve keyifliydi. Ama hastaneden çıktığım anda boğazımda bir düğümle eve kadar geldim. Kapıyı açtım, Baransel eve gelmişti, hemen kalkıp bana sarıldı ve kollarında yere yığıldım. “Yapabilirim sandım ama o kadar güçlü değilmişim, geçen hafta o hastanede yaşadıklarım beynimden gitmedi, çok kötü oldum.” dedim. Kısacası, hastane ziyareti iyi bir fikir değilmiş…

  • DEPRESYONDAYIZ – NE YİYİYORUZ?

Bu süreçte bir yandan iştahım kesilse de bir yandan da yemek için kendimi zorluyordum. Sonra tatlının gerçekten motive eden bir şey olduğunu keşfettim ve biz 2 hafta boyunca her akşam Baransel’le evde hunharca tatlı ve karbonhidrat yedik. Her dışarı çıktığımda farklı bir yerden değişik bir tatlı getirdim eve. Akşamları film/dizi izlerken tatlı seansımız vardı adeta. Çok tehlikeliymiş bu durum, sonradan anladım.

  • TELEFONUN UCUNDA ÇARESİZ BEKLİYORUM

2 hafta bitmek üzereydi, artık umudum da kalmamıştı. Hala aramadılar, Cuma günü bu saatte de artık aramazlar diyordum kendi kendime. Tam o sırada telefonum çaldı ve sevgili hemşiremizin aradığını gördüm. Derin bir nefes aldım ve telefonu açtım. Karşımdaki ses gayet mutlu bir enerjiyle “Özüm Hanım sonuçlarınız çıktı, temiz!” dedi. O an yaşadığım rahatlamayı sinir boşalmasını ve mutluluğu size anlatamam. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. “Doğru mu söylüyorsun? Gerçek mi?” dedim defalarca. “Evet doktor bey sizi görmek istiyor hemen gelebilir misiniz?” dedi. “Hemen geliyoruz.” dedim ve anında Baranel’i aradım. Hıçkıra hıçkıra ağladığım için başta onu istemeden korkuttum. “Hemen geliyorum” dedi ve gerçekten koştu geldi. Evde ona bir sarılışım var. “Allahım gerçekten bitti mi? İnanamıyorum!” deyip ağlıyorduk. Sanki biz haftalardır nefes almıyorduk…

Koşarak hastaneye gittik. Doktorumuz bize detaylıca bu 2 haftalık süreçte onların ne yaptığını da anlattı. ÇAPA’da genetik bölümü başkanı olan ve Türkiye’nin en iyi profesörlerinden biri olan Prof. Dr. Seher Başaran‘ı da konuya dahil ettiğini, Yasemin Hanım’la beraber Seher Hanım’ın da konuyu tüm bu süreçte yakından takip ettiğini söyledi. Yapılan incelemelerde bebeğin kromozom yapısında herhangi bir sıkıntıya rastlanmadığı ancak bu bozukluğun plasentada olabileceğinden şüphelenildiği, plasentada olsa bile bunun bebeğe bir zararının olmadığını, konunun bir tez niteliği taşıması nedeniyle bizim onayımız olursa bu konunun ÇAPA Genetik Bölümü tarafından incelenmek istenildiği, doğum sırasında plasentadan alınan örneklerin incelemeye gönderileceğini söyledi. Biz de tabi ki onay verdik. Çünkü bu süreçte yaşadığımız şu tarifsiz acıyı hiçkimsenin yaşamasını istemiyoruz.

Emin ellerde olmak o kadar önemli ki… Çok şanslıydık gerçekten! Bu süreçte bizimle ilgilenen başta kendi doktorumuz çok sevgili Cem Batukan’a ve çok sevgili hemşiremiz Özge Güresi’ye, sonra da genetik uzmanlarımız Yasemin Alanay ve Seher Başaran’a sonsuz teşekkürler 🙂

Acılı geçen 1 aylık süreç çok şükür ki mutlu sonla bitti. Şuanda herşey yolunda ve evet kardeşim dahil aileler de konuyu öğrendiler. O nedenle rahatça yazabiliyorum artık 🙂

25. HAFTA – BİZ BUNU HAKETTİK TATİLİ – CASA LAVANDA

Yılı böyle kapatmamalıydık. Baransel bundan 4 yıl önce beni doğumgünümde Casa Lavanda’ya götürmüştü. Şimdi bir hediye de ben ona yapmalıydım. Çünkü müthiş bir destek gösterdi bana ve bize. Her zaman en iyi arkadaşım olduğunu biliyordum, ama bu dönemde yaşadığımız şeyin aramızda kurduğu bağ inanılmazdı. O nedenle 1 güncük şehirden kaçarak kendimizi sadece şömine, kitap, güzel yemek ve masaja verdik. O kadar iyi geldi ki… Adeta yenilenip öyle döndük. Artık yeni yıla hazırdık! Seni karşılamaya hazırız 2019 !

ŞİMDİKİ AKLIM OLSA

Karşıma çıkan her hamileye bu tavsiyeyi veriyorum; Mutlaka ama mutlaka, bu genetik testinin en kısa sürede gelenini en başta yaptırın! Benim şimdiki aklım olsa, 12. haftada ikili test falan asla uğraşmam, hemen 1 haftada sonuç veren laboratuvarı bulur ve genetik testini yaptırırım. Bu süreçte öğrendiğim yegane şey var ki hamilelikte zaman çok kıymetli. 1 Hafta bile çok şey değiştirebiliyor. Sakın kendinize o bekleme ızdırabını yaşatmayın. Sakın!

Bütün bu süreçte kendime ders çıkarttığım bir diğer şey ise, bir çocuğun sağlıklı bir şekilde dünyaya gelmesinin gerçekten ne kadar büyük bir mucize olduğudur. Allah isteyen herkese en sağlıklı şekilde yaşatsın bu duyguları!

26. HAFTA – SPORLA MUTLULUK ARASINDA BİR BAĞLANTI VAR

Havalar gittikçe soğuduğu için yürüyüşlerde zorlanıyordum. O nedenle Torch Sports Acdemy’de yer alan eski spor hocam Hasan Çakır ile çalışmaya yeniden başladım. Her Cumartesi Baransel’le sabah 8’de fitness/pilates yapmaya gidiyorduk. Çift olarak da bu dönemde sporda beraber olmak bize çok iyi geldi. Haftada iki de yoga dersim vardı. Kısacası spor motivasyonum çok yükselmişti ve her dersten sonra kendimi çok iyi hissediyordum. Doktoru izin veren her hamileye sporu kesinlikle tavsiye ederim.

27. HAFTA – NORMAL KONTROLLER VE ŞEKER YÜKLEMESİ

27. Hafta kontrolümde doktorum şeker yüklemesi yapılacağını, kan sayımı yapılacağını ve tetanoz aşısı olacağımı söylemişti. Şeker yüklemesi fikrinden hiç hoşlanmıyor olsam da doktoruma çok güvendiğim için o önerdiği için yapacaktım. Nitekim ultrason kontrolü sonuçlarım yolunda gözükünce, arkasından 50 gramlık (en düşük doz – 2 dilim baklavaya eşit) şeker yüklemesini yaptırdım. Gerçekten hayatımda içtiğim en iğrenç şeyi içtim. Çok zorlandım içerken ve midem çok bulandı hatta kusma noktasına geldim. Sıvıyı içmeden hemen önce ve içtikten 1 saat sonra kanınızı alıyorlar ve değerlere bakıyorlar. Bir kaç gün içinde de sonuçlarınız çıkıyor. Ta ta! Şeker sınırı 140 iken bende 137 çıkmıştı. Nedenini de çok iyi biliyordum. O depresyon döneminde vücudumu hiç zorlamadığım kadar şeker ve karbonhidratla zorlamıştım. Ama şeker hastası değildim tabi ki… Sadece biraz şeker diyeti yapıp dikkat etmem gerekiyordu.

YENİDEN BAĞLANMAK VE KORKMADAN HAYAL KURMAYA ÇALIŞMAK

Bu satırları yazarken 29. haftamı bitirmek üzereyim. Arada geçen bu zamanda ise olabildiğince hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Ada’nın odasının hazırlıklarına yeniden başladık, ben alışverişlerime yeniden başladım, onun her kıpırtsını duyduğumda ellerimizi hemen karnımda birleştiriyorum. Sabahları beraber şarkılar dinliyoruz, hatta bazen dans ediyoruz. Ve evet bu sevgiyi bazen tüm dünyaya haykırmak istiyorum! Soyal medya buna arada araç olmuyor değil. Ama lütfen, bırakın da kaybettiğimiz zamanın telafisini gönlümüzden geçtiği gibi yaşayalım. Nazar değer korkusuyla bana mesaj atan tüm sevenlerimizden özür dilerim, nazara inansam da, bu defa içimden geldiği gibi yaşayacağım. Biliyorum ki Amazon kızım, tüm o kötü enerjileri de yenebilecek güçte! Annesi ve babası da onu korumak için elinden geleni her zaman yapmaya devam edecek!

2019, bize iyi davran olur mu?

3. Trimester’da görüşmek üzere!

Sevgiler

Özüm

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SEYAHAT

BİR BABYMOON HİKAYESİ; SEYŞELLER BÖLÜM 2 – ADALAR ARASI UÇUŞ – PRASLIN ADASI & CONSTANCE LEMURIA – DOHA’DA 1 GECE

İKİ ADA ARASI UÇUŞ DENEYİMİ

Seyşeller’de üç ana ada bulunuyor; Mahe, Praslin (pralin diye okunuyor) ve La Digue (la dig diye okunuyor) adası. Bunlar haricinde de ziyaret edilebilecek bir sürü küçük ada var. Genellikle turistler ya bu üç adayı geziyor ya da tekne turuna çıkıp günübirlik diğer küçük adalarda şnorkel, dalış ya da sadece yüzme gibi aktiviteler yapıyorlar. İlk yazıda da bahsettiğim gibi, mesafeler uzun ve adalar arası ulaşım da çok kolay olmadığı için 4 günlük bir programa, tüm adalar birden mümkün değil sığmaz.

Üç ana ada arası ulaşım için ise temelde iki alternatifiniz var; ya hepsinin arasını feribotla (ya Cat Cocos ya da Seyferry ‘den bakabilirsiniz) geçeceksiniz ya da Mahe’den Praslin’e bizim de yaptığımız gibi 15 dakikalık bir uçuşla (tek bir havayolu var o da yerel havayolu olan Air Seychelles) varacak, sonra siz dilerseniz La Digue’e Praslin’den feribotla geçeceksiniz. Şimdiden uyarayım feribot biletleri de uçak bileti de hiç ucuz değil. Neredeyse aynılar, dolayısıyla çok önceden planlayıp online olarak mutlaka biletlerinizi alın derim.

Setur Select ekibinin yönlendirmesiyle biz Air Seychelles‘in adalar arası ulaşımında kullandığı 20 kişilik minik pırpır uçakla 15 dakikalık bir uçuş deneyimi yaşadık. Gerçekten hayatımda edindiğim en güzel seyahat deneyimlerinden biriydi. 🙂 İyi ki yapmışız! Seyahatimize başka bir boyut kazandırdı. Zaman açısından size kazandıracağının yanı sıra camdan gördüğünüz manzara o kadar güzel ki… Hafızanıza bir kazınıyor, bir daha çıkması zor.

Tepeden gördüğünüz mavi ve yeşilin tonları mükemmel! Ayrıca çok yüksekten uçmadığı için hiç sallanmıyor da… Bir ara gerçekten kendimizi Geyikli-Bozcaada feribotunda gibi hissettik 🙂 O nedenle kesinlikle ama kesinlikle bu iki ada arası uçuşu tavsiye ederiz!

Not: Oradayken öğrendik ki, hava kötü olduğunda feribotlar iptal olabiliyormuş ama uçaklar çok nadiren iptal oluyormuş.

PRASLIN ADASI – CONSTANCE LEMURIA

Praslin Adası, Seyşeller’in 2. büyük adası olarak geçiyor. Üstelik Dünya’nın en ünlü ilk 5 plajından 2’si bu adada yer alıyor, Anse Georgette ve Anse Lazio. O nedenle bence görülmesi gereken bir ada. Tatilimizin geriye kalan 2 gecesini de bu adadaki Constance Lemuria’da geçirdik.

Otel, havalimanına sadece 10 dakika mesafede. Otele vardığınızda sizi resepsiyon önünde bir seramoni ile karşılıyorlar. Kocaman ahşap kapıların önünde duran gongu çalıyorsunuz ve ardından resepsiyon kapıları açılıyor ve check-in işlemleriniz için resepsiyonistler size hemen birer içecek ikram edip, mis kokulu ıslak havlulardan veriyorlar. Çok tatlı bir karşılama olmuş. Bir de resepsiyonun konumu doğrudan okyanusa baktığı için kapılar açılınca sanki cenneti görüyor gibi oluyorsunuz. Güzel mimari ve güzel bir karşılama seramonisi olmuş. (Özüm bunu beğendi 🙂 )

Check-in işlemlerimiz esnasında bize bir adet Constance Lemuria pasaportu verdiler. Gerçekten pasaport görünümünde olan minik bir kitapçık aslında bu verdikleri. İçerisinde, odanıza ve konaklamanıza ait bilgilerden tutun da, otelin haritasına, otelde konaklarken görebileceğiniz hayvan ve bitki türlerinin anlatımınından tutun da, akşam yemeklerinde uyulması gereken kıyafet kurallarına kadar her türlü bilgi yer alıyor. Biz bu fikre bayıldık!

Resepsiyon alanından girince ise sizi bir çift Tavus Kuşu göreceksiniz. O kadar güzeller ki… Otelin her yerinden özel bir türde hayvan çıkabilir 🙂 Doğa ile iç içe olmak dedikleri tam olarak da bu 🙂

Konakladığımız oda tipi Junior Suit‘ti. Gayet yeterli büyüklükte ve konforluydu. Banyo kısmı ile oda çok tatlı bir pencere ile ayrılıyordu.

Önünde bahçesi vardı ve o bahçe Grand Anse Kerlan isimli plaja açılıyordu. Ancak plajı doğrudan göremiyorsunuz.Yine gizemli bir yolla bağlanıyorsunuz. Palmiyelerin arasından geçerek kumsala ulaşıyorsunuz. Bu plaj kocaman olmasına rağmen ana plaj olarak geçmiyor.

Petite Anse Kerlan

Grand Anse Kerlan biraz daha açık denize baktığı için yüzmek özellikle rüzgarlı havada biraz tehlikeli oluyormuş. O nedenle genellikle ana plaj sayılan ve tesisi de olan Petite Anse Kerlan tarafı tercih ediliyor.

Anse Georgette

Plajlar konusunda otelin en güzel özelliği ise, Dünya’nın en gözde plajlarından biri olan Anse Georgette plajına otelin içerisinden erişim sağlanıyor olması idi. Tabi ki burası da kamuya açık bir plaj ama otelin içerisinden bağlanıyorsunuz.

Resepsiyondan sizi buggy ile götürüyorlar. Her saat başı da ring seferle resepsiyona geri dönebiliyorsunuz.

Bu plajda tesis yok. Giderken havlunuzu, suyunuzu ve diğer tüm ihtiyaçlarınızı yanınızda taşımalısınız.

Gerçekten hayatımda gördüğüm en güzel plajdı. Gittiğimizde güneş kavursa da deniz biraz dalgalıydı. Baransel çocuklar gibi bodysurf yaparak eğlenirken ben sadece ıslanmakla yetindim. Mutlaka ama mutlaka görülmesi gereken bir plaj olduğunu söylemeliyim!

Otelin diğer bir özelliği ise 18 delikli golf oteli olması. Hatta önemli şampiyonalara da ev sahipliği yapıyor. Buraya gerçekten dünyanın dört bir yanından insanlar golf oynamak için de geliyorlar.

Muhteşem bir manzaraya karşı, muhteşem bir doğa içerisinde golf oynamak, ilgim olmamasına rağmen bana bile cazip geldi 🙂 Eğer siz de merak ederseniz ve denemek isterseniz otelden ekipman ve eğitmen talep edebilirsiniz.

Petite Anse Kerlan’da bulunan Takamaka Beach Bar

Diğer bir konu ise gastronomi konusu. Sanırım Seyşeller’de yediğimiz en iyi yemekleri bu otelin restoranlarında yedik. Bir öğlen pool barda hamburger yiyerek geçirdik, akşamına ise Diva Restaurant’ta gastronomi ziyafeti çektik. Sabah kahvaltıları resepsiyonun oradaki açık büfe hizmeti veren Legend isimli restorandaydı ve gerçekten çok güzeldi. Diğer öğlen yemeğimizi Takamaka isimli beach barda yedik ve orada yediğim tavuklu mango salatasının tadı hala damağımda.

Son akşam yemeğimizi ise The Nest isimli, lokal mutfağı Afrika mutfağı ile harmanlayan bir restoranda yedik. bu restoran gün batımı manzarası ile meşhur. Öncesinde kayaların üzerinde günbatımını izledik, ardından yemeğe geçtik. Çok keyfiliydi. Hava bozuk olmasına rağmen azıcık ucundan bir portakallık bile yakaladık.

Eğer  özel bir yemek ya da günbatımı tasarlamak isterseniz, On the Rocks denilen yerde, kayaların üzerinde romantik bir akşam yemeği ya da golf sahasının manzarası en güzel alanında size müthiş bir günbatımı anı tasarlıyorlar. Bunun için önden rezervasyon yaptırmanız lazım.

Diva Restoran’da yemek yediğimiz akşam bizi odamıza götürmek için gelen buggy’i kullanan görevli genç inanılmaz sempatikti. Bizim de keyfimiz yerindeydi ve odaya dönmek istemiyorduk 🙂 “Biz odaya dönmek istemiyoruz ne yapabiliriz?” diye sorduk, o da “Sizi özel bir gezintiye çıkartabilirim.” dedi ve biz de kabul ettik. Buggy ile zifiri karanlık içerisinde golf sahası alanının yüksekte bir bölümüne çıktık. Kafamızı kaldırdığımızda gördüğümüz manzara inanılmazdı! Sanki elimle uzansam alacakmışım gibi yakında ve kocaman elmas parlaklığında yıldızlar bize şov yapıyordu. Orada biraz romantik romantik takıldıktan sonra, en uzun yoldan giderek bizi odamıza bıraktı. Bizim için çok özel ve güzel bir anıydı. Adını hatırlamıyorum ama o genç görevliye tüm kalbimle teşekkür ediyorum 🙂

Bu otelde konaklarken ilk gün hava bozuktu. O nedenle denize giremediğimiz için zamanı SPA’da değerlendirmek istedik. U SPA‘yı deneyimleme şansımız oldu. Çok şanslıydım ki hamile masajı vardı. Ben 60 dakikalık hamile masajı yaptırdım. İki ayağımın arasına hamile yastığı koyup beni bir sağa bir sola döndürerek sırtıma ve arka bacaklarıma masaj yaptılar. Sonrasında da sırtüstü yatırıp karın bölgem hariç ön tarafıma masaj yaptılar. O kadar iyi geldi ki size anlatamam. Tavsiye ederim!

Constance Lemuria da Ephelia gibi çocuklu aileleri kabul ediyor. Ancak gözlemlediğim kadarıyla otele gelen misafirler genelde çiftlerden oluşuyordu. Yine Avrupalı misafir çoğunluktaydı. İki otelin de atmosferini  kıyasladığımda Ephelia’nın bir tık daha çocuklu ailelere, Lemuria’nın ise çiftlere hitap ettiğini söyleyebilirim.

Biz bu otelde kalmaktan da çok büyük keyif aldık. Plajları, yemekleri, SPA’sı ve içeride yarattıkları atmosfer çok güzeldi. O nedenle gönül rahatlığı ile tavsiye ederiz.

DÖNÜŞ YOLUNDA DOHA’DA 1 GECE KONAKLAMA KEYFİ

Qatar Airways’in misafirlerine ekonomi ya da business yolcusu olarak ayırmadan verdiği diğer bir güzel hizmet ise, 8 saat ve üzeri aktarmalarında Doha’da anlaşmalı olduğu onlarca otelden birinde sizi ücretsiz olarak konaklatıyor olması. Dilediğiniz oteli size snulan listeden kendiniz seçiyorsunuz. Bizim de dönüşte aktarmamız neredeyse 20 saat kadar olduğu için, uçak biletini aldıktan sonra Qatar Airways’in internet sitesinden belirttiğim tarihte müsaitliği olan oteller arasından seçtiğim Marriott Marquis City Center‘da kaldık. Hemen belirteyim, bavullarınızı bu aktarma sırasında almıyorsunuz. O nedenle böyle bir aktarma yapacaksanız yanınıza kabin boy bir bavul alıp içine pijamalarınız, ertesi gün giyecekleriniz, diş fırçanız, şarj aletleriniz gibi lazım olabilecek eşyalarınızı koymayı unutmayın.

Qatar, Türk vatandaşlarından vize istemiyor. Dolayısıyla bu imkanı kullanmak bizler için daha kolay. Pasaport işlemlerinden sorunsuzca geçebiliyorsunuz. Biz 1 gün için para bozdurup Qatar Riyali almadık yanımıza. Dilerseniz havalimanında bu işlemi yapabilirsiniz. Ama heryerde kredi kartı geçtiği için ve en kötü yanımızdaki Euro’dan bozdururuz düşüncesiyle gerek duymadık ve hiç de ihtiyacımız olmadı. Havalimanından çıktıktan sonra Orta Doğu’da oldukça yaygın olan Careem ya da Uber ile gideceğiniz otele kolayca ulaşabilirsiniz. Biz hep Careem kullandık ve çok memnun kaldık. Tabi ki ulaşım fiyatları benzinin litresi pul olduğu için oldukça uyguna geldi. O yüzden korkmadan bindik 🙂 Careem kullandığımız için yanımızda ulaşım için nakit taşımamıza da gerek olmadı.

Otele vardığımızda bizi bir sürpriz karşıladı. Nedenini hala bilmiyoruz ama sanırım otel tamamen doluydu, o nedenle bizi en üst katta bulanan kral dairesine verdiler 🙂 Gerçekten bizim evden daha büyük bir odaydı 🙂 En üst katta olunca da manzara şahane gözüküyordu. Otelin diğer bir özelliği de kendi içinden asansörle bir alışveriş merkezine bağlanıyor olmasıydı. Kısa bir alışveriş turu yapayım derseniz güzel olabilir.

O gece melekler gibi uyuduk. Sabah kalkıp duşumuzu alıp güne yepyeni bir şekilde başladık. Uçağımız 14:30’daydı, o nedenle yarım günlük bir zamanımız vardı. Azıcık Doha havası alalım diye kendimizi attık erkenden sokağa. Hava çok güzeldi. Ne kavuruyor ne de üşütüyor. Hala yaz ama yakmıyor da. Dubai’de 50 dereceyi gördüğümüz için zamanında, o yanma ne demek iyi biliyoruz 🙂

Sabah kahvaltısı olarak en yüksek puanlardan birini alan ve sizlerden de gelen mesajlar doğrultusunda Eggspectation‘ın yolunu tuttuk. Burası Doha’nın incisi Pearl denilen yapay bir adada yer alıyor. Kahvaltı gayet güzeldi, ortam çok Amerikan’dı 🙂 Fiyatlara gelecek olursak, arkadaşlar Qatar Riyali ne yazık ki Türk Lirası’ndan değerli. Yaklaşık olarak herşeyi 1,5’la çarpıyorsunuz. Ne hallere düştük… Adamlar müthiş zengin tabi koymuyor onlara… Sokaklardaki arabaları görseniz zaten anlarsınız durumu. Kısacası Qatar bize kıyasla ucuz bir memleket değil. Ettiğimiz kahvaltıya günün sonunda 300TL ödemiş bulunuyoruz 🙂 Eğer otelde kahvaltı alacak olsaydık da 60Euro ödeyecektik. O nedenle iki mekan görelim dedik, pişman değiliz 🙂

Kahvaltıdan sonra Pearl Adası’nda biraz gezindik. Saatler öğlene yaklaştıkça güneş kızgınlığını arttırdı, ben de yorulmaya başladım. O nedenle otelin altındaki alışveriş merkezinde gidip bir tur atıp çıkalım dedik. Ada’ya göre çok tatlı şeyler satan bir dükkan bulduk. Günün kısmetlisi yine Ada kız oldu 🙂 Ona bir kaç parça şey aldıktan sonra, otelden ayrıldık. Havalimanında yine hamile olduğum için beni pasaport sırasında VIP kısmında geçirdiler 🙂 Sonra İstanbul’a rahat bir uçuşla vardık.

Eğer sizin Doha’da daha fazla zamanınız olursa, mimarisiyle oldukça beğeni toplayan İslami Eserler Müzesi‘ni ve Souq Waqif denilen pazar alanını da görebilirsiniz.

***

Umarım bu gezi size de ilham olur ve bir gün Seyşeller’i siz de görebilirsiniz. İlk bölümde anlattığımız Seyşeller’e uçuş, Mahe Adası ve Constance Ephelia’da konaklama deneyimlerimize ve Seyşeller’e gitmeden önce bilmeniz gereken önemli noktalara buradan ulaşabilirsiniz.

Herhangi bir sorunuz olursa bize her zaman kucukmartha@outlook.com dan ulaşabilir, Seyşeller seyahati boyunca paylaştığımız post ve storylere instagram hesaplarımızdan (@kucukmartha ve @baranseldogan ) ulaşabilirsiniz.

Çok Sevgiler

Özüm & Baransel

 

SEYAHAT

BİR BABYMOON HİKAYESİ; SEYŞELLER BÖLÜM 1 – UÇUŞ VE PLANLAMA – MAHE ADASI & CONSTANCE EPHELIA

Son bir kaç yıldır her yılbaşında bir tropik rota belirliyorum kendimce, bir nevi dilek gibi… “Bu yılki büyük hedefim şurası” diye içimden geçirip, bir süre sonra da araştırmalara başlıyorum. 2015’te Bali, 2016’da Maldivler ve 2017’de Phuket & Krabi seyahatinden sonra 2018 için yüreğimden geçirdiğim rota Seyşeller’di. Kış ortasında yaza kaçamak yapmanın tadına bir kere varınca ve döndükten sonra hem ruhumuza hem bedenimize ne kadar iyi geldiğini görünce, bunu her sene farklı bir rota ile tekrarlamak istedik. Tam da Seyşeller tatili hazırlıklarına başlamıştık ki hamile olduğumu öğrendik 🙂 Bu da bize çok güzel bir sürpriz oldu. Meğer 2018 için “babymoon” rotası dilemişim de haberim yokmuş.

NEDEN SEYŞELLER?

Herşeyin başında Seyşeller için Türk vatandaşlarına herhangi bir vize uygulaması bulunmuyor. Bazı ülkelerdeki gibi kapıdan belirli bir ücretle vize alımı da söz konusu değil. O nedenle vize masrafı ve külfetiniz olmuyor.

İkincisi ise, Seyşeller’in nispeten bir çok tropik yere kıyasla yakın olması. Yani uçuş süreleri ve aktarma aralıkları oldukça makul. Üstelik promosyon dönemlerini yakaladığınızda gayet uygun uçak biletleri bulabiliyorsunuz. Bunun için aylar öncesinden takibe başlamanız gerek tabi. 🙂

Üçüncüsü Afrika kıtasına ait bir ada olmasına rağmen, Seyşeller için öngörülen herhangi bir aşı ya da sağlık önlemi belirtilmiyor. Mesela sarıhumma gibi bir aşı olunması gereken bir yer olsaydı gidemeyecektim. O nedenle hamileyken kendinize bir rota belirlerken önce bu alınması gereken sağlık önlemlerini kontrol edip, doktorunuzla mutlaka konuşun.

Esas ana sebebimiz ise kış ortasında yaza gidecek olmak, palmiyelere kavuşacak olmak, hindistan cevizini dalından taze taze içecek olmak ve tabi ki denize girebilecek olmaktı… Seyşeller aslında yılın 12 ayı ziyaret edilebilen bir ada ama bazı dönemlerinde çok daha fazla yağış alıyor. Sıcaklık tüm yıl 28-32 derece arası olurken, Ocak ve Şubat ayları en fazla yağış aldığı aylarmış. Seyşeller’e gitmek için mükemmel zamanlama ise Nisan-Mayıs ve Ekim-Kasım ayları olarak öneriliyor. Aralık ve Mart ayları ise arada bir yağıp geçen yağmurlar ve sonrasında açan güneşle meşhur.

Kısacası zamanlama ve şartlar Seyşeller’de bir babymoon seyahati yapmak için oldukça müsaitti.

SEYŞELLER’E UÇUŞ DENEYİMİ

Hangi havayolu ile uçarsanız uçun, uluslararası sivil havacılık kuralları gereği hamileliğinizin 28. haftasından 35. haftasına kadar (35 dahil) doktorunuzdan alacağınız “Uçmasında engel yoktur” yazılı raporunuzla ancak uçağa kabul ediliyorsunuz. Eğer ki birden fazla bebek bekliyorsanız bu süre sizin için 31. haftaya kadar kısalıyor. Yani örneğin ikiz bebek bekliyorsanız 32. hafta itibariyle doktor raporu dahi olsa uçağa kabul edilmiyorsunuz. Tüm gebelikler için ise 36. haftadan itibaren ise uçuş yasağı başlıyor. Artık evinde otur ve doğumunu bekle, daha fazla gezme diyor yani sana 🙂 Tüm bunların yanında hamileliğin ikinci trimesterı denilen 14.-28. hafta arası olan dönem sizin enerjinizin en yüksek olduğu dönem de olduğu için “babymoon” geleneği tüm dünyada işte bu 2. trimester denilen dönemde gerçekleştiriliyor. Yani 21 haftalık bir hamile olarak benim için mükemmel zamanlamaydı diyebilirim.

Hamileliğimle ilgili herşeyin yolunda gittiğini ve uçmamda herhangi bir sakınca olmadığı bilgisini aldıktan sonra hemen seyahatimizi planlamaya başladık. Daha önce Maldivler’e uçtuğumuz ve çok memnun kaldığımız Qatar Airways ile yine Doha aktarmalı şekilde Seyşeller’e uçtuk. Maldivler’den sonra Hint Okyanusu’nda en kısa uçuş mesafesindeki tropik ada Seyşeller. Dolayısıyla uçuş mesafesi de yormuyor. Üstelik 21 haftalık hamile olduğum için aktarma yapacak olmak benim oldukça işime geldi. Çünkü o aradaki 1,5 – 2 saatlik aktarma süresi yürüyüş yapabildiğim, birşeyler yiyebildiğim, dilersem duş bile alabildiğim kısacası kan dolaşımıma iyi gelen bir süre olacaktı.

İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan 28 Kasım Çarşamba akşamı saat 20:05’te kalkan uçağımız 3,5 saat sonra ilk durağımız olan Doha’ya vardı. Daha önce Doha Hamad Havalimanı’nı yine aktarma sayesinde ziyaret ettiğimiz için, bu aktarmanın bize konfor sağlayacağını biliyorduk. Gerçekten çok güzel ve yolculara çok fazla imkan sunan bir havalimanı.  2 saatlik kısa bir aktarmanın ardından, hayatımda bindiğim en büyük uçaklardan biriyle Seyşeller’e doğru uçmaya başladık. Doha – Seyşeller arası toplamda 5 saat sürüyor. Ama gece yarısından sonra uçtuğunuz için yolculuğunuz muhtemelen uyuyarak geçecektir. Biz oldukça şanslıydık ki, uçağın %70’i boştu. Dolayısıyla orta alandaki dörtlü koltukların her birine ayrı ayrı yayılıp adeta yataktaymışız gibi uyuyarak gittik.

Yolculuk boyunca dikkatimi çeken ve beni çok mutlu eden birşey oldu. Hamile olduğum için, biz hiç bir görevliden yardım ya da ayrıcalık istemememize rağmen ve önceden check-in yapmış olmamıza rağmen, daha İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’nda bagajlarımızı verirken dahi, rahat edeceğimizi düşünerek bizi ekonomi sınıfının en önündeki ikili koltuklara aldılar. Gerçekten çok rahat ettik. Hamileyken uçuyorsanız bu konu aklınızda bulunsun. En öndeki alan biraz daha geniş olduğu için sizin için daha konforlu olacaktır. Normalde bu koltukları çocuklu/bebekli ailelere öncelik olarak veriyorlarmış. Uçakta ihtiyacı olan bebekli bir aile de olmadığı için ikinci öncelik sırası bizdeydi 🙂 Bu durum tüm seyahat boyunca yaptığımız uçuşlarda gerçekleşti buarada. Ama zaten Seyşeller uçuşunda uçak boş olduğu için rahattık.

Seyşeller Mahe Havalimanı

Diğer bir konu ise, uçuş sırasında hamile olduğum için hosteslerin bana ekstra ilgi göstermesiydi. Örneğin Seyşeller’e uçarken ortadaki dörtlü koltuklarda ben yatarken ara ara başucuma meyve tabağı ya da atıştırmalıklar bıraktılar. Bir tane hostes bana gelip “Sık sık su içmelisin, sakın ihmal etme!” diyerek sürekli su taşıdı. Gerçekten prenses gibiydim 🙂 Yolculuk boyunca bu kadar rahat olmamın en büyük nedenlerinden biri de bu ilgiydi sanırım. Oldukça güvende hissediyordum. Buradan tüm Qatar Airways hosteslerine ve yer görevlilerine kucak dolusu sevgilerimi iletiyorum 🙂

Son olarak Seyşeller’e vardığımızda, 50 kişilik bir sırada pasaport kontrolünü beklerken, önümüzdeki yolcuların biz sormadan bizi öne geçirmeleri oldu. Biz “Gerek yok!” dedik, ona rağmen “Lütfen!” deyip ısrar ettiler. Kısacası, medeniyet ve insanlık ölmemiş 🙂 Bu hissiyat çok iyi geldi!

Sabah 09:00 civarı uçağımız muhteşem bir manzaraya doğru inişe geçti. Hava o kadar güneşli ve güzeldi ki… Uçağın camından bakarken gördüğüm denizin ve ağaçların rengi adeta parlıyordu. Daha uçak yere inmeden bile hissettiğim şey “iyi ki geldik” mutluluğuydu.

SEYŞELLER PLANINI NASIL YAPTIK?

Bu seyahatimizde Setur Selectin ellerine emanettik. Otel, otel-havalimanı arası transferler ve iki ada arası yaptığımız uçuşun organizasyonunu Setur Select yaptı. Arkamızda bir acente güvencesiyle gitmek bu defa bana çok iyi geldi. Çünkü en ufak birşeyde arayabileceğim birinin olduğunu bilmek özellikle hamileyken çok mantıklıydı. Biz aynı mantıkla balayında da ilerlemiştik. Bali’ye giderken de acente desteği almıştık, çünkü ne o planlamayla uğraşacak zamanımız vardı ne de halimiz. O nedenle çok iyi bir fikirdi. Bu seyahatimiz de bir nevi balayı kafası olduğu için kendimizi hiç yormak istemedik.

Setur Select bizim için, ilk 2 gece ana ada olan Mahe Adası’nda, ardından 2 gece de Praslin Adası’nda geçireceğimiz şekilde 4 gecelik bir program yaptı. 4 gün Seyşeller için gayet güzeldi, ama biz adaların içerisinde gezmedik. Özellikle ana ada Mahe, oldukça büyük bir ada ve mesafeler birbirinden oldukça uzak. Tek şerit yollar ve virajlar sayesinde en yakın mesafe 30 dk-1 saat civarı oluyor. Normalde baştan başa araba kiralayıp adayı gezmek ya da diğer iki büyük ada olan Praslin ve La Digue’de de keşfe çıkmak üzerine bir seyahat planlasaydık en az 1 hafta kalmamız gerekirdi. Ama amacımız tamamen romantik ve bol dinlenmeli bir tatil olduğu için 4 gün sadece bulunduğumuz yerde kalmayı tercih ettik, bu şekilde de gayet güzel yetti, bir şey kaçırıyormuşuz hissini hiç yaşamadık.

Setur Select’in önerisiyle bu seyahatimizde Constance Hotels grubunun iki farklı otelini deneyimledik. İlk 2 gün Mahe adasında yer alan Constance Ephelia‘da, diğer 2 gün ise Praslin adasında yer alan Constance Lemuria‘da kaldık. Bu iki otel de oldukça büyük ve sağladığı imkanlar açısından da oldukça yeterli. Özellikle plajlar konusunda her iki otel de muhteşem konuma sahipler. O nedenle harika bir seçim oldu diyebilirim.

Konaklamalarımızı yarım pansiyon olarak ayarladık çünkü Seyşeller, “Ben bir otelden çıkayım, restorana gideyim.” diye plan yapabileceğiniz bir yer değil. Restoranlar çoğunlukla otellerin içerisinde. Yine bir otelden çıkıp başka bir otele gitmeniz gerekecek. Öğlen yemeklerimizi ise otelden ekstra olarak alıp pizza, salata gibi şeylerle karnımızı güzelce doyurduk. Bu şekilde ekonomik olarak da mantıklı oldu. Seyşeller’de konaklama tipinizi yarım pansiyon olarak düşünmenizi bu nedenle tavsiye ederiz.

Tüm transferlerin de önceden ayarlanmış olması bizim için yine çok mantıklı oldu. Seyşeller’in neredeyse tek geçim kaynağı turizm olduğu için, adada herşey oldukça pahalı. Buna ulaşım da dahil. Taksi fiyatları genelde Euro üzerinden hesaplanıyor. Örneğin 20KM’lik bir mesafe (ki bu yakın sayılır) için 60Euro gibi bir rakam istiyorlar. Otobüs ise oldukça ucuz ama bizim zamanımız kısıtlı olduğu için o kısma hiç girmedik. Taksi mi transfer mi dersen de transferin paket program içerisine dahil edilmesi çok daha mantıklı olur derim. Diğer bir alternatif ise araba kiralamak. Ama siz de bizim gibi otelden dışarıya pek çıkmayacaksanız arabanızın otelin önünde yatmasına da gerek yok. Ama adayı gezme gibi bir planınız varsa, trafik sağdan (yani İngiliz sistemi) olmasına rağmen, yollar tek şerit olduğu için rahatça kullanabilirsiniz bence.

MAHE ADASI – CONSTANCE EPHELIA

Mahe Adası, Seyşeller’in başkenti Victoria’nın ve uluslararası havalimanının bulunduğu en büyük ada. Ünlü plajları ve bir çok otelin bu adada bulunması nedeniyle de en çok ziyaret edilen ada olarak geçiyor. Yukarıda bahsettiğim gibi biz ilk 2 gece Constance’ın Mahe adasında bulunan Ephelia ismindeki otelinde kaldık. Havalimanından otele varış transfer ile yaklaşık olarak 30-40 dakika kadar sürüyor. Bu süre nispeten kısa bir süre, zaten etrafınızdaki manzaraya bakarken yolun nasıl geçtiğini de anlamıyorsunuz.

Otele vardığımızda bizi mis gibi kokan ıslak havlular ve ferahlatıcı içeceklerle karşıladılar. “Oh!” dedik! Tropiklere şimdi gerçekten vardık! 🙂 Resepsiyondaki kısa check-in işlemimizin ardından, odamızın temizliği henüz bitmediği için (sabah 10:00 civarı varmıştık) bize mini golf arabalarıyla otelde tur attırıp bilgiler verdiler.

Constance Ephelia oldukça büyük bir otel. Toplamda 350 civarı odası var. İki adet büyük plajı, 5000 m2’lik bir SPA alanı, kendi içerisinde bir mangroove ormanı, spor alanları, çocuk kulübü, 5 adet restoranı (Corossol, Helios, Adam & Eve, Cyann ve Seselwa) ve 5 adet barı (Zee bar, Helios bar, Adam & Eve bar, Cyann bar ve Seselwa bar) var. Öyle büyük bir ormanın içerisine o kadar düzgün bir mimari ile yerleşmiş ki, ağaçlardan binaları pek göremiyorsunuz ve o koca alanda asla 350 adet oda dolusu insan varmış gibi hissetmiyorsunuz. Bizi gezdirirlerken özellikle otelin dolu olup olmadığını sorduk ve %90 oranında dolu dediler. Sonraki gün ise buna gerçekten inanmakta güçlük çektik 🙂 O nedenle mimarisine ve yerleşim planına gerçekten hayran kaldım.

İlk gün bizi öğlen yemeği için otelin Helios isimli Akdeniz mutfağından lezzetler sunan restoranına yönlendirdiler. Helios isminden de anlaşılacağı üzere Yunan ezgileri taşıyan bir restoran ve mönüde bazı soğuk mezelerimiz, hatta Türk kebabı bile var 🙂 Ama pizza, hamburger ve salata gibi seçenekler de mevcut.

20 Numaralı Beach Villa

Lezzetli bir yemeğin ardından “Beach Villa” tipindeki odamıza yerleştik. İlk işim saatlerdir üzerime yapışmş olan siyah taytı çıkartıp mayomu giymek oldu 🙂 Sonra da hemen hoop denize!

Beach Villa tipi odaların her birinin ayrıca kendilerine ait havuzları bulunuyor. Biz uzak doğudan bu konsepti epey seviyoruz. O nedenle odamıza resmen bayıldık!

Her şey en ince detayına kadar düşünülmüştü. Odada Nespresso makinesi olmasından tutun da,  aile boyu konaklayanlar için kapıda boy boy bisikletler bile bulunuyordu. Ayrıca plaj havlusu sakın taşımayın yanınızda. Her odada ve odaların haricinde plajlarda bolca havlu bulabilirsiniz.

Kuzey Plajı

Otelin iki adet plajı bulunuyor, bunları Kuzey ve Güney olarak ikiye ayırmışlar. En çok Kuzey plajı tavsiye ediliyor çünkü Güney plajı gel-gitten daha fazla etkileniyor. Beach Villa dediğimiz oda tipleri de bu Kuzey plajının arkasına yerleştirilmiş. Dolayısıyla plaj ve odanız arasında gidip gelmek çok kolay.

Kuma değer değmez herkesin elinde hindistan cevizlerini görünce heyecanla hemen koştum, ben de istiyorum dedim 🙂 Meğer o adam dışarıdan gelen bir satıcıymış 🙂 (henüz plajların kamuya açık olduğunu anlamamıştım) Adam bize iki adet hindistan cevizini 20 Euro’ya vermesin mi?! Ben şok! E daldan topladın? 🙂 Sonra para üstünü de bir güzel lokal para olarak verdi.

Neyse bare fotoğrafımızı çek dedim 🙂 Sonra otelin beach barına gittik ve garson bize pina coladayı yarı fiyatına getirince aşırı pişman oldum 🙂

Seselwa‘nın garsonu elimizdeki hindistan cevizlerini görünce bizi uyardı, bazen para üstü getireceğim deyip getirmeyen oluyormuş, “Dikkat edin, başında bekleyin mutlaka!”dedi. Biz öyle bir sorun yaşamadık ama siz de heyecanlanıp her gördüğünüz satıcıdan hindistan cevizi almaya kalkmayın 🙂 O günden itibaren 4 gün boyunca sadece muhteşem pina coladalardan içtik 🙂

Kuzey plajında gün batımları da muhteşem oluyor. 2 gün boyunca inanılmaz gün batımlarına denk geldik. Ayrıca günbatımı saatinde happy hour da yapılıyor ve Seselwa’da kokteyller yarı fiyatına iniyor.

Güney Plajı

Güney Plajı gel-git olayından çok fazla etkilendiği için çok tercih edilmiyor. Hatta bazen sular öylesine çekiliyormuş ki karşıdaki ada ile arasında bir yol oluşuyormuş. Biz gittiğimizde o karşıdaki adada Rusya Big Brothers çekiliyordu. 🙂

Otelde yarım pansiyon konaklama tipinde kaldığımız için, sadece öğlen yemeklerimizi ve beach barda içtiğimiz içeceklerimizi ekstra olarak ödedik. Bu şekilde çok makul oldu. Zaten daha önce Maldivler yazımda da belirtmiştim ki, bu tarz yerlere seyahat ediyorsanız en mantıklısı ve ekonomik olanı baştan yarım pansiyon konaklama seçeneğini seçmek! İlk akşam yemeğimizi otelin açık büfe olarak hizmet veren ana restoranında yani Corossol‘da yedik. Oldukça güzel bir açık büfeye sahip olan restoranda hemen hemen her damak tadına göre bir lezzet bulabilirsiniz.

İkinci akşam ise rezervasyonumuzu yaptırıp Seselwa‘da yedik. Burada konsept olarak her bir misafire 3 course sunuluyor yani mönüden herkes bir adet başlangıç, bir adet ana yemek ve bir adet tatlı seçiyor. Birer kadeh şarabınız da dahil! Ben burada barbun ve mango salatası yedim ve çok beğendim. Corossol dışındaki tüm restoranlara yarım pansiyon dahi olsanız rezervasyon yaptırmanız gerekiyor.

Sabah kahvaltıları için ise iki adet seçeneğiniz var. Biri Corossol’un açık büfesinden kahvaltı etmek, diğeri ise yine rezervasyonla Seselwa’da kahvaltı etmek. Biz hem odamıza yakın olduğu hem de ortamını beğendiğimiz için iki gün de Seselwa’da kahvaltı ettik. Çok lezzetliydi! Mutlaka bir gün enazından burada kahvaltı etmenizi öneririm.

Özel bir yemek planlamak isteyenler için ise plaja özel masa kuruyorlar ve size özel olarak servis yapıyorlar. Biz bir çiftin masa hazırlığına denk geldik, gerçekten çok romantik görünüyordu. Darısı başınıza 🙂

Otel o kadar büyük ki bazen sıcakta yürümek zor gelebilir, o zaman siz de odanıza buggy (golf arabası) çağırıp gideceğiniz yere kolaylıkla gidebilirsiniz. Ayrıca resepsiyon önünden Kuzey Plajı’na her 15 dakikada bir ring servis de dönüyor.

Kısacası odanızın uzakta olması gibi bir probleminiz yok. Kuzey Plajı ve resepsiyon alanı arasında yürümek isterseniz de (15 dakika gibi sürüyor) muhteşem bir doğa içerisinde yürümüş olacaksınız.

Ayrıca sizi Seyşeller’in simgesi dev kaplumbağaların (Aldabra Giant Totoises) bulunduğu bir alan da karşılayacak. Her gün belirli saatlerde misafirlerin kaplumbağaların yanına girmesine ve onları beslemesine izin veriyorlar. Otelde bulunan en büyük ve en yaşlı kaplumbağa 120 yaşında. 🙂

Otelin diğer bir güzel özelliği ise ormanın içerisine kurdukları Zipline aktivitesi idi. Bizim denemeye fırsatımız olmadı maalesef ama çok güzel bir parkurdu. Yine belirli saatlerde yapıldığı için önceden arayıp rezervasyon yaptırmanız gerekli.

Seyşeller dalış ve şnorkel için de muhteşem bir bölge. Tabi gittiğiniz dönemdeki hava ve denizin durumu bunu etkileyebilir. Biz Kuzey Plajı’nda şnorkel yaptık, ekipmanları ücretsiz olarak otelden alabilirsiniz. Dalış için ise 1 gün önceden mutlaka rezervasyon yaptırmalısınız. Ben zaten hamile olduğum için dalış yapamayacaktım ama Baransel için çok istemiştik. ne yazık ki 2 gün de bir uçağa bineceğimiz için dalış riskli olacaktı (çünkü dalıştan en az 24 saat sonra uçabilirsiniz ki bu aslında 48 saat olarak daha güvenlidir). O nedenle dalış yapamadık ikimiz de. Ama gördüğümüz kadarıyla güzel resifler var. Deneyebilirsiniz!

Diğer bir taraftan plaja her gün dışarıdan sizi çeşitli aktivitelere davet edecek tekneler geliyor. En popüleri balık tutma aktivitesi. Her gün devasa balıkları tutan ekip gelip sahilde şov yapıyor. 🙂

Otelde 5000 m2’lik alanıyla Hint Okyanusu’ndaki en büyük SPA merkezi olan U SPA bulunyor. Biz SPA alanını sadece gezdik, masaja vakit ayıramadık, o hakkımızı Lemuria’da kullandık 🙂 Ama bu güzel SPA’yı da ziyaret etmenizi öneririm.

Otelde konaklayanların %90’ı Avrupalı idi. Çoğunlukla İngiltere, Avusturya, Fransa ve Almanya’dan geliyorlarmış. Fransa, Avusturya ve İngiltere’den Seyşeller’e direkt olarak uçuş varmış ve ortalama 10-11 saat sürüyormuş. O nedenle de tercih ediliyor. Diğer taraftan da Dubai ve Abu Dhabi’ye olan yakınlığı sebebiyle (4 saat uçuş mesafesinde) Araplar için de tercih sebebi. Ama biz gittiğimizde neredeyse hiç Arap yoktu, hep Avrupalı turist vardı. Gelen misafirlerin yarısı çocuklu hatta bebekli ailelerdi.Ama Avrupalı bebeği farklı oluyor biliyorsunuz 🙂 Gördüğümüz en küçük misafir Avusturyalı bir çiftin 2,5 aylık bebeğiydi. Kadın bildiğin yeni doğurmuş ve 10 saat uçup Seyşeller’e gelmiş. O kadar rahattılar ki… İmrenmemek elde değil. Yine söylüyorum ki, otel o kadar güzel yayılmış ki, siz mutlaka kendinize ait bir özel alan buluyorsunuz ve balayı kafasını sonuna dek yaşayabiliyorsunuz.

Son gün kahvaltının ardından, plaja bir grup çocuk ve anneleri geldi. Sanırım tatil günleriydi. Anneler palmiyelerin altında çocuklara yiyecek hazırlarken, çocuklar ise denizin tadını sonuna kadar çıkardılar. O kadar güzel bir görüntüydü ki…

Dayanamadık yanlarına gittik. Bir tane kızın gözüne kum kaçtı ve canı acıyordu, hemen yanına gittim elimdeki temiz suyla gözünü yıkadım ve elbisemle sildim yüzünü. Anlık olarak bana sarıldı ve gitti. Kalbim eridi diyebilirim… Bu da bize güzel bir anı oldu.

Biz Ephelia’nın plajını da, yemeklerini de, doğasını da, kaldığımız odayı da o kadar sevdik ki, otelden dışarı çıkma ihtiyacı hiç hissetmedik. Zaten 2 günümüz olduğu için de tam anlamıyla dinlenmelik bir konaklama oldu. Açıkçası Mahe Adası’nda da görülecek ya da gezilecek çok fazla bir şey yok. Bir kaç ünlü plaj var, ama dediğim gibi bizi otelin plajı tatmin ettiği için dışarı çıkıp koşturmak istemedik. Siz de bizim gibi bir tatil planlıyorsanız, balayı, babymoon ya da çocuklu bir tatil düşünüyorsanız kesinlikle bu oteli tavsiye ederiz.

Not: Otel odanıza bırakılan kartpostalları, resepsiyondaki posta kutusuna atıp istediğiniz adrese gönderebilirsiniz. Üstelik pul almanıza gerek yok, otel sizin için pulu yapıştırıyor 🙂

SEYŞELLER İÇİN ÖNEMLİ NOTLAR

  1. Seyşeller Dünya’nın en pahalı ülkelerinden biri olarak geçiyor. Nedeni ise ülkenin tek geçim kaynağının turizm olması. Ülkede gerçekten yiyecek olarak bile hindistan cevizi dışında neredeyse hiçbirşey yetişmiyor. Hem arazi ve iklim müsait değil hem de yıllarca, önce Fransızlar’ın sonra da İngilizler’in sömürgesi altında kaldıkları için gelişememişler. Eğer gidecekseniz yanınızda Euro götürün. Fiyatları Euro’ya çevirmek daha kolay ve Avrupalı turist fazlalığı nedeniyle Euro’ya daha alışıklar, heryerde kabul ediyorlar ancak para üstünü size Seyşeller Rupisi olarak veriyorlar. Seyşeller Rupisi yazan bir fiyatı Euro’ya çevirmek için ise fiyatı ortalamada 15’e bölmeniz gerekiyor.
  2. Seyşeller’de trafik gibi elektrik sistemi de İngiliz usulü. Otel odalarındaki tüm prizler İngiliz sistemiydi. Ama otelden talep ettiğinizde dönüştürücü veriyorlar. Yine de yedek olsun derseniz evinizde varsa bavulunuza atın derim.
  3. Seyşeller’de ulaşım kısıtlı imkanlarla ve oldukça pahalıya sağlanıyor. Bu nedenle imkanınız varsa araba kiralamak en uygun çözüm. Ama ada içerisinde çok gezmeyecekseniz bizim gibi transfer hizmeti de alabilirsiniz. Örneğin son gün Praslin Adası’ndan Mahe Havalimanı’na uçtuktan sonra, bizim uçağımıza yaklaşık olarak 4 saat kadar bir zaman vardı. Havalimanı çok küçük ve yapacak hiçbirşey de olmadığı için biz de bare en yakın gezilecek yer olan Seyşeller’in başkenti Victoria‘yı görelim dedik. Üstelik her gün kurulan Victoria Market adında bir yerel pazarı da var.Havalimanı – Victoria arası 20 dk kadar sürüyor, bir taksi ile anlaştık, bavullarımızı kendisine teslim ettik, bizi Victoria’ya götürdü, orada bir park alanında bizi bekledi, biz de gezimizi tamamlayıp aynı taksi ile havalimanına döndük. Çünkü havalimanında bagajlarımızı bırakabileceğimiz bir emanet yeri yoktu. Check-in de daha açılmamıştı. O nedenle bu çözüme pazarlıkla tam 60Euro ödedik. Ama başka çaremiz yoktu.Başkent Victoria size gerçekten Afrika’da olduğunuzu hissetiriyor. Pazar daha çok yiyecek pazarı olsa da, hediyelik eşya açısından da bir çok seçenek bulabilirsiniz. Buarada sokakların birinde resmen önünden geçerken kokusuyla bizi cezbeden aşırı lokal bir fırına girdik ve 2 çeşit kurabiye aldık, biri hindistancevizli diğeri ise bademliydi. Hayatımızda yediğimiz en güzel kurabiyeydi sanırım. Sonra dayanamadık dönüp birer tane daha aldık 🙂 Tanesi 5 Rupi idi. Olur da giderseniz lütfen bizim için de o güzel kurabiyelerden yiyin 🙂Fırının ismi PRg Boulangerie.Diğer bir sokakta ise Seyşeller’in tek milli içkisi olan ve orada üretilen bir çeşit rom olan Takamaka‘yı satan bir bakkal bulduk. Havalimanından daha uygun fiyata buradan aldık. O da iyi oldu.  Dilerseniz Mahe Adası’nda yer alan Takamaka Damıtım Evi‘ni ziyaret edip tadım da yapabilirsiniz.
  4. Mahe Havalimanı’nda check-in yapıp içeri girdikten sonra karnınız acıkırsa içeride sadece Burger King var. Ama girmeden dışarıda iç hatlar tarafına yürürseniz bir kafe göreceksiniz, orada da birşeyler atıştırabilirsiniz. Bizim karnımız içeri girdikten sonra tabiki acıkmıştı ve Burger King öyle güzel geldi ki anlatamam. Aylar hatta belki 1 yıl sonra ağzıma fast food hamburger sürdüm ama pişman değilim 🙂 Diğer bir konu ise havalimanından alınabilecek hediyelik eşyalar… Bir kaç dükkan var ve kaliteli ürünler satıyorlar. Özellikle üst kattaki hediyelik eşya dükkanlarına bakın derim, farklı şeyler var. Ucuz değiller! Hatta benim gibi magnet koleksiyonunuz varsa ve Victoria’ya giderseniz oradan alın, havalimanında 2 katı daha pahalı.
  5. Seyşeller’deki 4 günümüzde 2 gün hava muhteşem güneşliyken 2 gün ise yağmurluydu. Ama yağmurlu hali bile sıcak ve keyifli olduğu için aldırmadık. Yani sezon ne olursa olsun böyle sürprizler olabilir. Hazırlıklı olun, üzülmeyin sonra, açın bir prosecco ve keyfinize bakın 🙂
  6. Seyşeller’de çeşmeden ya da açıkta olan herhangi bir suyu içmeyin. Güvenilir yerlerden ağzı tamamen kapalı, ilk defa sizin açacağınız şişelerden su için. Bunun haricinde, mutlaka sivrisinek koruyucu sürün. Özellikle akşam yemeklerinde, onlar da sizi yemeyi pek seviyor 🙂 Bizim kaldığımız tüm otel odalarında özel sivrisinek koruyucu sprey vardı. onları kullandık. Beni hiç ısırmadılar ama ne hikmetse Baransel’i pek sevdiler 🙂 Son olarak, gitmeden önce bir arkadaşım beni bazı plajlarda bazı dönemler kum biti olduğuna dair uyarmıştı. Bize hiç denk gelmedi, sanırım kaldığımız otellerin bulunduğu bölgede böyle bir problem yoktu. Ama yılın belirli dönemlerinde en çok sanırım Mahe’deki Grand Anse Beach‘te oluyormuş. Bu konuyu otelinize danışın mutlaka!
  7. Seyşeller’de tüm kumsallar halka açık. Yani hiçbir otelin özel plajı yok aslında. Dışarıdan teknelerle zaman zaman başkalarının da plaja geldiğini göreceksiniz ama sayı olarak asla bizim dikkatimizi çeken bir yoğunlukta değildi. Dışarıdan gelenler otelin şezlong, havlu gibi imkanlarından elbette yararlanamıyor, sadece plaja havlusunu serip takılabiliyor. Kısacası sizin de ziyaret etmek istediğiniz otel plajları olursa, rahatça gidip takılabilirsiniz.
  8. Hindistan cevizi ana besin kaynakları olduğu için, tahmin edersiniz ki Pina Colada’lar muhteşem yapılıyor. Hamileler ya da alkol kullanmyanlar için için Virgin Colada seçeneği de var 🙂 Lezizdi leziz!
  9. Seyşeller’in %90’ı Katolik. Dolayısıla, tropik adalarda görmeye alışık olduğunuz tapınaklardan ziyade kilise göreceksiniz. bu da tamamen İngiliz etkisi. Tek Hindu tapınağı ise başkent Victoria’da bulunuyor.
  10. Seyşeller’in iki simgesi var; biri Coco De Mer (deniz cevizi) meyvesinin tohumu diğeri ise Aldabra Giant Totoises diye geçen dev kaplumbağaları. Mahe Adası’nda çok büyük bir Coco De Mer ormanı var, dileyenler burayı ziyaret edebilirler. Bu meyvenin kendisinin de tohumumun da Seyşeller dışına çıkartılması kesinlikle yasak. Zaten boyutunu görünce çıkartamayacağınızı da anlarsınız 🙂 Bu kadar kıymetli olmasının nedeni ise tek bir tohumdan bir meyve verme süresinin 7 yıl sürmesi. Tohumunun hem erkek hem dişisi var ve döllenerek meyve veriyorlar. Doğa ananın insanlığa mesajı olacak ki, dişi tohum aynı kadın genital bölgesine benzerken, erkek tohum ise erkek üreme organına benziyor. 🙂 200 yaşına kadar yaşayabilen Aldabra kamplumbağaları ise dünyanın en büyük kaplumbağaları olarak geçiyor. İsmini de Madagaskar ve Seyşeller arasında bulunan Aldabra Resifi’nden alıyor. Eskiden Seyşeller’in granit kaplı adacıklarında yaşayan kaplumbağalar, zamanla bu denizciler tarafından bu adalar keşfedilip işgal edilince ve bir dönem besin kaynağı olarak kullanılınca sayıları oldukça azalmış. O nedenle şuanda koruma altındalar ve bununla ilgili ciddi yasaları mevcut.
  11. Son olarak gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim ki, gördüğümüz en güzel deniz ve en güzel doğadan biriydi ve ben hamileyken Seyşeller’e seyahat yapmış olmaktan dolayı en ufak bir sıkıntı yaşamadım. O nedenle kesinlikle gidilmeli ve görülmeli diye düşünüyorum. Diğer bir yandan, bundan önce hep Asya ya da Hindistan yakınlarındaki adalara gittiğimiz için, Afrika adası hissiyatı nasıl birşey bilmiyorduk. Çok farklıymış… Çok güzel bir deneyimmiş… Gerçekten Afrika’nın bir parçasında olduğunuzu hissediyorsunuz. O nedenle de şimdiye kadar gördüğümüz tropik adalardan oldukça farklıydı. Gerçekten iyi ki ama iyi ki gitmişiz! Çok beğendik ve bize o kadar iyi geldi ki size anlatamam… Umarım isteyen herkes bir gün görür ve keyfini çıkartır!

***

Umarım bu gezi size de ilham olur ve bir gün Seyşeller’i siz de görebilirsiniz. İkinci bölümde size Praslin Adası’na yaptığımız uçuşu, adada kaldığımız Constance Lemuria’daki deneyimlerimizi ve dönüş yolundaki 1 gecelik Doha maceramızı anlatacağız.

Herhangi bir sorunuz olursa bize her zaman kucukmartha@outlook.com dan ulaşabilir, Seyşeller seyahati boyunca paylaştığımız post ve storylere instagram hesaplarımızdan (@kucukmartha ve @baranseldogan ) ulaşabilirsiniz.

Çok Sevgiler

Özüm & Baransel